Günlerden 6 Temmuz 2013. Sıcak bir yaz günü. Mısır’da
Mursi devrileli iki gün olmuş. Haçlı ortağı Ilımlı İslamcılar şaşkın ve
kaygılı.
Yoğun
bir günün ikindisinde Taksim’e gitmek için yola çıkıyorum. Otobüs tıklım
tıklım. Yollarda kimseler yok. Bu durum, bazı yolcuların dikkatini çekiyor.
Orta yaşlı bir kadın, yüksek sesle kendi kendine söyleniyor: “Hava çok sıcak
olduğundan sokaklar bomboş, ama otobüs dolu. Nasıl olur bu?”
Arkamdaki
genç, yanıtladı kadını: “Gezi Parkı’na gidiyoruz.” dedi gururla. Bütün otobüs
kulak kesildi bu genç adama. Hemen genç bir kız: “Her yer Taksim, her yer
direniş! diye bağrınca sıcaktan bunalmış olan yolcular sıkışıklığa aldırmadan
gök gürültüsüyle kıza katıldılar. Ardından başka sloganlar geldi. Coşku en üst
düzeydeydi.
RTE’nin
evinin yakınlarından geçerken adım başı polis var. Başbakanın evi ve çevresi
koruma altında. Bu ne korkudur böyle? Bu koruma gücünü görünce herkes
gülümsüyor anlamlı anlamlı.
Yanımda
oturan ve sürekli sosyal medyadan haberler okuyan üniversiteli bir kız, bana
dönerek: “Polis, Taksim’i kapatmış.” dedi heyecanla. Birden otobüsün en
arkasına ulaştı haber. Taksim’e girmek için kendi aramızda çözümler üretmeye
başladık. Hemen hemen herkes tedbirsizdi. Maske, baret, gözlük gibi korunma
araçları yoktu kimsede. Nasıl olsa mahkeme kararını okuyacaktı Gezi
Dayanışması. Bize göre masum, AKP’li yöneticilere göre ise tehlikeliydi mahkeme
kararının Gezi’de okunması.
Otobüs
Taksim’e giremediğinden İnönü Stadyumunun yanında bizi indirdi. Önce
Gümüşsuyu’na yöneldik. Polis barikatına takıldık. Geri dönüp Maçka Parkından
yürüyerek ara sokaklardan çıkış aradık, olanaksız. Sokak başlarında bile polis
barikatları. Geri dönüp Harbiye tarafına geçip arkadaşlarla buluşalım, dedik.
Buna da olanak yok! Tekrar geri döndük. Yeni insanlar katıldı bize, çoğaldık.
Cihangir’in
merdivenli sokaklarını kan ter içinde tırmanmaktayız. Sloganlar gökyüzünü inletmekte.
Zorluklar kimseyi yıldırmıyor. Yüksek, uzun merdivenlerde nefesi kesilenlerin
koluna giriliyor, adeta el üstünde taşınıyorlar. Sıraselviler’e girmek
üzereyken ara sokakta gaz bulutunun içinde bulduk kendimizi. Birden polislerle
burun buruna geldik. Sevgili TOMA’mız da durmakta karşımızda. Öfkesi bitmeyen
bir canavar gibi zehirli suyunu kusmakta durmaksızın. Biber gazına, copa,
TOMA’nın zehirli suyuna karşı tek silahımız dilimiz. Daracık sokakların tarihi yapılarından
yankılanan sesimiz gök kubbeyle kucaklaşmakta. Gaz fişekleriyle adeta oyun
oynanıyor. Polisler bize atıyor; yürekli, yurtsever gençler yerde solumakta
olan fişeği anında alıp gerisin geri gönderiyor.
Aramızda
polisin önünden kaçan turistler de var. Onların çoğunda gaz maskesi var.
Yüzlerini, gözlerini, sıkıca korumaktalar. Turistler, İstanbul’un tarihi
sokaklarını biber gazı eşliğinde koşarak dolaşmaktalar. Değişik uluslardan
insanlar, hep bir aradayız ve yazgımız bir: biber gazı yemek... Herkes birbirine
yardımcı.
Büyük
koşturmaca sonunda Tophane’ye geliyorum. Polisler burada konuşlanmış. Sivil
polisler çoğunlukta. Mahalleli oldukları söylenen elleri sopalı bir grup, biber
gazından kaçanları avlamakta. Özellikle ellerinde Atatürk posterli Türk bayrakları
olanlar hedefte. Linçten zor kurtuluyor genç bir adam. Polisler izliyor. RTE,
durmadan Atatürk posterli Türk bayraklarını hedef gösterince “evlerinde zor
tuttuğu” kişilerin ipleri çözülüp sokağa salınıyor. Bağımsızlığımızın simgesi
olan bayrağı, ulusumuzu kurtarıcısı Atatürk’ün posterini taşımak linç edilme
nedeni olmakta. Dün sömürgecilerin yapamadıklarını, bugün işbirlikçi uşakları
yapmak istemekte.
Karaköy’den
Kadıköy’e giden vapurdayım. Yer, gök inlemekte: “Hükümet istifa!” diye. Deniz
suskun, ay göz kırpmakta. Poyraz, biber gazının yaktığı tenleri serinletmekte.
Yorgun bedenler, gecenin içinde birer devrim anıtı gibi sapasağlam durmakta.
Herkes durumundan memnun. Ağlayan, yakınan, yüksünen yok! Vapurda yine yeni
dostlar ediniyorum. Söyleşiyoruz kırk yıllık arkadaşlar gibi. Vapur, Kadıköy
İskelesine yanaştı. Herkes indi bile. Söyleşiye öyle dalmışız ki… Birden
yerimizden zıplayıp iniyoruz vapurdan.
Koskoca
bir kent alanının, bir parkın halka yasaklanmasını demokratik ilkelere göre
açıklanabilir mi? Seyahat özgürlüğü engelleniyor ve “muktedir” bunun demokrasi
adına yapıldığını söylüyor.
AKP
yöneticileri çok korkuyor, çok… Hele diktatör, daha da çok korkmakta. Uçan
sinek vızıltısı bile uykularını kaçırmakta. Bu ruh durumuyla nasıl yaşanır ki? Halktan
ödleri patlıyor. Ezberlerinin bozulması, onları şaşkına çeviriyor. Hele
iktidardan düşme olasılığı uykularını kaçırıyor. Mısır halkının Mursi’yi
alaşağı etmesi, onları kara kara düşündürmekte. Sıranın kendilerine geldiğinin
farkındalar. Korkunun ecele faydası var mıdır acaba?
Adil
HACIÖMEROĞLU
7 Temmuz 2013
Ne kadar sade ama içeriği dipsiz kuylar gibi derin bir yazı,anlayana.Bu anlattıklarınızı ben de çok yaşadım Taksime giderken.Korkunun ecele faydası yoktur.Akp içinde 4 ayrı gruba bölündü sözleri yandaş gazelerinin baş sayfasında.Hatırlarsanız ne dimiştikkeser döner,sap döner.az kaldı inşallah.Detaylı yazamıyorum,grupta olmuyor.güçlü kaleminize,efendi uslubunuza sağlık Adil bey dostum.Hayırlı ramazanlar.Sevgiler.
YanıtlaSilEvet,durum bu işte! İlahi adalet illa ki gerçekleşmeli.
YanıtlaSilDİktatörler hep korkaktırlar zaten. aksi olsaydı ya diktatör olmazlardı ya korkak.. bir insan neden diktatörlüğü seçer? kimlik gizler, komplekslerini bastırır diğer insanların üzerinde. yok adil bey.. korkunun ecele hiç faydası yok... ecel gelmiş cihane gezi parkı bahane..
YanıtlaSilRana Pamir