MEHMET NURİ KILIÇ


İlkokula başladığım yıllardaydı tanışıklığımız. Aynı köylüydük. Ancak iki farklı mahallede yaşamaktaydık. Köy çocuklarının ortak oyun alanı genellikle ilkokulun bahçesiydi. Okul bahçesinin dışında çocukların sıkça karşılaştıkları alanlar; caminin yanı dediğimiz köy merkezi, Of ve Hayrat’la bağlantımızı sağlayan şose ile yazın yüzülen dere idi. 

İşte, Mehmet’le tanıştığımız ve arkadaşlığımızın filizlendiği yer, okulun bahçesiydi. Yaz dinlencesiydi. Biz de yaşadığımız Hayrat Bucağı'ndan köye gelmiştik. Bahçede büyük çocuklar, çoğu zaman da delikanlılar futbol oynardı. Biz küçükler de onları izlerdik. Köyümüzün gençleri iki takıma ayrılırdı: Fenerliler, Galatasaraylılar… O yıllarda Trabzonspor, 2. Lige yeni çıkmıştı. Bazı maçlarda köyümüzün delikanlıları, yaşlılar ve gençler olarak ayrılırdı kendi aralarında. Yaşlılar dedikleri de diğerlerinden taş çatlasa beş altı yaş büyüktü. 

Seyirciler arasında sarışın bir çocuk vardı. Kendi akraba çocuklarıyla gelmişti okulun bahçesine. Büyük ağabeyi Cengiz, maçta oynayanlar arasındaydı. Ben, o maçlarda Galatasaraylıları desteklerdim. Gençlerle yaşlıların yaptığı maçlarda da gençlerin yanındaydım. Maçlar, kıran kırana geçerdi. Saha biraz bayırdı. Bayırın aşağısındaki yarı sahada olan takım, kan ter içinde kalırdı. Çünkü sürekli bayır yukarı koşmak zorundaydılar. Devre olup yukarıdaki yarı sahaya geçtiklerinde o yorgun durumlarıyla aşağıya doğru uçarcasına koşarlardı. Mehmet’le aynı takımı desteklediğimizden yakınlaştık. Benden bir yaş küçüktü. Sürekli gülen bir yüzü, heyecanlı bir sesi vardı. İlk göze çarpan yanı, içtenliğiydi. 

Babalarımız arkadaş, dedelerimiz yoldaştı. Bu durum da aramızda bir yakınlığı doğurmaktaydı. 

Aynı ilkokulda okumadık. Ancak yaz dinlencelerinde buluşurduk köyde. Benimle oynamak için evimize gelir, eğer bir iş yapıyorsam bana yardım ederdi, işi bir an önce bitireyim de oynamaya, söyleşmeye vakit kalsın diye. Ortaokula başladığında aynı okuldaydık. Benden bir sınıf gerideydi. Kimi zaman ben köye yürürdüm Hayrat’tan onunla söyleşerek gelirdik köyümüze. Aynı lisede okuduk. Bu sırada aydı ülküyü, aynı düşünceleri benimsedik. 

Yıllar geçti. Ben öğretmen olarak Samsun-Çarşamba’ya atandım. O ise babasının çalıştığı Almanya’ya gitti. Bazı yaz dinlencelerinde köyümüzde kısa da olsa bir araya gelirdik. Söyleşilerimiz bitmek bilmezdi. Yıllar sonra İstanbul’da buluştuk. O Pendik’teydi, ben de Bakırköy’de. İkimizin de işi yoğundu. Seyrek aralıklarla da olsa buluşurduk. Sonradan ben Bostancı’ya taşınınca yakınlaştı yollarımız. Sık sık bir araya gelir, saatlerce söyleşirdik. Telefon konuşmalarımız çok uzun sürerdi. Belki de ayrı kaldığımız yılların acısını çıkarıyorduk. 

Pendik’e onun taksi durağına gideceğim zaman telefon ederdim, durakta mı diye. O, geleceğimi işittiğinde heyecanlanır, hazırlıklar yapar, “Sen, metrodan in, ben seni gelip alırım.” derdi. Amacı yolda da olsa birkaç tümcelik söyleşmek, özlem gidermekti. Duraktaki arkadaşlarına uzun uzun benimle ilgili bilgiler verirdi. Ben, durağa varınca oradakiler, bir tanıdıkla karşılaşmış olurlardı. Önce yemek yerdik. Hesap ödeme konusunda hep tartışırdık. Belki de yaşamımızdaki tek tartışmamız buydu. Ardından durağa gider saatlerce söyleşirdik. Dursun Kılıç’ın demlediği olağanüstü lezzetteki çayı içip de söyleşmemek olur muydu? 

Yazları ben Mürefte’ye giderdim, o da Biga’da olurdu. Marmara’nın iki yakasında neredeyse günaşırı telefonlaşırdık. Bu yaz Biga’ya uğradım, fakat Mehmet’i aramadım. Arasam bırakmazdı bizi. Ben de onu rahatsız etmemek ve bizim kısıtlı gezi zamanımızı iyi değerlendirmek adına haber vermedim ona. Gezimiz bitti İstanbul’a döndük. 

Ben, ona hep birinci adıyla seslenirdim. O ise bana ikinci adım “Adalet” derdi seyrek de olsa. Ancak genellikle “emiceoğlu, dayıoğlu, halaoğlu” diye seslenirdi. Bu seslenişte bir içtenlik, birbirimize yakın olduğumuzu belirtme düşüncesi vardı. Bu tavrından hoşlanırdım. 

Dinlence sonrası yaşadıklarımı, gördüklerimi yazıya döktüm. Biga’ya uğradığımı okuyunca telefona sarıldı. “Biga’ya geldin, bana uğramadın, oldu mu dayıoğlu?” dedi. Yazlığının Biga merkeze uzak olduğunu, zamanımızın az ve gideceğimiz yerlerin çokluğundan söz ettim. İkna oldu, helalleştik.

Aramızdan sonsuzluğa göç etmesinden on gün önce aradı beni. “Köye gidiyorum, bir isteğin var mı?” dedi. “Bana salatalık ve biber tohumu getir.” dedim. Israrla köye gelmemi istedi. “Fırsat bulursam gelirim.” dedim ona. 

İnsan ilişkilerinde içtendi. Sevdiği kişileri katıksız severdi. İnsanlara, özellikle arkadaşlarına olağanüstü değer verirdi. Alçakgönüllü bir adamdı. Yıllar önce ilk tanıdığımda yüzünde var olan çocuk gülüşü hiç gitmedi. Olduğu gibi, doğal bir insandı. Yanlışa yanlış, doğruya doğru derdi. İnsanlara karşı sevecen, saygılı ve iyimserdi. Hoşgörüsü yüksekti. Atatürk’e ve Türk devrimine yürekten bağlı, katıksız bir yurtseverdi. 

Son yıllarda köyde çaylık yapmak için uğraşıyordu. Her yaz bir aya yakın köyde kalır, bedenen çalışıp çaylık yapardı. Altmış yaşına gelmiş bir kişinin bedenen çalışıp çaylık yapması, onun yaşama nasıl umutla baktığının bir göstergesi. Arı gibiydi. Yeri gelir gece direksiyona çıkar taksicilik yapardı. Yeri gelir durakta telefonlara bakardı. En yoğun olduğu zamanlarda bile dostlarına ayıracak vakti hep vardı. Onun için dostluk, arkadaşlık her şeyin önündeydi. 

İyi, sevgi dolu bir aile babasıydı. En büyük kaygısı, çocuklarının geleceğiydi. 

Köye gitti. Çok geçmeden ölüm haberini aldım. Önce inanamadım. Sonra acı gerçekle karşılaştım. Gözleriyle gülen Mehmet, her anı fotoğraflayıp sosyal medyada paylaşan güzel adamın gülüşü, neşesi, mutluluğu, yaşama bağlılığı, sevgi dolu yüreği fotoğraflarda kaldı artık. Belki de her anın fotoğrafını çekmesi erken gideceğinin bir belirtisiydi. 

Erken denecek bir yaşta göçüp gittin uçmağa. Oldu mu Mehmet? “Oldu mu dayıoğlu?”

Adil Hacıömeroğlu

18 Eylül 2020


2 yorum:

  1. Ço arayacağız Memet abiyi Allah cennet mekan nasib etsin herksesi severdi herkesde onu severdi Tam bir ofluydu inadım inat ama kalbi pamuk gibiydi tam 20 senemiz geçti memet abiyle sosyal bir cemiyet adamıydı ofa gitmeden birgün önce banada ısrarla beraber gidelim dedi keşke gitseymişim

    YanıtlaSil
  2. Yazının tamamını okudum insanın arkasından böyle bir yazı yazdıracak hayat yaşamasın İnan çok büyük bir insanlık dersi Allah rahmet etsin
    Ben şahsen tanımıyordum Hasan abi ve mustafa abileri tanıyorum ve seviyorum tekrar başınız sağolsun ismail Akkuş Stuttgart

    YanıtlaSil