DEVLET, BENİ ÖĞRETMENLİK İÇİN YETİŞTİRDİ

 

Babamın Türkiye’nin çağdaşlaşması ve ilerlemesine dair ülküsü hiç azalmadı yaşadığı sürece. Bir insan düşünün yaşamı boyunca hep eğitimle ilgilensin, onunla yatıp kalksın... Dünyanın hiçbir nimeti, bunun önüne geçmesin… Mala, mülke değer vermedi fazla. “Azıcık aşım, kaygısız başım.” atasözünü yaşamında ilke edindi. Eğer bir varsıllık olacaksa bu, bireysel değil; toplumsal olmalıydı, diye düşünürdü. Bu düşünce de onun ülküsü, ilkesi, düşüncesi ve yaşam biçimiydi.

Parası ve malı mülkü olanları kıskanmazdı. Onun kıskançlığı bilgi ve ekinsel birikimi olanlaraydı. Cumhuriyet aydınlığının tüm yurdu kaplamasıydı ülküsü. Özgür bireylerin çoğalmasının ancak eğitimle olanaklı olacağı düşüncesindeydi. Ortaçağ karanlığının pusunu, Türkiye’nin göklerinden Atatürk rüzgârıyla süpürüp atmaktı düşü. Bu düşü, gerçekleştirmek için elinden geleni yaptı yapabildiğince. Bütün kavgası bunun içindi.

Babam için eğitim, okulla sınırlı bir alan değildi. Yaşamın her alanında olmalıydı eğitim. Ancak böyle olursa yitirdiğimiz zamanı geri alabilir, kaçırdığımız fırsatları yakalayabilirdik. Nerede, kimle,  hangi işte olursa olsun eğitimle ilgili bir düşünce ve davranış ortaya koyardı.

Askerliğini Amasya’da yapmıştı yedek subay olarak. O yıllarda yedek subaylar, teskere bırakıp muvazzaf subay olabiliyordu. Annem, teskere bırakmasından yanaydı. Bunu, ona söyledi. Babam: “Hanımcığım, devlet beni öğretmen olarak yetiştirdi. Yatılı okuttu. Zamanın en güzel okulunda eğittim vererek öğretmen yaptı beni ülkeme yararlı olmam için. Ben, öğretmenlikten ayrılırsam işimi yapmamış olurum. Görevimden kaçmış, sözümü tutmamış sayılırım. Ülkemizde birçok kişi asker olmak istiyor. Onlar gelsin, askerlik görevini yapsın. Ama öğretmenliği herkes yapamaz çok istese bile.” diye yanıtladı annemi. Bu konu bir daha hiç açılmadı. Askerlik bitti ve babam köy öğretmenliğine döndü.

Yıllar çabuk geçiyor, biz çocukları büyüyorduk. Çocukları büyüdükçe gereksinmeleri de artmaktaydı. Ne yazık ki aylık ve kısıtlı köy geliri gereksinmeleri karşılayamayacak düzeydeydi. Annem dikiş diker, oya yapar, kazak örerdi aile bütçemize katkı olması için. Evde ve köyümüzde her işimizi el birliğiyle yapardık. Ailenin her üyesinin az da olsa katkısı olurdu bütçemize. Ama yine de yetmezdi kazancımız.

Birçok öğretmen görevinden ayrılıp başta Almanya olmak üzere yurtdışına işçi olmak için gitmekteydi. Gidişlerinin tek nedeni, ekonomik sıkıntılarını azaltmaktı. Yani bireysel kurtuluştu. Annem, yine babama öneride bulundu Almanya’ya gitmesi için. Babam, düşünmeden reddetti bu öneriyi. “Ben öğretmenim, el kapılarında sürünmek için okumadım. Ülkeme hizmet için dirsek çürüttüm. Sürünürsem de memleketimde sürünürüm.” dedi kararlılıkla.

Cebine biraz para koyan akrabalarımız, komşularımız büyük kentlere yapsatçı olmak için gittiği yıllardı. Gidenlerin birçoğu ilkokul mezunu bile değildi. Bu nedenle babamın eğitimli kişiliğinden yararlanmak için sık sık ortaklık önerileri geliyordu ona. Bir de çevresinde çok dürüst olarak tanınır ve ona çok güvenilirdi. Sınıf atlamasını sağlayacak bu önerileri düşünmeden geri çevirdi. İşsiz değilim, iş aramıyorum.” dedi bizlere.

1960’lı yılların başıydı. Hayat mecmuasının ödüllü bulmaca yarışması vardı. Babam bulmacayı, doğru olarak çözdü ve Ankara’nın Lodumlu Köyünde üç arsa kazandı. Arsaların birini, bir arkadaşına verdi küçük bir bedelle. Sonradan niye verdiğini sorunca “İnsana arkadaş, dost gerek. Onun da bir arsası olsun.” diye yanıtladı beni.

Kemalist ülkücülüğünün niye bu kadar derin olduğunu sordum. Bana: “Yetimdim, camide okuyordum. Zorlukla ilkokula gittim. Beşinci sınıfta sınava girip köy enstitüsünü kazandım. Devlet, beni orada yatılı okuttu. Yoksul yurttaşların verdiği vergilerle eğitimimizi sürdürdük. Cumhuriyet olmasaydı okuyamazdım. Bu nedenle devlete de cumhuriyete de gönül borcum var. Bu borcu ödemek zorundayım. Halktan aldığımı, halka geri vermeliyim.” dedi.

İşte, köy enstitülerinin öğrencilerine verdiği cumhuriyet ülküsü budur. Yüce bir ülküye adanan bir yaşam. O ülküyü gerçekleştirmek için her türlü saldırıya, yalana, iftiraya, suçlamaya katlanıp göğüs geren, eğilip bükülmeyen, yüreği insan ve ülke sevgisiyle dolup taşan cumhuriyet öğretmenleri. Şimdi anlaşıldı mı enstitülerin neden ortadan kaldırıldığı?

                                                               Adil Hacıömeroğlu

                                                               16 Aralık 2021

 

 

 

 

+

1 yorum:

  1. Yazılarınızı her biri ayrı ayrı yaşamı özetliyor , geçmişimizi tekrardan hatırlamamıza yardımcı oluyor veya güncel bir olaya yeni bir bakış açısı düşündürüyor ancak bu yazınızı okurken hissettiklerim çok farklı oldu... Çünkü babanızın sergilediği öğretmen kimliği ile gurur duydum .Düşünsenize bu vatanda yetişen her bir bireyin mesleğine bu kadar bilinçle yaklaştığını ... Rahmetle ,saygıyla , minnetle .

    YanıtlaSil