Babam,
askerlik görevi için kısa bir süre Sivas’ta bulundu. Ardından Amasya’da okuma
yazma taburlarında yedek subay olarak bir yılı aşkın bir süre kaldı. Görevi
sırasında bizleri de yanına aldı.
Amasya’ya
gittiğimizde 1961’in sonlarıydı. Ben, üç yaşındaydım, rahmetli kız kardeşim
Hürriyet de bir buçuk. Annem, yüklüydü. Kardeşim Müsavat, Amasya’da doğdu.
Babam,
akşama yakın çoğu zaman askeri araçlarla gelirdi eve. Karaya yakın koyu yeşil
renkteydi bu cemseler. Ben, bu arabalara “kara araba” derdim. Hava kararmaya
başlayınca camın önüne geçer, babamın yolunu gözlerdim. Cemseler göründüğünde
içimi sevinç kaplardı. Hele babamın indiğini görünce sevincime diyecek yoktu.
Avazım çıktığı kadar bağırırdım: “Anneeee, babam geldi.” diye.
Kimi
zaman babam, özel araçla gelirdi. Oysaki ben, cemse gözlemekteyim. İşte, o
zaman şaşkınlık yaşardım ve sorardım anneme: “Anne, babam niye kara arabayla
gelmedi?” Annem… Canım benim… İki eli kanda olsa ne iş yaparsa yapsın her
soruma yanıt verirdi. Yalnızca benim mi? Değil tabi ki… Tüm kardeşlerim için
geçerliydi bu davranışı. Sorulara verdiği yanıtlar, karşısındaki inandırdığında
susardı. Çocukluğumda hiçbir soruma, “İşim var, sonra gel, konuşalım.” demedi.
Ben de hep onu örnek aldım bu konuda. Bu, öğretmenlik görevimi iyi yapmama
yardım etti. Öğrencilerimle güven ilişkimi güçlendirdi.
Sorumu
sorar sormaz annem yanıma gelirdi ve beni yanıtlardı: “Bu araba arkadaşının.
Seni, daha çok sevmek ve seninle daha çok konuşmak için erken geldi.” derdi. Bu
yanıt karşısında çok mutlu olur, sevinirdim.
Babam,
okuma yazma taburunda çok mutluydu. Çünkü okuma yazma bilmeyen yurdumuzun
Mehmetçiklerine aydınlık dünyadan bir pencere açmaktaydı. Mehmetçikler de çok
mutluydu, çünkü köylerine okuryazar olarak dönüyorlardı.
Babam,
yaşamının sonuna dek öğrencisi olan Mehmetçikleri hiç unutmadı. Onlarla ilgili
anıları hep anımsar ve anlatırdı. Bunlardan birisini paylaşayım.
Güneydoğu’nun
bir köyünden gelen Haso (Hasan) vardı. Okuma yazma öğrendiği için çok mutluydu.
İkide bir babamın yanına gelip sorarmış: “Öğretmenim, ben köyüme dönünce ağa
olabilir miyim?” diye.
“Niye
ağa olacaksın Haso?” diye soruyla yanıtlarmış onu babam.
“Çünkü
bizim köyde okuma yazma bilen tek kişi bizim köyün ağası. Ben, okuma yazma
bildiğime göre benim de ağa olmam gerekir.” derdi.
Babam
da ona: “Bak Haso, ağa olmanın okuma yazma bilmekle ilgisi yok! Ancak ağalığı
yıkıp yok etmenin okuryazarlıkla ilgisi var. Şimdi sen, köyüne gidince
çocuklarının, köylülerinin okula gitmelerini sağla. Bu konuda çalış, köyünüze
okul yaptırın.” derdi.
Yukarıdaki
konuşmalar sık sık olur. Benzer konuşmalar, başka Mehmetçiklerle de yapılırdı.
Bu, okuma yazmanın kişiye kazandırdığı özgüvenle açıklanabilir.
Öğrenme,
kişiye özgüven ve özsaygı kazandırdığı gibi sevinç de kazandırır. Bu,
öğrenmekten ve bilmekten doğan sevinçtir. Bu, her insanın hakkıdır.
Adil
Hacıömeroğlu
15
Aralık 2021
Okuma Yazma Taburu, Ali Okulu yani.. İkinci olarak; Ağalık vermekle olur,okuma yazma bilen değil,hep alan da ağa olamaz.. Olsa olsa mütegâllibe olur..
YanıtlaSilNeye hizmet ederse insan onunla hizmet bulur.Öğretmen öğrencisiyle , her meslekten her alandan İnsanla buluşuyoruz.İnsan kaç yüreğe dokunmak ister.Yüreğine dokunduklarımız, çoğalarak büyürler, büyütürler sevgilerini paylaşırlar.Köprü kurup okutmanın, aydınlatmanın kadar önemli olduğunu .“ ilim ilim bilmektir
YanıtlaSilİlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır..”
Hak aşığı Yunus Emre’nin dizeleri geliyor us’uma.Alimlerin,ilim,irfan sahibi yüce gönüllü öğretmenlerimizin artması dileğiyle.Yüce gönüllü Ali öğretmenimizin ruhu şad olsun. Hocam yüreğinize sağlık..Esen kalınız .📚📕🙏🏻🌺🇹🇷Fulya kırımoğlu