MARTILAR


Deniz kıyısında bulunan kentlerimizin simgesidir martılar. Göl kıyılarında da yaşam alanı bulur bu güzel kuşlar. Bir yerde balık varsa martı da vardır.

Ülkemizde farklı türlerde martılar yaşar. Martıların en çok simgeleştiği kentimiz belki de İstanbul’dur. Boğaz’ı, Haliç’i, Marmara’sı, Karadeniz’iyle bir su ve balık kentidir İstanbul. Bu kadar su ve balığın olduğu yerde martı olmaz mı?

Martıları, İstanbul’la özdeşleştiren en önemli etkense Boğaziçi vapurlarıdır. Bu güzel kuşlar, vapurların peşine takılıp gün boyunca iki yaka arasında yolculuk yaparlar bıkıp usanmadan. Vapurların açık alanlarında oturan ya da ayakta duran yolcular, yedikleri simit, kıstırık (sandviç), tostlarının bir bölümünü kopararak martılara atar. Bazı yolcular, bu iş için hazırlıklı gelir. Ekmek alırlar yanlarına. Ekmeklerden martıların havada yakalayabileceği kadar koparıp atarlar. Martılar, yiyecekleri kapmak için çığlık çığlığadırlar. Neredeyse atılan her yiyeceği havada yakalarlar. Bu konuda dünyanın en ünlü kalecilerine taş çıkartırlar.

Martıların beni, hayran bırakan devinimi ise vapur yavaşladığında onun üstünde havada asılı kalmalarıdır. Birçok canlının yerde ayakları üzerinde doğru düzgün duramadığı düşünülürse martıların havada hiçbir şeyden destek almadan durmaları, ilginçtir.

Atılan yiyeceklerden birisi yakalanmayıp denize düştüğünde kuş, ok gibi denize iner ve yiyeceği mideye indirir. Bu nedenle en küçük yiyecek parçası bile boşa gitmez.

Martı deyince usumuza ilk gelen gümüş martıdır. Sırtı gümüş rengindedir. Gagası ve gözleri sarıdır. Genellikle çatılarda yuvalanır. Onları, kent içinde görmeye alışkınız. Denizlerin kirlenmesi yüzünden balık türleri azalınca bu güzelim kuş, çöp kutularından beslenmeye başladı. Balık yediği için etçil olan bu kuş, zorunlu olarak otçul olamaya evriliyor sanki. Leş de yiyor her türlü yemek artığı da… Camın önüne konan en küçük ekmek parçası için onlarca martı kanat çırpar. Pencereye ulaşmadan gökyüzünde başlar kavgaları.

Son zamanlarda martıların açlıkları gözle görülür biçimde arttı. Öyle ki mutfakta elimde bir yiyecekle cama yöneldiğim anda, karşımızdaki evin çatısından kopup gelmekte birçok martı. Onları gören diğer evlerin çatılarındakiler de kanat çırpmaktalar aynı anda bir lokma için. Çığlıklalar, gagalamalar… Kanatlarıyla diğerlerini perdelemeler…

Son zamanlarda gümüş martıların dışındakileri de çatılarda görmekteyiz. Oysa bu türler, insanlardan uzak dururlar. Onların da gümüş martılarla yiyeceklere saldırmaları ilginç ve onların çok aç olduklarını göstermekte.

Diğer kuşların yanı sıra martıları da beslemeye başladık. Ancak bunlara, yiyecek yetişecek gibi değil. Bütçemiz kısıtlı, martıların çok fazla yiyeceğe gereksinimi var. Ekmek alıyorum kimiz zaman. Artık yemekleri, bir saksıya dökmekteyiz. Birkaç aydır kanat ve kemik alıyoruz, çorbalık. Onları kaynattıktan sonra suyuna çorba ya da pilav yapıyoruz. Katı kısımlarını da martılara vermekteyiz. Bu konuda her yurttaşın olanakları çerçevesinde bu güzelliklerin yok olmaması adına, özellikle kış aylarında yiyecek desteği vermeliler. Bu hayvanlar, saatlerce cam önlerini ve balkonları gözlemekte bir parça yiyecek için.

Belediyeler, yiyecek desteğinde bulunmalı. Kentin kirlenip yok olmasına engel olamıyorlar, hiç olmazsa beceriksizlikleri yüzünden aç kalan hayvanların beslenmesine yardımcı olsunlar.

Unutulmasın ki İstanbul’dan martılar yok olursa kent yarım kalır. Martısız bir Boğaziçi düşünemiyorum bile…

                                                               Adil Hacıömeroğlu

                                                               20 Aralık 2021

 

2 yorum:

  1. İstanbul ‘da denizin mavisi bile farklı tonda insana huzur veriyor.Vapurla Üsküdar’ dan Beşiktaş’ a geçmek başka bir dünya ne 🎶 şarkılar yazılmış Boğaziçi ayrı güzel , tarih kokuyor her yer…Martılar vapurun üstünde dans ediyorlar sanki dalgaların sesini dinleyip sırdaş oluyorlar,onlarla , aldığımız simitleri paylaşırken martılar biraz korkuyorlar biz heyecanlanıyoruz , onların simit parçalarını yakalayıp bir güzel karınlarını doyurma savaşını veriyorlar.Üsküdar ‘ da mahalle aralarında benimlegeziyorlardı martılar..Yine sonbahar da havalar serinleyince martıları seyretmek , yağmurun sesini dinlemek ,dinlerken kitap okumak , huzur bulmak için İstanbul’ u hayal ediyorum,,İnşallah yakında nasip olur..Değerli ,Adil Öğretmenim anlatımınızla gümüşrengi martıların farkındalığını hissettik .Sizden öğreneceğimiz daha çok bilgi var. Elinize, yüreğinize sağlık .Varolunuz👏🙏🏻🍀💚🐦📚💦💧Fulya Kırımoğlu

    YanıtlaSil
  2. Harikasınız hocam.Martıları çok severim.Belki de Nazım dan sonra Martılar ile ilgili yazılmış en güzel yazıyı okudum.Nazim Hikmet bakın martılar ile ilgili neler yazmış;
    martılar
    Çam ağaçları nasıl yaz kış yemyeşilse, nasıl onlar toprağın boyasını kaybetmeyen verimlerinden biri olarak soğuğun, sıcağın, hava değişimlerinin üstünde dimdik, yıllarca süren genç bir sevinç yükselişi biçiminde dururlarsa, martılar da bütün yıl değişimlerinde denizin sonsuzluğunu haykıran çığlıklar gibi, aynasında suların ışığını parıldatan göklerde uçuşup dururlar.
    martıların gövdeleri yollu yarış kotraları gibi kıvraktır. ve iki yanlarında gergin yelkene benzeyen ak kanatları vardır.
    martıların gözleri küçücüktür, yuvarlaktır. bu küçücük yuvarlak gözlerde bütün bir sonsuzluğun ışıltıları vardır. bana öyle gelir ki, martılar sonsuzlukla beslenirler.bütün deniz kuşları gibi martıların da en derin, en güzel kendilerine benzedikleri buradadır.onlar denizlerin üstünde doğarlar, denizlerin üstünde ölürler. deniz gibi korkusuz, deniz gibi sınırsızdırlar.
    denize öyle bağlıdırlar ki ancak bir ülkü adamı ülküsüne böyle bağlanabilir. bunun için değil midir ki, martılar karaya düştüklerinde, ülküsünü bırakmış bir idealist gibi bütün güzelliklerini bütün güçlerini kaybediverirler, ağlamaklı olurlar?

    YanıtlaSil