1928 doğumlu (Nüfus kütüğünde 1932) olan babam, altı çocuklu
bir ailenin üçüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. İnşaat ustalığı ve hızarcılıkla
ailenin geçimini sağlayan dedem, 1937’de öldü. Babaannem, altı yetimle kaldı
yaşamın çetin savaşımının içinde. Ailenin geçimini sağlayan dedem ölünce büyük
bir yoksulluğun içine düştü aile. Zor yıllardı. İkinci Dünya Savaşı’nın ayak
seslerini işitilmekteydi. On yıllık bir savaştan çıkan ülkemiz, yoksulluk ve
bilgisizlikle büyük bir savaş içindeydi.
Evin geçimini sağlamak çok zordu. Bu nedenle her çocuğun
yaşına bakılmaksızın emeğine gereksinim vardı. Babam, on yaşındayken
kendisinden iki yaş büyük ağabeyiyle Trabzon limanından geminin ambarına
binerek İstanbul’a gider çalışmak için. İlk gurbet deneyimidir onun. Çalışır
çabalar, yemez içmez, biriktirdiği parayı sılaya götürür. Ev için bir soluktur
İstanbul'dan gelen üç beş kuruş. Gurbet yılları, her yıl sürüp gider. Bafra ve Samsun’a
baharda gidip güzde dönerdi. Önceleri tütün kırıp dizme işi yaparlar
ağabeyiyle. Ergenlik döneminden sonra baba mesleği hızarcılıktır işleri. Gurbet, öğretmen oluncaya dek sürüp gider. Kışın
okulda öğrencilik, yazın gurbette çalışma.
Kardeşlerinden en küçüğü olan Hasan amcam, üç yaşındayken yaşamını yitirdi. Hafız olan kardeşi İlyas amcam ise bir akrabamıza kışlık odun yapmak için yardıma gitti. Kütüğü taşımak için omuzuna destek olarak koyduğu balta, düştü ve topuğu kesildi. Kocakarı ilaçları yapıldı. Derin hocalara okutuldu. Tetanos gittikçe ilerledi. Babam o sırada Savaştepe’de öğrenciydi. İletişim, ancak mektupla kurulabiliyordu. Tüm ısrarlarına karşın gecikerek sağaltımcıya gidildi. İş, işten geçmişti. Ne yazık ki on sekiz yaşında gencecik bir adam, tüm umutlarıyla toprağa verildi.
Dedem ölmeden önce babamın zekâsı herkesin ilgisini çeker. Bu
nedenle onu, imam olsun diye köy camisine gönderirler. Ağabeyini de köyümüzün
bağlı olduğu bucak merkezindeki ilkokula. Babam Kuran’ı ezberler. Camide kendi
akranlarına, kendisinden küçüklere, hatta kendisinden üç beş yaş büyüklere
Kuran dersi verir. Birçok kişiye Kuran okumayı öğretir. Aslında ilk öğretmenliğini
camide yapar. Bu arada kimseden yardım almadan yeni harflerle okuma yazma
öğrenir. Matematiği kavrar. İlkokula giden akraba ve komşu çocuklarının günlük ödevlerini
yapar. Böylece okulda her gün işlenen konuları izlemiş olur zamanında.
Bir gün mısır öğütmek için komşu köyün değirmenine gider. Her
zamanki gibi Kuran’ı da yanındadır. O sırada değirmene Hayrat Merkez İlkokulu
öğrencileri, öğretmenleriyle geziye gelirler. Babamın durumu, öğretmen Artvin-Hopalı
Kadir Alkumru Bey’in ilgisini çeker. Önce Kuran üzerine söyleşirler. Babama
Kuran okutur. Okuduklarını açıklatır. İlgisi daha da artar öğretmenin. Okuma
yazma bilip bilmediğin sorar. Babam, bildiğini söyler. Öğrencilerin kitapları
getirilir. Babam, okur. Okumasını çok beğenir Kadir Bey. Bunun üzerine yazı yazdırır.
“Hesap bilir misin?” diye sorar öğretmen. O da bildiğini söyler. Öğretmen
sorar, babam yanıtlar. Matematikteki pratik çözümleri, öğretmenin ilgisini
çeker.
Kadir Bey, babamı okula yazılması için ikna etmek için dil
döker. Babam: “Gavur mektebine gitmem, günah olur.” deyip kestirip atmak ister.
Cumhuriyet’in ülkücü öğretmeni geri adım atmaz. En sonunda babamı ikna eder.
Babam un çuvalını yüklenip köyün yolunu tutar. Kırk dakikalık
yolda kendisiyle hesaplaşır. Aslında yüreğinde büyük bir okuma isteği vardır,
ancak ne yazık ki toplumsal ve ailesel nedenlerle bastırılmış bu istek. İşte,
Kadir Bey o küllenmiş olan isteğin üzerindeki külleri yok etti. Eve geldiğinde
düşünceleri değişmiştir. Annesine, okuyacağını söyleyince ninem, önce şaka
yaptığını düşünür. Babam yineleyince isteğini, ninem küplere biner. Rıza
göstermedi bu işe. Bu arada ninemin molla kızı ve hafız olduğunu da söyleyeyim.
Ninemin iki çekincesi vardır. Birincisi, oğlunu okula
gönderirse günaha gireceğini düşünmekte. Üstüne üstlük bir de imamlık yolunda
hızla ilerleyen oğlunun dinsel eğitiminin yarım kalacağı korkusu.
İkincisi ise evin geçimini sağlayan oğlunun okula gitmesiyle
oluşacak sıkıntılara göğüs germe kaygısı.
Ertesi gün babam, gün ışımadan uyanıp kalkar yatağından.
Heyecanlıdır. Nüfus kağıdını, gece kavga dövüş yengemin sandığından alıp cebine
koymuştur. Önce abdest alır duayla. Arkasından namazını kılıp yola koyulur. Mendilinin
içinde mısır ekmeğiyle biraz da peyniri vardır. Yolu neredeyse koşar adım
gider. Erken gitmesinin nedeni, köyün çocuklarıyla karılaşmamak
istememesindendir. Çünkü okul yaşını çoktan geçirmiştir. Ayrıca başöğretmen ya
kabul etmezse onu okula. Bu durumu da kimseye açıklayamayacak. Bundan biraz da
utanacak.
Okula varır varmaz beklemeye başlar. Çünkü henüz çok
erkendir. Ortalıkta kimsecikler yoktur. Zaman geçmek bilmez onun için. Derken
Kadir Bey görünür. Babamı görünce gözleri ışır. Mutluluğu çok bellidir. Babam
nüfus cüzdanını ona uzatır. Öğretmen alır cüzdanı. Ayaküstü bir şeyler
konuşurlar. Öğretmen, zamanın geçkin, olası öğrencisinin heyecanını fark eder.
Yavaş yavaş uzak yakın köylerden gelen çocuklar, okul
bahçesini doldurur. Başöğretmen de gelmiştir. Kadir Bey, babamla başöğretmenin
yanına giderler. Başöğretmen, komşu köyümüzden Ahmet Hamdi Özcan’dı. Babamın hangi
köyden, kim olduğunu sorar. Babam, yanıtlar. Başöğretmen, Kadir Bey’e dönerek “Ben,
bu çocuğu okula almam. Ağabeyi okulumuzdaydı. Çok yaramaz ve kavgacıydı. Bu da
ağabeyine benziyorsa yandık. Zaten okul için yaşı da geçmiş.” der. Babam, yerin
dibine girecek neredeyse. Kadir Bey zordadır. Babam: “Köyde herkese
sorabilirsiniz, ben kimseyle kavga etmem. Camiye gider gelir, okurum. Benim
kavgacı olduğumu kimseden işitemezsiniz.” diyerek kendini savunur, ama boşuna.
Başöğretmen ayak diretir.
Artık bu yola baş koymuştur Cumhuriyet öğretmeni. Yoksul ve
yetim bu çocuğun okumasını sağlamak için direnmek niyetindedir. Babamın dışarda
beklemesini söyler.
İki öğretmen, bir süre konuyu görüşüp tartışırlar. Hacıömeroğlu
Ali için zaman geçmek bilmez. Sonunda kapı açılır, babam çağrılır. Ahmet Bey,
babama sertçe döner: “Bak, birisiyle kavga edersen ve kötü bir davranışını
görürsem kulağından tutup dışarı atarım seni. Ayağını denk al!” diyerek uyarır.
Babam, sevinçlidir. O anda okuma isteği daha da çoğalır.
On beş yaşındadır. Ancak nüfusa dört yaş küçük yazılmıştır.
Bu nedenle yaşıyla ilgili yasal sorun çıkmaz. Hemen bir kurul oluşturulur. Yazılı
ve sözlü sınav yaparlar onu. Sınavda, okur yazarlığı belirlenince ikinci sınıfa
kaydı yapılır. Okul çoktan başlamıştır.
Her gün sabah namazından sonra yola koyulur. Okula ilk giden
öğrenci olur yıllarca. Kimi zaman namazını karlar üzerinde yolda kılar. Bu arada
fırsat buldukça camiye gidip Kuran dersi verir, dinsel bilgilerini pekiştirir. Yaz
dinlencelerinde gurbete gidip para kazanır. Yıllar su gibi akar. Beşinci
sınıftadır artık. Köyler arası kavga çıkar öğrenciler arasında. Babam önce
ayırır. Önlemeye çalışır kavgayı. Olmaz. Karşı köyden yaramaz bir çocuk vardır.
Kavgayı sürekli kışkırtır. Ayırırken bir tokat atar ona. Çocuğun ağzı burnu
kanar. Ertesi gün olay, başöğretmene bildirilir. Babam korku içindedir. Okuldan
atılacağını düşünür. Kavgaya karışan köyümüzün çocukları ve kavgaya tanıklık
eden komşu köy çocukları; babamın kavgaya karışmadığı, kavga edenleri ayırmak
için çaba gösterdiğini söylerler başöğretmene. Bu anlatımlar, babamı kurtarır.
Bir gün babamın okul arkadaşlarından birine: “Niye korudunuz
babamı?” diye sordum. “Oğlum, baban çok çalışkandı. Okumayı, okulu, öğrenmeyi, öğretmeyi
çok seviyordu. Okuldan atılsaydı çok yazık olurdu ona hem de memleketimize.” diyerek
yanıtladı beni.
Beşinci sınıfta köy enstitüsü sınavlarına girdi. O yıl bucak
merkezimizdeki ilkokuldan bir tek o kazandı sınavı. Kazandı kazanmasına, ama
büyük sorun şimdi başlıyordu onun için. Ninem, enstitüye gitmesine karşı çıktı.
“Böyle büyük bir günahın altına giremem.” diyerek karşı çıktı onun okuma
isteğine. Karanlık bir duvar gibi durdu okuma isteğinin karşısına. Nuh diyor,
peygamber demiyordu. Yapılacak işlemler var, yetişmesi gerek. O akşam büyük bir
fırtına kopuyor. Şiddetli rüzgârla sağanak yağmur başlıyor. Gök gürültüleriyle
şimşekler birbirine karışıyor. Babam, bahçedeki dut ağacının altına oturuyor. “Ya
okula giderim ya da bu gece burada ölürüm.” diyor. Ev halkı yalvar yakar. Babam
da ninem de geri adım atmıyor. Babamın bir küçüğü olan Fatma halam, dayanamayıp
ağabeyinin yanına gidiyor. İki gözü iki çeşme… “Yapma ağabey, hasta olacaksın
burada. Gel içeriye, bir çaresini buluruz bu işin.” diye yalvarıyor. O da orada
fırtınanın ortasında. Direniş büyüyor. Ana yüreği dayanamıyor. Ninem çıkıyor
dışarı. “Oğlum, gir içeri artık. Sabah ola hayrola!” Gecenin bir yarısı babam eve
giriyor. Üstünü başını değiştiriyor. Ocaktaki ateş canlandırılıyor. Ateşin
başında uyuyakalıyor postun üstünde birkaç saat.
Sabahleyin erkenden kalkıyor ninem. Sabah namazından sonra camiye
gidiyor. Akrabası olan cami hocasına danışmaktır amacı. Halim Efendi, babamın
hocasıdır aynı zamanda. Ninem: “Ali’m çok istiyor okula gitmeyi. Günaha girerim
diye karşı çıkıyorum ona. Ne yapacağım? Bana bir akıl ver!”
Halim Efendi: “Bak amca kızım, çocuk çok istiyorsa
göndereceksin onu okula. Günahı da benim olsun! Sen, rahat ol!” diyerek ninemi
rahatlatır. Arık okumanın önündeki karanlık duvar yıkılmıştır.
Babamla
halam çoktan uyanıp yol hazırlıklarına başlamışlardır. Halam, kilerden bir kot
(10 litrelik bir hacim ölçüsü) barbunya fasulyesi doldurur küçük bir torbaya.
Bu, babamın yol harçlığı olacaktır. Ninem, şaşkın bir biçimde gelip okula gidebileceğini
söyleyince dünyalar babamın olur. Fasulye torbasıyla tahta yükçeye koyduğu birkaç
parça eşyayı sırtlar. Yaya olarak yola koyulur yolu yol olmayan köyden. On iki
kilometrelik yolu kuş gibi uçarak gider. Denize kavuşur. Buradan, Rize’den
gelen bir arabaya binip ilçeye varır. İlçenin pazarı vardır. Torbasındaki
fasulyeyi satıp harçlığını cebine koyar.
Gerekli işlemleri yapmaya girişir. İki kefil gerekir okul
için. Kefilin biri küçük dayısı olur. İkinci kefili bulmakta zorlanır. Yetim
çocuğun sorunluluğunu kimse üslenmez. Ya okumasa… Ya okuldan atılırsa herhangi
bir nedenle…
Babamın üzüntüsünü ve çaresizliğini gören bitişik köyümüzden
ilçede dava arzuhalcilik yapan Hacaploğlu Ali, babama derdinin ne olduğunu
sorar. Babam anlatır. “Bir komşu çocuğumuz yatılı okul kazanmış, ona kefil
olmamak yakışmaz bize. Alırlarsa alsınlar malımı mülkümü. Kefilin benim, düş
önüme!” der. İşlemler tamamlanır. Alelacele bir kayığa binip Trabzon’a gider.
Orada zaman geçirmeden ver elini Beşikdüzü. Artık köy enstitülü bir öğrencidir.
Kışın okulda, yazın gurbette geçer okul yılları.
Bir yaz günü Bafra’ya gider tütün dizmeye ağabeyi ve
köyümüzden bazı kişilerle. Çalıştıkları evin hanımı uzaktan akrabamızdı. Tütünde
çalışan işçiler, saman yığılan damda yatarlardı. Dursun hala, babamı evde
ağırlardı. Nedenini soran amcama ve arkadaşlarına şöyle açıklamış bu durumu. “Ali
hem eski yazı hem de yeni yazıyı öğrenmiş. O, büyük adam. Çok bilgili. Böyle
bir adam tarlamızda çalışsa bile onu, bir konuk olarak ağılamak, onun ilmine
saygı göstermek görevimiz. Efendi adamı damda yatırmak olmaz.” Bu olayı, bana anlatan babamın gurbet arkadaşı
komşumuz Mustafa Öztürk’tü.
Beşikdüzü Köy Enstitüsü, kız öğretmen okul olunca öğrenciler
ülkemizdeki diğer enstitülere dağıtılır. Artık okulların adı değişir, öğretmen
okulu olurlar. Ali Korkmaz (Hacıömeroğlu), Balıkesir-Savaştepe’ye gönderilir ve
eğitimini burada tamamlar.
Okulu bitirince ilk görev yeri, Denizli ilinin Çal ilçesinin
İsabey kasabası. Orada annemle evlenir. Görevi sırasında kalıcı izler bırakır orada.
Bu izlerin hala capcanlı durması, gururlandırır beni. Yıllar sonra ilkokulu
okuduğu Hayrat’a atanır. Ben de aynı okulda okudum. Baş öğretmenimiz Ahmet
Hamdı Özcan’dı, yani babamın öğretmeni. Babamla hep gurur duydu. Önce kızı
Gülsen’i sonra de ikizleri Ahmet ve Hamdi’yi babamın okutmasını sağladı. Saygı
ve sevgi içinde çalıştılar yıllarca.
Ben de baba mesleğini seçtim. Türkçe Öğretmeni olarak Çarşamba-Çınarlık
Ortaokulu’na atandım. Orada babamın sınıf arkadaşı Salih Uzun’la tanıştım. Beni
tanıyınca şaşırdı. Babamı unutup unutmadığını sordum. “Ali unutulur mu hiç? Enstitüye
geldiğinde yanında namazlığı vardı. Onu ranzaya asardı. Beş vakit namazını
kaçırmazdı. Ramazanda teravih namazlarını bize o kıldırırdı. İmamımız olurdu.
Kimi zaman da cumalarda önümüze geçerdi. Son sınıfa geldiğimizde biz imamlık
yapmaz oldu. Biz de namaz kılmayı bıraktık.” dedi. Babamdaki değişimi
anlayamadığını de ekledi sözlerine.
Enstitüye girdiğinde kitap okumaya başlamışlar. Önce dünya
klasikleriyle tanışmışlar. Giderek felsefe öğrenme merakı başlamış babamda. Namazlık
olarak kullandığı koyun postu elinden düşmezmiş. Okulun her yeri onun ibadetgâhı
olmuş. Bir gün Savaştepe’deki okul müdürü çağırmış onu. “Namazını kılmasına kıl
da bir yerin olsun senin. Seni kitaplığın sorumlusu yaptım. Al şu anahtarı, namazlığını
oraya koy ve orada kıl namazını.” Bu, onun için bulunmaz bir fırsat olmuş. Namaz
kılamaya her girdiğinde saatlerce çıkmazmış oradan, dalarmış kitaplara. Kitap
aşkı gittikçe derinleşmiş. Bu aşk, son soluğunu verene dek sürmüş. İki eli
kanda olsa her gün bir gazeteyi kesinlikle alır okurdu. Aylık düşünce ve
edebiyat dergilerine abone olurdu. Mesleğiyle ilgili yayınları izlerdi.
Kitaplar, onun vazgeçilmez arkadaşı oldu hep.
Köy enstitüleri amacına ulaşmıştı bir Cumhuriyet projesi
olarak. Babam da enstitülü olmaktan hep onur duyardı. Devletin ekmeğini yemişti
yatılı okullarda. Bu nedenle devletine bağlılığı üst düzeydeydi. Kendisine,
okuma olanağı veren Atatürk’e ve onun kurduğu Cumhuriyet’e yürekten bağlıydı. Yaşamı
boyunca iyilik gördüğü herkese saygı ve sevgide kusur etmedi. Her zaman bu
iyilikleri bize anlattı. Bu, bize vefalı olma eğitimiydi.
Son ders zili çaldığında işi bitmezdi. Derslerden sonra
özellikle yoksul öğrencilere kurs verirdi gönüllü olarak. Bu yolla birçok
öğrencisinin yatılı okul kazanmasında önayak oldu. Kimi zaman bu kursları, yaz
dinlencesinde de sürerdi.
İşte, o gün kendimi yetim olarak duyumsadım yaşıma başıma
bakmadan. Yüreğimin bir bölümü kopup gitti. Şimdi onun bıraktığı izlere bakarak
avunurum. Onun yaşama bakışını, insan ilişkilerini örnek alarak yürümeye
çalışırım yolumda.
Adil
Hacıömeroğlu
12 Eylül 2022
Babalar çocuklarının zihninde bir iz bırakmışsa gerçek babadır.. İz bırakmayan babalar biyolojik babalardır sadece..
YanıtlaSilNe güzel yazmışsınız, Allah rahmet eylesin. Dikkatimi çeken bir husus da, Türkiye'de çok az insanın ailesiyle ilgili bu derecede bilgisinin olması. Elinize sağlık
YanıtlaSilÖnce Beşikdüzülü olarak gurur duydum.. Sonra, o okullara dinsiz, kominist yetiştiriyorlar diyen beyinsizleri lanetledim.. Oysaki o okullar örneğinde olduğu gibi, zeki ve fakir çocukların vatana yararlı kişiler olmasını sağladı. Aydınlanma ve aydınlatma ocakları oldular. O okul sayesinde Beşikdüzü en aydın kişilerin olduğu ilçedir, tabiki kise sevmiyor, rahatsızlar. Atatürk lisemizi, bana göre adı Atatürk olduğu için yıktılar, yerine toki evleri yapıldı. Şu an Beşikdüzünüde düz lise yok.. Oysa o lise, doktor, mühendis, avukatlar kısaca tüm meslekten insanlar kazandırmıştı vatana. Yine aynı yere dönmek isteyen binlerce beyinsiz var.. Yazıklar olsun....
YanıtlaSilÇok duygulandım. Babanızın o tarihte, tek başına mücadele edip ışığa koşması ve bunu elde etmesi, böylece gelecek nesline de ışık olması çok gurur verici. Ruhu şad olsun.
YanıtlaSilŞükran Balekoğlu Yamak
Bir öğrencinin geleceğinde iz bırakmak ,gelecek nesillerin yolunu eğitimle aydınlatabilmek ne güzel , büyükleriniz yol açıp babanızın hayatına dokunmuş , babanız da azmiyle , çalışkanlıyla her zorluğu aşmış , kardeşlerinin kaybını okuyarak , çalışarak. .. yaşadığı topraklardan ayrılarak matemini öyle yaşamış.Değer yargılarını,sevgi, saygı ,hoşgörü , dayanışma ve insan olmayı , başkalarının haklarına duyarlı olmayı , adaletli olmayı öğretmişler. Erdemli yaşamayı,kendi haklarını savunurken , başkalarının hakkına saygı duymayı ,çocuklarına öğretip miras bırakmışlar.Ben merkezli değil biz merkezli olmuşlar .Güzel ve iyi insanlar eminim bir yerde yine beraberler , ışıklarda uyusunlar.🌸Babanız Ali Korkmaz
YanıtlaSil(Hacıömeroğlu) ve diğer büyüklerinizin ruhları şad olsun .Adil hocam size de sağlıklı günler diliyorum saygılar.✍️Fulya Kırımoğlu