Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi Denizli yöresinde de
kavurga özellikle çocuklar için önemli bir atıştırmalıktır. Görünüşüne
bakılarak çerez de denebilir buna. Amaç, açlığı yatıştırırken beden için gerekli
erkeyi sağlamak.
Dedem, kavurga yapmak
için yağ tenekelerini kesip konserve kutusu büyüklüğünde katlardı. Alt yanına
bir teneke parçasını lehimlerdi. Oluşturduğu teneke kutunun iki yanından karşılıklı
iki delik açardı. Bu deliklerden uzunca bir değnek geçirirdi. Ocaktaki od
güçlendirilirdi. Harlanan ocaktaki közlerin üzerine içi mısır, buğday, susam ve
kendir tohumu konan teneke kutu konurdu. Dedem, onu sallayarak içindekilerin
yanmamasını sağlardı. Ayrıca bu yolla her tane eşit olarak pişerdi.
Kavurgayı sabırsızca bekleyen biz çocuklar, ocaktan uzak
tutulurdu. Anneannem (İsabey ve çevresinde ebe denir.), çocukların üstlerine
örtüler örterdi kıvılcımlar sıçrayıp zarar vermesin diye. Kavurgalar yapıldıkça
tabaklara konup çocukların yemesi sağlanırdı. İvedilik gösteren bazı çocuklar,
kavurganın soğumasını beklemeden ağızlarına atardı mis kokulu taneleri. Atınca
da ağızları yanardı.
Bazıları diyecek ki niye konserve kutusu kullanmıyor da bunca
zahmete giriyordu? Çünkü çocukluğumuzda konserve yaygın değildi. Hele köylerde
konserveye gereksinim de yoktu. Çünkü her şey doğaldı. Sebzeler, herkesin
bahçesinde yetişirdi hormonsuz, kimyasal gübresiz.
Evde var olan mısır, buğday, susam ve kendir tohumu odda
kavrularak yapılır kavurga. Eskiden halkımızın çoğunluğu yoksuldu. Zaman zaman
kavurgada bu ürünlerden biri ya da ikisi eksik olabilirdi. Bu, çok önemli
sayılmazdı. Önemli olan uzun kış gecelerinde, kırda bayırda, ovada, yaya olarak
gidilmesi gereken uzun yollarda insanların yanında atıştırmalık olması. Okula
giden çocuklarının ceplerine kavurga koymak, ailelerin önemli bir
alışkanlığıydı. Bu, giderek bir geleneğe dönüştü.
Birazcık varsıl olan aileler, kavurgayı daha lezzetli duruma
getirmek için içine üzüm, ceviz ve badem gibi kuru yemişler eklerlerdi. Bu,
lezzeti artırdığı gibi kişinin alacağı erkeyi ve besin değerlerini de
çoğaltırdı.
Kavurga, Anadolu’muzun eskiden beri var olan bir ayaküstü
lezzeti. Son yıllarda ayaküstü karın doyurma yerleri çoğaldı. İnsanlar,
acıktığında ayaküstü bir şeyler atıştırıp işlerini aksatmadan çalışma yaşamlarını
sürdürmekteler. Batı’dan ülkemize gelen bu ayaküstü bir şeyler yeme alışkanlığı,
ülkemizde yüzyıllardır var. Bükmeler, dürümler, simitler, kavurgalar ve daha
niceleri…
Ceplerine kavurga konan çocukların bunları yalnız yeme
alışkanlığı yoktu eskiden. Özellikle azıcık varlıklı aileler, çocuklarının
ceplerine ellerinden geldiğince çok kavurga koyarlardı. Onlara, arkadaşlarına
da vermeleri gerektiğini öğütlerlerdi. Yetim çocuklara özel bir ayrıcalık
yapılırdı. Onların yoksulluğu gözle görülürdü. Yetimlerin yüreklerindeki acı
belli olurdu. Bu nedenle onların tinsel durumlarını ezip örselemeden avuçlarına
biraz kavurga koymak her iki çocuk için de mutluluk kaynağıydı. Bu, paylaşmanın
mutluluğuydu.
Yoksulluğun acımasızlığıyla açlıkla savaşanlar çoktu eskiden.
Ülkemiz on yıl süren bir savaştan çıkmıştı. Topraklarımız haraptı. Üretimimiz
düşüktü. Tarımda fenni yöntemler bilinmezdi. Karasabanla sürülen tarlalardan
gerekli verim alınmazdı. Sulama, makineleşme, tohum ıslahı, gübreleme tarımımız
için yabancı sözcüklerdi. Köylümüzün çoğu topraksız ya da az topraklıydı. Bu
nedenle köylümüz geçimini sağlamak için ırgatlık, marabalık, yanaşmalık
yapardı. Boğaz tokluğuna çalışmak yaygındı. Çoğu kişinin giysileri yamalana
yamalana asıl rengini, desenini yitirmişti. İşte, böyle bir zamanda bir lokma
ekmeğin, bir avuç kavurganın önemi büyüktü.
Okul sıralarını dolduran çocukların yiyeceklerini
arkadaşlarıyla paylaşmaları bir gelenekti. O dönemde bireycilik mikrobu,
toplumumuza bulaşmamıştı. Kapitalist üretim ilişkileri, ülkemizin iliklerine
dek işlememişti. Kapitalizmin bireyciliği, insanımıza yabancıydı. İnsanların
bencilce davranması ayıp sayılırdı. İşte kavurgaları paylaşmak, böyle bir
düzende olanaklıydı.
Kavurganın besin değeri çok yüksekti. Özellikle içine katılan
kendir tohumu, bin bir derde devaydı. Bugün otacılarda em diye satılmakta. Oysa
kendir tohumunun yararını Anadolu insanı yüzlerce yıl önce keşfetmişti.
Kendir/kenevir ekimi, türlü nedenlerle yasaklandı ülkemizde. Bu
yasaklanmada ABD ve AB’nin etkisi çok fazla. Oysa kendir tam bir sanayi hammaddesi.
Günlük yaşamımızda kullandığımız birçok şeyin üretiminde gerekli bir ürün.
Üstelik kendirden üretilen sanayi ürünlerinin geri dönüşümü çok kolay.
Şimdi düşünüyorum da önlük ceplerini (Artık okullarımızda önlük
de giyilmiyor. Bu nedenle beslenme çantalarında konur mu kavurgalar?) kavurgalarla
dolduran çocuklar var mıdır Anadolu köylerinde? Kavurgalarını avuç avuç
paylaşan öğrenciler nerelerdeler?
Adil Hacıömeroğlu
13
Eylül 2022
Aslında sağlıksız hamburgerciler, Batı tipi uyduruk ve zararlı abur cuburlar yerine kaburga, tırmız, kuruyemiş alışkanlığımız devam etse keşke.
YanıtlaSilBir önceki yorumdaki yazım yanlışını düzelteyim: Kaburga değil, kavurga olacak.
YanıtlaSil