Dün akşam (25 Eylül 2022) Ulusal Futbol Takımımız, Faroe
Adaları ile karşılaştı. Ne yazık ki yenildi bu C Ligi karşılaşmasında. Bu yengi
Faroe Adaları için üstün, tarihsel ve gurur duyulacak bir başarı. Çünkü Türkiye
gibi büyük bir ülkeyi yendiler. Yenilmeye alışmış bir takımın böyle bir utku
kazanması, dünyanın bir ucundaki adalarda yıllarca konuşulacak ve konuşuldukça
da övünülecek bir yengi.
Faroe Adaları bir devlet bile değil. Danimarka’ya bağlı bir
özerk bölge... Yüzölçümü, 1400 kilometre kare... Nüfusu, 50.322… Görüldüğü gibi
Anadolu’da orta büyüklükte bir ilçemizin nüfusu kadar insan yaşamakta bu adalarda.
Neredeyse yediden yetmişe herkesin futbol konuştuğu bir
ülkeyiz. Basın yayın organlarında sabah akşam futbol var. Spor deyince futbol
gelir uslara. Futbol dışındaki sporlar, insanların usuna gelmez. Ülkemizdeki
futbol takımlarındaki oyuncular olağanüstü yüksek paralar kazanır. Bu paralarla
çoğu zaman görgüsüz, gösterişli bir yaşam sürdürürler. Futbol kulüplerinin
çoğunun yöneticisinin ayağına top değmemiştir. Ancak futbolun toplumdaki önemli
yerinden yararlanmak için büyük paralar harcar görünürler. Gerçekte ise bir
kuruş bile harcamayanlar çoğunlukta. Yöneticilikten yararlanarak işlerini
büyütenler çoğunlukta. Hatta kaynağı belli olmayan servetlerini, futbol
üzerinden aklayanlar da saymakla bitmez. Yönettiği futbol kulübünün içini boşaltıp
ekonomik batağa sürükleyenler de az değil. Futbol kulüplerinin kimi başkanları,
futbolcu alım satımlarında kendi ticari ilişkileri ön plana alır. Bir ülkeyle
ticari ilişkilerini geliştirmek için futbolcular kullanıldı kimi zaman.
Her futbol takımının kendince yandaşları var. Zar zor
kazandığı üç kuruşu futbol maçı için harcayan yandaşlar… Yeri geldiğinde karşı
takımın yandaşlarıyla bıçakla, silahla, yumrukla kavgaya tutuşan yandaşlar var
tribünlerde. Nefret duygusuyla donanmış yandaşlar, her şeye at gözlüğüyle bakar.
Eleştiri, özeleştiri bu alanda var olan bir şey değil. Nefret duygusu,
düşmanlığa dönüşür kolayca. Gündelik, geçici başarılar, onları mutlu eder. Başarısızlık
da ise derin bir üzüntüye gömülüp birilerini suçlarlar. Herkesin kendisine göre
bir günah keçisi var. Bunlar: hakem, oyuncu, yönetici, maça gelmeyen izleyici
yandaş, spor yazarı, basın, hava koşulları, maç saati…
Futbolumuz, üretemiyor. Yıllardır doğru düzgün dünya
yıldızları yetiştiremedik. Kişisel ve rastlantısal başarılar, olduğundan çok
abartıldı. Sorunlar görülmedi. Bu sorunların çözümleri kimsenin usuna gelmedi. Neden
üretemediğimiz, niye insan yetiştiremediğimiz tartışılmadı bile. Futbolcu
yetiştirmek, bir eğitim işi. Eğitim ise zor ve uzun soluklu bir süreç… Büyük
emek ve yatırım ister. Hazırcı kulüp yöneticileri kolaycılığı seçerek yabancı
oyuncularla başarı kazanma peşinde. O da olmuyor. Çünkü taşıma suyla değirmen
dönmüyor. Kimi zaman maç izlerken alanda yerli oyuncu aramaktayım. Gördüğümde
ağzım kulaklarıma varıyor. Mutlu oluyorum. Ekonomik sistemimiz de dışalıma
bağımlı… Bu nedenle iki yakamız bir araya gelmiyor bir türlü.
Üretmeden tüketmek nasıl bir sakat anlayış? İşte, futbolumuzu
da bitiren bu. Ülkemiz genç nüfusuna karşın futboldan ve diğer spor dallarından
para kazanamıyor nedense. Sürekli büyük paralar harcanıyor. Anlı şanlı
kulüplerimiz borç batağında. FİFA kuralları uygulansa bu takımlarımız çoktan
alt ligleri boylamıştı. Ancak ülkemizde nedense kuralsızlık, kural durumuna
getirilmiş. Siyaset, futbolun içinde. Oy devşirmenin bir yolu bu.
Ne olursa olsun kazanmalıyız, anlayışı egemen futbolumuzda. Hile,
şike, adam kayırma, aldatma, ayak oyunları, masada iş bitirme, maç sonucunu yeşil
çimlerde değil de karanlık odalarda belirleme çok yaygın. Şeytanlık yapanlar
ödüllendirilir, başarılı sayılır. Alınteri döken, emek harcayanlar enayi yerine
konur tıpkı siyasal alanda olduğu gibi. Toplumsal yaşamımızdaki haksızlığa
dayalı düzen, futbolda da egemen. Bir haksızlık yapıldığında kimsenin sesi
çıkmaz. Herkes, kendisine haksızlık yapıldığında ayaklanır. Oysa haksızlık sana
değil, başkasına yapıldığında ayağa kalkarsan erdemli kişi olursun. Erdem,
unutulan bir şey… Erdemin olmadığı bir yerde başarı olur mu?
Futbolumuz, yıllardır İstanbul eksenli… İstanbul eksenli
demişsem üç ünlü kulübü söylemekteyim. Üretmeyen, tüketen… Futbol düzeni, bu üç
takımca oluşturuldu. Aralarında “ezeli rekabet” var, dense de inanmam. Çünkü birinin
zarar gördüğü bir durumda üçü birleşmekte. Özellikle bu üçlü düzenin bozulması
söz konusu olunca tortop olmaktalar. Futbolla ilgili her türlü düzenlemeyi
onlar yapar. Federasyon yöneticilerini kendileri seçer. Seçtikleri günden
başlayarak eleştirirler, hatta tehdit ederler seçtikleri yöneticileri. Bu sopa
göstermenin nedeni, onlara verdikleri görevi anımsatmak. Üçlü düzen ulusal
takıma da yansır. Burada da kulüpçülük, ulusal bilincin önüne geçer. Bu da
başarısızlığın bir başka yönü.
Ulusal takımın da kulüp takımlarının da başarısı yok denecek kadar az uluslararası alanda. Ülke puanımız yerlerde sürünmekte. Elbette bunun bir sorumlusu var. Bu d abu futbol düzenini oluşturanlar.
Başarısızlıklarda suçlu aranır ve bulunur. Kişiler suçlandığından
sistem unutulur. Kişiler üzerinden yapılan tartışmalar; bozuk, kokuşmuş sistemi
korur. Oysa sistem yanlış. Suçlu varsa futbol düzeni. İstanbul’un üç ünlüsünün
kurduğu sistem. Yani ülkemizdeki dışa bağımlı sermayenin yönettiği kulüplerin
futbolumuza, Türkiye’den bakamamaları. Bu dışa bağımlı sistemle başarı gelmez.
Atatürk’ün dediği gibi ülkemizin her alanda kurtuluşu için Anadolu’nun İstanbul’a
egemen olması gerek. Üretimin, tüketime üstünlüğü gerek. Bu da dışa bağımlı,
özellikle de Atlantik sisteminin taşeronlarıyla olmaz. Her alanda olduğu gibi
futbolda da üretmek zorundayız. Üretim konusu geçiştirilemez, ivedilik ve
kararlılık ister.
Adil
Hacıömeroğlu
26 Eylül
2022
Türk futbolunun ve sporunun önündeki en büyük engel "üç büyük" denen kulüplerdir. Dünyanın hiçbir yerinde böyle başı bozuk yönetilen yapılara bu kadar devlet teşviği verilmez. Gülünçtür yapılanlar...Borç ertelemeler, stadyum yapmalar, devlet bankalarını söğüşlemeler... Karşılığında ne var? 120 yılda bir kez kazanılmış UEFA kupası... Üstelik bu başarısızlıkların yarattığı psikolojik eziklik de cabası. Bu "üç büyük" saçmalığı ne zaman biter, futbol ve Türk sporu o zaman nefes alır. Elinize sağlık
YanıtlaSilKaleminize sağlık Hocam. Varolun
YanıtlaSilMaalesef üretidesteğiylem olmaksızın sadece tüketerek hiç bir alanda bağımsız olunmaz ve başarı gelmez.Kendi özkaynaklarını dinamiklerini potansiyelini değerlendirmek ve bu değeri işlemek yerine devasa paralar harcayarak ithal hocalar oyuncular getirerek ülke futbolu gelişmez başarı da gelmez.1975 yılında lige çıkan Trabzonspor bir yıl sonra emek ve alinteri ile sermayenin hakimiyetindeki şampiyonluğu Anadoluya taşıdı.Kendi öz evlatlarıyla ve kendi kentinin halkının fedakarca destekleriyle.Üreterek güçlendi güçlendikçe İstanbul sermayesinin takımlarına kafa tuttu ve onları devirdi.Ne zamanki onlar gibi olmaya öykündü tüketimi seçti sermayenin takımlarına karşı ezildi.Adil hocamın eleştirileri ve önerileri bu bağlamda çok kıymetli.
YanıtlaSil