Çocuklar, doğduklarında yaşamlarının en özgür anını yaşar.
Doğdukları günden başlayarak bu özgürlük anı yok olmaya başlar. Giderek
özgürlük, yerini tutsaklığa bırakır. Bir de bakmışsınız ki cıvıl cıvıl özgür
bir kuş gibi bulunduğu dalda cıvıldayan çocuk, eli, kolu, beyni ve yüreği
bağlanmış bir tutsağa dönüşür. Bu, nasıl mı olur?
“Çok ayıp böyle yapma!” ya da “Sen utanmıyor musun böyle
davranmaya?” Bu soruları işittiğinde çocuk ne konuşmaya başlamıştır ne de
yürümeye. Henüz bebek olan bir insan yavrusunu eğitmekteyiz güya. Oysa bu, bir
eğitim değil; kendi tutsaklığımızı ona aşılamaktır. Böylece bebek, yaşamının
ilk kısıtlamalarını yaşamaya başlar. Bebeğin kolu kanadı, dalı budağı kırılmaya
başlanır. Kolu kanadı kırılan kuş uçma yeteneğini yitirir.
Çocuk biraz daha büyür. Yanlış yaparak doğruyu bulma, öğrenme
dönemidir. Zaman zaman çevresindeki bazı eşyaları kırar elinde olmadan.
Elindekileri düşürür. Üstünü kirletir. Motor becerileri gelişmediğinden birçok
şeyi yapamaz. Büyüklerinin uyarılarına kimi zaman kulak asmaz, asamaz. Çünkü
kafasını taktığı konuyu çözmek, öğrenmek ister. Tam da bu anda yeni uyarılar
gelir. “Niye dediklerimi anlamıyorsun, aptal mısın?” ya da “Benim sözümü
dinlemediğin için terbiyesizlik yaptığının farkında mısın?” gibi uyarıcı,
aşağılayıcı soru tümceleri; çocuğun belleğine balyoz gibi iner. Bu
aşağılamalar, çocuğun tinsel dengesini altüst eder. Altüst olan çocuk,
özgürlüğünü yitirirken yüreğinin, beyninin tutsaklaştırıldığını fark eder.
Ancak çözüm yolu da bulamaz bir türlü. Bu sözler, yaşamına ilk adımlarını atan
küçük bireyin elini, kolunu paslı zincirle bağlar. Bu durum, çocuğun
bileklerine vurulan ilk kelepçe, ayaklarına takılan ilk bilekçe olur.
Anne, baba, çevresindeki diğer kişiler, hatta öğretmenlerince
“geri zekalı, manyak, aptal, akılsız, saygısız, ruh hastası, vurdumduymaz,
salak, asalak, beceriksiz, kişiliksiz…” gibi derin hakaretler içeren sözleri
çocuklara karşı çekinmeden kullanırlar. Bu sözler, her kullanıldığında çocuğun
yüreğine derin yaralar açar. Bu yaralar giderek artar ve derinleşir. Beyni
allak bullak olur. Düşünüp uygulama gücü iyice zayıflar. Özgüvenini yitirir.
Tinsel ve bedensel dengesi yok olur. Çevresindekilerle iyi ilişkiler kuramaz.
Arkadaşlarıyla dostluğu giderek bozulur. Çok geçmeden bu sözleri arkadaşlarına
karşı da kullanır. Hakaret sözcükleri, çocuk için sıradan duruma gelir. Bunları
kullanmanın kendisine bir üstünlük, güç kazandıracağını düşünür.
Sık sık çocuklara “Yapma, gitme, öyle oturma, itme,
çekiştirme, açma, konuşma, iki de bir gülme, dokunma, onu oraya koyma…” gibi
sert uyarılar yapılır büyüklerince. Bu uyarılar, çocuğun özgürlüğünü
kısıtladığı gibi öğrenmesini de engeller. Böylece çocuk, giderek uyarıların
tutsaklığında ne yapacağını, nasıl davranacağını şaşırır. Şakına dönen çocuk,
iyi ile kötüyü karıştırır. Olumluyla olumsuzun ayrımına varamaz. Zaman geçtikçe
bir şey yapmayan bir kişi durumuna gelir. Çünkü kendisine göre iyi de yapsa
kötü de yapsa kızgınca uyarılıyor nasıl olsa. En iyisi bir şey yapmamak… Belki
o zaman bu sözleri işitmeyeceğini düşünür.
“Bir akıllıya, kırk gün deli dersen deli olur.” demiş
atalarımız. Ne güzel, uyarıcı bir söz. Sürekli olumsuz uyarılarla örselenmiş
bir çocuğun özgürlüğü de üretkenliği de yaratıcılığı da kalmaz. En kötüsü de bu
yolla çocuğun düşleri öldürülür. Düşleri öldürülen bir çocuğun eli, kolu, beyni
ve yüreği demir zincirlerle sarılmış, tutsaklaşmıştır. Dili yok edilmiş, ağzı
bantlanmıştır. Böyle bir şeyi dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir çocuk hak etmez.
Hiç kimse kendi eliyle koruması altında olan bir çocuğun düşlerini yok edip
aklına kement vuramaz.
Adil Hacıömeroğlu
6
Aralık 2022
Çok zor ve iç acitici bu önemli sorunu ele almak,ozce toparlamak çok kolay değil, Yazarımız gene ekonomik ve doğru sözcüklerle üstesinden gelmiş zor konunun,
YanıtlaSilYorgun olsakta , başkasına sinirlensekte
Silsakın bunun acısını çocuklarımızdan çıkarmayalım.Başkalarının yanında yanlışlarını söylemeyelim, olumsuz isimler takmayalım, okuldan gelince çocuklar anlatmak isterse dinleyelim .Karnını doyururken ruhunu da doyuralım. Sevdiğimiz kadar da saygı gösterelim.Bir çocuğun en önemli ihtiyacı sabırla her şeyi öğreten annedir. Baba da annenin yanında olmalıdır.Çalışırken hepimiz fedakarlık yapıp evlatlarımızla verimli zamanlar geçirmeye çalıştık kendine güvenen , karar verme yetisi gelişen çocuklar
da yetişkin olunca ,mutlu olurlar .Ne kadar çok seviyor ve seviliyorsa, insan ilişkilerinde de olumlu , mutlu , işler de üretken olurlar.Evlatlarımız bizim geleceğimiz insanı duyguları,, beslersek toplum da paylaşımcı , vicdanlı , merhametli olurlar..Hocam saygılar…Esen kalınız..Fulya Kırımoğlu