KÖY ENSTİTÜLERİNDE ELEŞTİRİ VE ÖZELEŞTİRİ


        Fakir Baykurt, Isparta Gönen Köy Enstitüsüne gider. Enstitüde ilk karşılaştığı şeylerden biri eleştiri toplantıları. Bu toplantılarda öğrenciler birbirlerini, çalışanları, öğretmenleri ve yöneticileri eleştirme hakkına sahip. Ancak eleştiri, dayanaksız olamayacak, nesnel bir temele dayanacak. Bu eleştiri toplantıları, cumartesileri yapılmakta.

        “Cumartesi toplantıları, yaptığımız işleri, tuttuğumuz nöbetleri eleştirme toplantısı. ‘Hademe’ ya da ‘hizmetli’ denen işgörenlerden yok enstitüde. Bir aşçıbaşı, iki bulaşıkçı, iki çamaşırcı, bir fenerci. Hepsi bu kadar. Bunların yaptığı dışında kalan işleri kendimiz yapıyoruz. Hizmetleri bir hafta süreyle 50-60 kişiden oluşan kümeler üstleniyor. En ağırı temizlik hizmeti. Aşevinde, yemekevinde, fırında, hamamda, helalarda çok hizmet var. Elektriğimiz yok henüz. Akşamları en az 50 fener, 12 lüks yanıyor. Fenerci kadın camları siliyor, fitilleri düzeltip gazları dolduruyor. Bir öğrenci ona yardım ediyor. Odun kömür işleri var. Ambarda nöbet tutuluyor. Araç gereç deposunda var, nöbet tutuluyor. Hizmetler cumartesinden cumartesiye sürüyor.

        Cumartesi sabahı öğrencilerin, öğretmenlerin katıldığı bu toplantılar önemli. Geçen haftanın çalışmaları değerlendirilir, istekler dile getirilir. Savsanmış hizmetler ortaya konur. Toplantıları çoğunca Beşlerden bir ağabey ya da ara sıra Eğitimbaşı yönetir. Bunlar isteyene söz verir. (Fakir Baykurt, Köy Enstitülü Delikanlı, Literatür Yayınları, 3. Basım, Mart 2019, sf. 31)”

        Cumartesi günü yapılan eleştiri toplantılarında, okulda yapılan her şey eleştirilebilir. Bu konuda kısıtlama yok! Böylece yanlış giden işler, ortaya çıkarılıp onları düzeltmenin yolu bulunur.

        “Sofralarımız on ikişer kişilik. Ekmeği, tabağı, çatalı, kaşığı, bardağı her gün birimiz getirip diziyoruz. Bakır karavanalarımız var. Aşevinin önüne sıra olup yemekleri alıyoruz. Büyük sınıflar başta, küçük sınıflar sonda duruyor. Koşarak gidip geliyoruz. Arkadaşlara yemeği bölüştürdükten sonra kendi yemeğimizi yiyoruz. Sonra bulaşıkları topluyoruz. Sulu yemekleri taşımak ustalık ister. Epeycemiz küçük olduğumuz için dökeriz. Gecikmeyelim diye koşmak zorundayız. Hele büyük sınıflar, aldı mı gider. Büyük sınıflar saç büyütür, bize yasak. Bence çok ayrımcılık var. Diyelim beyaz peynir. Büyüklere düzgün kalıplar, bize kırık dökükler. Diyelim kuru fasulye. Onlara kazanın üstünden etli, taneli; bize eti bırak, taneler de tek tük. Arkadaşlar yerken arar gibi yapar; eğer bir tane yakalarsa, ‘Aha buldum!’ diye çığlık atar. (Aynı yapıt, sf. 32)”

        Fakir Baykurt, cumartesi toplantılarından birinde söz alıp şunları söylüyor: “Enstitüde her gün bize ayrımcılık yok deniyor. Ben de olmasın istiyorum ama var! Peynirin düğün kalıpları beşlere, dörtlere! Yemeklerin etlisi beşlere, dörtlere! Sıra aşağı sınıflara gelince, aşçıbaşı kazana kaynar su katar; acaba neden? (Aynı yapıt, sf. 33)”

        Baykurt, yukarıda anlattığı kuru fasulye ve peynir konusunu cumartesi toplantısında dile getirir. Bu haksızlığı eleştirir. Bu eleştiri, herkesin ilgisini çeker. Sorumlular ortaya çıkarılıp kendilerini savunmalarına fırsat verilir. Beşlerden tanık bulunur. O da doğruyu söyler. Kimse, bu eleştiriyi yapanı susturup suçlamaz. Öğretmenler de eleştiriyi dinlerler sonuna dek. Toplantıyı yöneten eğitimbaşı, gerçeğin ortaya çıkması için çaba gösterir. Sonunda Fakir Baykurt haklı çıkar. Bu haksızlık böylece düzeltilir.

        Köy enstitülerindeki eğitimin en önemli yanı, öğrencilere eleştiri ve özeleştiri alışkanlığı kazandırmaktı. Düşünün ki geleneksel bir toplum ve aile ortamında büyüklerin dediklerine ses çıkarmamanın “saygı” olarak görüldüğü bir çevreden gelen çocuk, okulunda bu alışkanlığını yıkıp geçmekte. Eleştiri ve özeleştiri sayesinde düşünsel gelişimi hızlanmakta. Böylece kişilk kazanmakta.

        Eleştiri yoluyla öğrenciler, düşünce ve gözlemleriyle yönetime katılmış oluyorlardı. Bu düşünsel katılım, onlara özgüven kazandırmaktaydı. Ayrıca eleştiri yapmak, bir sorumluluk işiydi. Bir konuda sorumluluk alan kişi, işin iyi yapılması için uğraşır. Böyle yapılarak ortak çalışmanın gücü ortaya konur. Herkes işin sahibi olurdu bu yolla.

        Eleştiri, korkunun ve baskının olmadığı yerlerde yapılır. Korku ve baskı, eleştiriyi yok edince o işte yanlışı düzeltme olanağı da kalmıyor. Böylece yanlışlar giderek büyüyüp kangrene dönüşmekte. Kangrene dönüşen sorunların çözümü ise oldukça zor.

        Kişilerin ve toplumların gelişmesi, doğruyu bulması ancak ortak usla olur. Ortak usun uygulanması içinse eleştiri olmazsa olmaz. Bu nedenle eleştiriden korkmamalı. Eleştiriden korkanlar, genellikle özgüvensiz kişiler. Eleştiriye karşı çıkanların çoğu, kendi başına bir iş yapamayanlar. Bu kişiler, genellikle kendilerinden güçlü olanların kanatları altına sığınırlar. “Kol kırılır, yen içinde kalır.” sözünü, sık sık dile getirir eleştiriden korkanlar. Eleştirinin bulundukları kümenin birliğini bozacağını, gücünü zayıflatacağını düşünürler. Yanlış da olsa savundukları görüşün peşinde gitmeyi davaya ve ülküye bağlılık, yürünen yolda kararlılık olarak görürler. Oysa bu davranışlarıyla yanlışı geliştirdiklerinin farkında bile değiller. Bunun feodal bir bağlılık olduğunu da bilmezler.

        Köy enstitüleri kapatılarak topluma yerleşmesi istenen eleştiri geleneği de ortadan kalktı. Bunun içindir ki Atlantik ötesinden gelen buyruklara sorgusuz sualsiz bağlandı birçokları. Ne yazık ki günümüzde toplumun belleğini tutsaklaştıran düşünceleri ortadan kaldırmak için eleştiriye çok gereksinmemiz var.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       6 Aralık 2022

1 yorum:

  1. Eleştiri ve öz eleştiri insan düşüncesinin gelişimini sağlar.
    Yerinde ve zamanında yapılan eleştir karşıdakine bir iletidir,ben senin hata yapmanı istemiyorum anlamına gelir .
    Eleştiriler aşağılama ve hakaret olmadığı sürece insa düşüncesinin gelişmesini ve hata yapmasını engeller .

    YanıtlaSil