Hasan Ali Yücel… Türkiye’nin unutulmaz Milli Eğitim Bakanı…
Ülkemizde çığır açan bir adam… Yaptıklarıyla yıllardır tartışılan cesur yürekli
bir Cumhuriyet neferi… Amerikancı liberallerin ve yobazların hedefindeki Cumhuriyetçi
düşünür…
Hasan Ali Yücel; ülkemize öğretmen, müfettiş, müdür,
milletvekili ve bakan olarak hizmet etti. Yaptığı her görevde Cumhuriyet ülküsüne
bağlı kaldı. Onun düşüncelerine, ülküsüne yön veren Atatürk’tü. Yaşamı boyunca
düşüncelerini şiir ve düzyazılarıyla anlatır. Birçok kitapta imzası vardır bu
nedenle.
19 Arkalık 1922’de yanmış yıkılmış İzmir’de öğretmenliğe
başlar. Burada Muallimler Birliği ve Türk Ocağı’nı kurar. Hem mesleki hem de
düşünsel örgütlenmenin gereğine inanan birdir. Bir felsefeci olarak toplumun
sorunlarına kayıtsız kalmaz. Sorunlar üzerinde kafa yorup çözüm yollarını
bulur. Bunları da çevresindekilerle ve toplumun her kesimiyle paylaşır.
Yücel, Atatürk’le ilk kez 2 Şubat 1923’te İzmir’de karşılaşır.
Atatürk’ün halkla yaptığı toplantıya katılır. Orada Atatürk’e: “Mekteplerin
yanında medreselerin sürüp sürmeyeceğini” sorar. Mustafa Kemal ilk kez orada,
bu sorunun yanıtı olarak “eğitim birliği” ve “karma uygulama”dan söz eder.
Tek partili yaşamdan çok partili düzene geçiş için kurulan
Serbest Fırka denemesi amacına ulaşmaz. Birçok siyasal olumsuzluk ortaya çıkar.
Bu partinin kapatılmasından sonra Atatürk, üç ay süren (11 Kasım 1930-3 Mart
1931) bir yurt gezisine çıkar. MEB, bu geziye otuz üç yaşındaki Hasan Ali Yücel’i
gönderir. Atatürk ve yanındakiler, Ankara Garı’ndan trene binerler. Büyük
Kurtarıcı, İzmir’de kendisine soru soran genci anımsar görünce.
Gezinin ilk durağı, Kayseri. Atatürk, yanındakilerle kentin
lisesine gider. Hepsi birden felsefe dersine girerler. Derste okutulan Mantık kitabının
yazarı, Hasan Ali Yücel’dir. Bu, doğaldır ki büyük bir rastlantı. Atatürk, ders
boyunca kitabı inceler.
“Kitapta ‘kaziye’ (önerme), ‘salibe’ (olumsuzlaştıran), ‘mucibe’
(neden-sebep), ‘külliye’ (genellik-bütünlük) gibi Arapça terimleri gören,
öğretmen ve öğrencilerden duyan Atatürk, yüzünü buruşturuyordu. Ders bitti.
Atatürk, öğretmene teşekkür etti. (Alev Coşkun, Hasan Ali Yücel, Cumhuriyet
Kitapları, 2. Baskı, Temmuz 2007, sf. 38)”
Yolculuğun ikinci durağı Sivas’tır. Vali tarafından konuklara
akşam yemeği verilir. Atatürk, Mantık kitabında bulunan yabancı sözcükler
yerine Türkçelerinin bulunup konması konusunda Yücel’in düşüncesini sorar.
Yücel’in yanıtı şöyle olur: “Düşündüm. Dahası, muğlak
(anlaşılmaz) terimlerin Türkçelerini bulmada deneyler bile yaptım. Ama bu gibi
değiştirmelerin, bireyler tarafından yapılmasını sakıncalı gördüm. Herkes
kendine göre bir terim bulup kullanırsa, kimse kimseyi anlamaz; eğitimde anlam
bütünlüğü ortadan kalkar. Bu sorun için bir heyet (kurul) veya cemiyet (kurum)
oluşturulmalı ve bilimsel terimler burada saptanmalı, düşüncesindeyim. (Aynı
yapıt, sf. 39)” Bu yanıt, belki de orada Türk Dil Kurumu’nun kurulmasının düşüncesini
oluşturdu Büyük Önder’de.
Atatürk, Yücel’i ilgiyle dinler. “Bu arada başka kitaplardan
daha başka örnekler de verildi. Atatürk konuyu şöyle toparladı: ‘Terimler öyle.
Ama ben ilk pozitif bilimlerin metotlarını, büyük filozofların hayatlarını yazan
böyle bir mantık kitabı gördüm.’ Bana dönerek de: ‘Tebrik ederim. Söylediğim
noktalarda özel çabanızı görmek isterim,’ diyerek konuyu değiştirdi. Ve bana ‘hacim’,
‘satıh’, ‘hat’, ‘nokta’ gibi kavramların tanımlarını sordu. Bunlara kitapların yazdıkları
yanıtları sıraladım. (Aynı yapıt, sf. 40)
Atatürk’ün karşısındaki kişilere nasıl bir değer verdiği
yukarıdaki konuşmalardan anlaşılmakta. Hele o kişi, bir düşünsel üretim
içindeyse ona karşı ilgisi bir başka olmakta.
Atatürk, Yücel’e sıfırı sorar. “Soruyu, yaşamla yokluk (âdem),
varlıkla yokluk kavramlarıyla yanıtlamak istedim. ‘O halde,’ dedi: ‘Hayat
sonsuz ise, yokluk (âdem) da sonsuz olmaz mı? Buna göre, sıfır, âdem (yokluk)
demek mi? Sıfır ile yokluk arasında ne fark var? Tuhaf şey, -saatini
göstererek- şu saat varken biraz sonra cebime sokarsam sıfır mı olur? Hayatı
nasıl tasavvur (planlıyorsunuz) ediyorsunuz? En sonunda ‘sıfır’ı ‘yok’ demektir
diye tanımladım. Bunun üzerine, ‘Güzel,’ dedi, ‘bu yok olan şey bir rakamın
önüne (sağına) gelince onu on kat yükseltiyor. Bu nasıl olur?’ Yanıtım
şöyleydi:
Evet efendim, öyle. Ben de huzurunuzda böyle sıfırım.
Bu yanıtım üzerine Atatürk’ün o zeki gözleri güldü, garsona, ‘Beyefendinin
kadehini buraya getir,’ dedi. Ben de yanlarına gittim. Aynı yapıt, sf. 40)”
Atatürk, kadehini Türkiye’nin gencecik müfettişinin şerefine
kaldırdı. Bu davranışıyla ona verdiği değeri gösterdi oradakilere.
Evet, Yücel’in dediği gibi sıfırlar bir sayıdan sonra geldiğinde
değer kazanır. Ne kadar çok sıfır, o kadar çok değer. Atatürk, sıfırdan önce
gelen sayıydı. O sayı, yok sayıldığında sıfırlar da değerini yitirmekte.
Atatürk’ten vazgeçilince her şey, tersine döndü. Artık sıfırlara değer
kazandırma zamanı. Bu da Atatürk’ün toplum ve devlet yaşamımızda yerini
almasıyla olur.
Adil Hacıömeroğlu
2
Aralık 2022
Evet Atatürk'ü ve ilkelerini yeniden rehber yapmalıyız
YanıtlaSil