CUMHURİYET’İN ŞEKER FABRİKALARI


        Türkiye, Cumhuriyet’in kurulmasıyla büyük bir sanayileşme hamlesine girişti. Ülkemizi kalkındırmak, Ortaçağ’ı yenmek, yurttaşı ekmek sahibi yapmanın başka yolu yoktu. Ülke, üretmek zorundaydı. On bir yıl süren bir savaş süreci, yurt topraklarını perişan etmiş, genç nüfus kırılmış, halk salgın hastalıkların ve üretim kıtlığının pençesinde yaşamda kalmak için olağanüstü bir savaş vermekteydi. Deyim yerindeyse cephede de cephe gerisinde de Türk Ulusu büyük bir kırımın, kıyımın yok edişiyle karşı karşıyaydı.

        Yoksulluk, ülkemizin üstüne bir karabasan gibi çökmüştü. Sanayi üretimi yok denecek kadar azdı. Tarım üretimi ise ilkelliğin pençesinde can çekişmekteydi. Halkın çoğunluğu bir dilim ekmeğe muhtaçtı. Türkiye’nin ne yitirecek zamanı ne de boşa harcayacak emeği vardı. Var olan kaynaklar en iyi bir biçimde değerlendirilip halkın yararı için her türlü üretim alanı geliştirilmeliydi.

        Sanayileşeme seferberliğinde en ilgi çekici alan, şeker fabrikalarıydı. Kendi pancarımızdan, kendi şekerimizi üretmeye başladık çok geçmeden. Halkımızın ağzı tatlandı şeker üretimimiz sayesinde.

        Cumhuriyet kurulduktan sonra kollar sıvandı. 5 Nisan 1925’te 601 sayılı, Şeker Fabrikalarına Bahşolunan İmtiyazat ve Muafiyat Hakkında kanun çıkarıldı. 1925’te ilk olarak Uşak Şeker Fabrikasının temeli atıldı. Ardından 25 Aralık 1925’te Alpullu’nun temeline harç kondu. Alpullu, 26 Kasım 1926’da üretime başladı. Fabrikanın temelinin atılmasından üretime başlaması arasında bir yıl bile yok! Üretim sevisinin, inancının ne denli büyük olduğu buradan anlaşılır. 17 Aralık 1926’da da Uşak’ta üretim başladı.

        1 Şubat 1933’te temeli atılan Eskişehir Şeker Fabrikası, 5 Aralık 1933’te açılışı yapıldı. 7 Ekim 1933’te yapımına başlanan Turhal Şeker Fabrikası 19 Ekim 1934'te ilk üretimini yaptı. Artık Anadolu’nun dört bir yanında fabrika bacaları tütüyordu. Sanayileşme, dünyada az görülür bir hızla sürmekteydi ülkemizde. İşte, Cumhuriyet buydu.

        Adapazarı (1953), Amasya (1954), Konya (1954), Kütahya (1954), Burdur (1955), Susurluk (1955), Kayseri (1955), Erzincan (10956), Elazığ (1956), Erzurum (1956), Malatya (1956), Ankara (1962), Kastamonu (1963), Afyon (1977), Muş (1982), Ilgın (1982), Bor (1983), Ağrı (1984), Elbistan (1985), Erciş (1989), Ereğli (1989), Çarşamba (1989), Çorum (1991), Kars (1993), Yozgat (1998), Kırşehir (2001) fabrikaları üretime başladı. Fabrikaların dağılımına bakıldığında bölgesel eşitlik göze çapmakta. Tam da Atatürk’ün halkçı-devletçi siyasetine uygun bir sanayileşme söz konusu.

        Eskişehir fabrikası, kendisinden sonra kurulan fabrikaları üreten kaynak. Hem teknik açıdan hem de insan kaynakları bakımından her fabrikayı doğuran bir ana olmuştur. Bu durum, köy enstitülerinin yapımı ve yaygınlaşmasıyla koşut. Eğitim yaşamını sürdüren köy enstitüleri, yeni köy enstitülerinin yapımını üstleniyordu. Bir okul, başka bir okulu halkın hizmetine sokuyordu. İşte, birçok alanda yaşama geçirilen bu uygulama, üreten Cumhuriyet’in Türkiye’sidir.

        “Fabrikaya dönüyoruz yine… Burası, yalnız şeker üretim eden bir mekanik müessese değil, aynı zamanda bir bilim yuvası da. Bir yanda bütün şeker fabrikalarının kimya mühendislerinin şeker tekniğine göre birer buçuk aylık ders gördükleri kurslar faaliyet halinde… Fabrika müdürü Sulhi Akışık bu kurslarda hocalık ediyor. Teknoloji laboratuvarı müdürü Bayan Nihal Şendökmen ve Bayan Perihan Güray idare ediyorlar. Bu iki hanım, şeker endüstrimizin kıdemli ve usta kimyagerleri… Kursların gayesi, yeni teknik elemanları umumi kimya, teknoloji, makine ve elektrik bölümlerinde ihtisasa vardırmak. Ders görenlerin yarısı hanım… (İlhan Tarus, Cumhuriyetin Şeker Fabrikaları Uzun Atlama Bir Endüstrileşmenin Romanı, H2o Kitap, 1. Baskı, Mayıs 2018, sf.128-129)”

        Görüldüğü gibi şeker fabrikalarında kadın çalışanların, özellikle de yönetici ve mühendislerin sayıları göze çarpmakta. Fabrikalar, işe aldıkları mühendisleri hizmetiçi eğitimden geçirerek deneyim sahibi olmalarını sağlamakta. Böylece iş bilmezlikten doğacak kazalara, acemiliklere alan bırakılmamakta.

        “Eskişehir fabrikalarının atölyeleri, görmüş olanlara bir karşılaştırma zemini olarak söylüyorum. Karabük veya Kırıkkale tesislerini hatırlatacak bir mahiyet taşıyor. Öyle bir manzara arz ediyor. Öyle bir tesir bırakıyor adamın üstünde.

        Her biri bir muazzam demir çatının altına serilmiş, sıra sıra demirhaneler, lastikhaneler, haddehaneler, çarkhaneler, modelhaneler, marangozhaneler, dökümhaneler, haneler, haneler… Her bir çatının altında on beşten elliye, altmışa, yetmişe kadar işçi çalışıyor. Har har yanan elektrikli ocakların başında, gözleri kara gözlüklü insanlar, dış dünya ile ilgilerini kesmiş, çalışıyorlar. En meraklı yer dökümhane… Parlak, adeta güneşten koparılıp eritilmiş bir mayi, kalın kovadan kalıba aktarılıyor. Ustabaşı geriden emirler veriyor. Biraz ötesinde atölye yüksek mühendisi duruyor. İşçilerin alınlarından, boyunlarından oluk oluk ter sızıyor. Akıtılan kalay ve bakır alaşımı, herhangi bir şeker fabrikasının bir çetrefil yedek parçası şekline girip donacak. Model atölyesi şefi, yüksek makine ve elektrik mühendisi Haşmet Uyar, sonucu sabırsızlıkla beklemekte. Yanımdaki müdür de kendini olaya kaptırdı: Gözlerini kalıba dikti, dikkat kesildi. Üstüme fırlaması muhtemel tek damla dökümden korunmak için hissettirmeden, geri geri çekiliyorum. Sulhi Bey bunu fark ediyor, gülerek?

        ‘Hiç korkmayınız,’ diyor, ‘burada, bugüne kadar tek işçinin parmağının ucuna zarar gelmemiştir…’

        Bu Sulhi Bey, meraka değer bir adam doğrusu…Niçin diyeceksiniz. Zihni, bize tuhaf görünebilecek bir düzenle işlemeyi alışkanlık haline getirmiş. Saki resimhanede hazırlanan planların bir kopyası, onun kafasına derhal nakşoluveriyor. Adım başında, tezgâhın birinde rastladığımız en küçük bir parçayı tanıyor. Anlatmaya başlıyor. (İlhan Tarus, Cumhuriyetin Şeker Fabrikaları Uzun Atlama Bir Endüstrileşmenin Romanı, H2o Kitap, 1. Baskı, Mayıs 2018, sf. 132-133)”

        Yazar İlhan Tarus, Eskişehir Şeker Fabrikasında gördükleri karşısında şaşkınlığını gizleyemez. Çalışanların özeni, ilgisi, bilgisi onu büyüler.

        Şeker fabrikalarında her türlü spor alanı, tiyatro ve sinema salonları, aşevleri, yeiçler, çocuk bakımevleri, sosyal alanlar, kültürel etkinlik yerleri, kitaplıklar, okullar… var. Fabrika, kurulduğu yere uygarlığın aydınlığını, sıcaklığını götürmekte. Ayrıca bulundukları yerlerin ulaşım, eğitim, sağlık gibi birçok yaşamsal gereksinmelerine katkıda bulunmaktaydılar. Birçok fabrikanın farklı dallarda spor takımları vardı.

        Şeker fabrikaları, yalnızca şeker değil; küspe ve ispirto da üretmekteydiler. Küspe, hayvancılığın gelişmesi için çok önemliydi. Bu fabrikalar; pancar yetiştiren köylüye, hayvancılık yapan yurttaşa, fabrikada çalışan işçiye, memura ve mühendise geçim sağlamaktaydı. Fabrikaların çevresine kümeleşen esnafa ekmek kapısıydı. Ne yazık ki bu fabrikalar özelleştirilerek çoğu üretim yapamaz duruma geldi. Sağlıklı ve tamamen ulusal gücümüzle ürettiğimiz pancar şekerinin yerini, yabancı firmaların ürettikleri mısır şurupları aldı. Hem ekmeğimizden hem de sağlığımızdan olduk özelleştirmelerle. Belki, bir gün bu yanlıştan dönülür. Ülkemizin dört bir yanında yeniden fabrika bacaları tütmeye başlar.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       12 Aralık 2022

1 yorum:

  1. CHP yeniden iktidar olursa Atatürk ilkeleri yeniden canlanacak.Birlik ve beraberlikle yine güçlükleri aşacağız.Ortak akıl ve halkla birlikte her şey çok güzel olacak👍❤️🇹🇷🌺🌹🌷

    YanıtlaSil