YAĞMURUN BEREKETİ


         8 Temmuz Cumartesi günü kaldığımız yerden Mürefte merkeze yürüdüm. Kaldırım olmadığı için yürümek oldukça zor. Kelle koltukta yürünüyor bu yolda. Yirmi dakikaya yakın sürmekte yürüyüş. Yol yürünebilir, düzgün olsa daha kısa sürede gidilir.

         Yolda yağmur damlaları tek tek düşmeye başladı. Damlalarla adımlarım hızlandı. Çarşıya girince birkaç kişiyle selamlaşıp Yapıncak Çay Bahçesi’ne girdim. Yağmur dinmişti. Havada kurşuni bulutlar egemendi. Hava oldukça sıcak ve nemliydi. Uzaktan gök gürültüleri işitilmekteydi. Önlem için üstü kapalı olan bölümün ön yanındaki bir masaya oturdum. Hemen çay ısmarladım kendime. Bilgisayarımı açıp çalışmaya başladım.

         Çay bahçesi tıklım tıklım… Kadınlar, erkekler, gençler okey oynamaktalar. Arkamda birkaç masa birleştirilmiş bir kız çocuğunun doğum günü kutlanmakta. Çocuğun arkadaşları cıvıldaşmaktalar. Annelerinin sesleri onlardan daha çok çıkmakta. Sürekli komutlar vermekteler çocuklarına. Bu komutlarla çocuklarını kafes maymuna çevirdiklerini farkında değiller. Onların kanatlarını kırıp özgürlüklerini kısıtlamaktalar. Çocuklara nasıl oturacaklarını, susmalarını, tabaklarındaki pastaları nasıl yemeleri gerektiğini, ivedilik göstermemeleri gerektiğini yinelemekteler boyuna. İkide bir çocuklara “Teşekkür ettin mi yavrum?” diye uyarıları beni çıldırtmakta. Onları uyarmamak için sabrediyorum. Çocukları ezim ezim ezmekteler. Tinsel sağlıkları, özgüvenleri ayaklar altında küçük yavruların. Ne yapacaklarını şaşırmaktalar.

         Ülkemizde çok önemli bir düzeyde anne ve baba sorunu var. Üstelik bu annelerin çoğu öğrenim görmüş gibi. Nedense öğrenim görenleri eğitemiyoruz. Koca koca diplomaları var, ancak eğitimleri çok zayıf.

         Çocuklar yanlış yapmasalar, doğruyu nasıl yapacak; deneyin nasıl kazanacaklar? İnsanın yanlışlardan öğrenebileceği gerçeğini niye anlamıyor ebeveynler? Onların yaşam okulunda öğrenip eğitilmelerinin önündeki en büyük engelleri anne ve babaları. Onlara yapma, uygulama, öğrenme fırsatı tanımamaktalar. İşin en kötüsü de toplum içinde çocukları kibarca azarlamak ya da sürekli müdahalelerle şaşkın ördeğe çevirmek niye?

         Çocuk cıvıltıları, anne uyarıları arasında gök gürültüleri sıklaştı. Birden gök yarıldı, yağmur boşalmaya başladı. Çay bahçesinin içi suyla dolmaya başladı. Önümüzdeki kaldırım, su deryası. Yağmur damlaları, yelle savrulmakta. Islanmamak için masalar birbirine yaklaştırıldı. Ortada büyük bir insan ve masa kümesi oluştu. Yağmur epeyce sürdü. Yağmurun kesilmesinden sonra gökyüzü pırıl pırıl oldu. Birden çift gökkuşağı belirdi gökte. Sanki Marmara, Avşa, Ekinlik adalarını kucaklar gibi. Az sonra gökkuşaklarından biri yok oldu. Diğeri daha çok belirginleşti. Marmara Adası’nın başına taç oldu. Çoluk çocuk herkes ayaklandı fotoğraf çekmek için. Atacan’a telefon ettim gökkuşağını görsün diye. O da telefonla bana canlı yayın yapıyor evin önünden.

         Gökkuşağı yitip gitti mavi, gri gökte. Benim de işim bitmişti. Kalkıp daha sessiz bir kahvenin önüne oturdum çay içip sessizlik içinde akşamı yaşamak için. O arada Fatma Yürekli, bana aynı sınıfta okudukları Sema Akdoğan’ın telefon numarasını göndermişti. Bu sessizlik içinde arayayım, dedim. Yıllar öncesinin yaşam dolu sesi var kulağımda. Onu aramama epeyce şaşırdı. Yıllar öncesinin anıları belleğimde capcanlı.

         Anılar uçuşmakta belleğimde. Okuldan çıkıp çocuk kümesiyle söyleşerek yürürdük Samsun-Trabzon karayolunun geçtiği Çengelli’ye. En hızlı yürüyen Sema idi. Yürümezdi, adeta uçardı. Konuşmayı da dinlemeyi de severdi. Ailesi, köyleri, okullarıyla ilgili anımsadıklarımı anlattıkça şaşkınlığı büyüdü.

         Bazı olumsuz anıları da konuştuk. Ona, Maksim Gorki’nin bir kitabını armağan etmiştim. Okul müdürü, kitabı görünce Sema’yı sorguya çekti, benim siyaset yaptığımı düşünerek. Benim aleyhimde konuşsun diye bir zorlama vardı. Müdürün baskıcılığının onları olumsuz yönde etkilediğinden söz etti.

         Biz büyükler, çocukların olan bitenlerden pek haberi olmadığını düşünürüz. Gerçek böyle değil. Okulumuzun müdürü, her işini, her davranışını kendi ideolojik dünyası içinde yapardı. Bu konuda çocuklara baskı yapardı. İstediklerini yapmayan çocukları çok kötü döverdi. Birlikte çalıştığımız sürece bu uygulamalarına karşı çıktım. Öğretmenlik ve eğitimle ilgisi olamayan uygulamalarını, öğrencilere karşı insanlık dışı davranışını kabul etmem olanaksızdı. Sıkça ikimizde soruşturma geçirdik bu savaşımda. Öğrencilerin haberi yok sanırdım olan bitenden. Meğer onlar, her şeyi çocuk belleklerine işlemişlerdi çoktan. Sema’nın her şeyden haberi olduğunu öğrenince çok da şaşırmadım. Çünkü çocuklar çek zeki… Onlar, temiz yürekleriyle görürler her şeyi.

         Birbirimizi görmeyeli kırk üç yıl olmuştu. Bu sürede neler yaptıklarımızı anlattık karşılıklı. Yaşam koşulları, insanları bir yerden diğer yere sürüklemekte. İnsanoğlu kuş misali… Nerede, ne zaman, neden bulunduğu pek de bilinmemekte. Sürekli ekmek savaşımı içinde… Geçimi en iyi sağlayacağı, en mutlu olacağı yerlere göçmekte.

                Kırk üç yıl sonra ortaokuldan ilk mezun ettiğimiz öğrencilerimle buluşmama kim köprü oldu? Aynı sınıfta okuttuğumuz Muhammet Çetin. Muhammet’le yıllardır hem yüz yüze hem de telefonla görüşürüm. İstanbul’da yaşamakta. Sanırım, 24 Kasım 1999’daki Öğretmenler Günü idi. O zaman çalıştığım özel öğretim kurumunu aramış ve sonrasında da beni görmeye gelmişti. İşte, yıllar sonra bazı arkadaşlarının telefon numaralarını verip beni onlarla telefonda da olsa buluşturan o oldu. 

         Sema, bana yağmurun getirdiği bereket oldu. Kırk üç yıl öncesi yaşantımı canlandırdı belleğimde olumlu ve olumsuz yanlarıyla. O tozlu, çamurlu yollarda Çengelli’ye yürüyüşümdü o. Yıllar sonra da olsa sesine kavuştum. Ne güzel…

                                                                                Adil Hacıömeroğlu

                                                                                8 Temmuz 2023

1 yorum: