23 Haziran 2023 Cuma günü ikindi vakti yola çıktık. Gedeceğimiz
yer, Şarköy-Mürefte... Hava sıcak… İstanbul yolları çok kalabalık… Her zaman olduğu gibi İstanbul’dan çıkmak bir
dert… Trafik adım adım ilerlemekte. Bahçeşehir’i geçtikten sonra yol rahatladı.
Arabayı, eşim kullanmakta. İvedilik göstermiyoruz. Yolun
sağında ve solunda uzanan yapılar arasında ilgimizi çekecek, gönlümüzü okşayacak
görüntüler aramaktayız. Ancak Tekirdağ’a gidinceye dek yolun tadı tuzu yok!
Neden mi? Plansız yapılan yazlıklar, denizin önünü kapatmış. Evler dip dibe… Beton
duvarlar, denizle aramızda engel. Yolun solu da aynı… Yapıların aralarından
ayçiçeği tarlaları görünmekte. Az da olsa bu güzellikler, bizi
keyiflendirmekte.
Tekirdağ’ı geçince güneş, kızıllıklar içinde yiyip gitti.
Yapılar azaldı, giderek yerlerini ayçiçeği tarlaları aldı. Gecenin karanlığında
araba farlarının ve ay ışığının alaca aydınlığında gölgeli sarılar uzanmakta.
Köylerin içinden geçmekteyiz zaman zaman. İşte, benim en çok sevdiğim de bu.
Perdeler arasından sızan ışıklar, beni türlü düşlere sürüklemekte. Kendimi,
sonsuz bir duygudaşlıkla evdekilerin yerine koymaktayım. Kimi zaman evin bir
çocuğu ya da bir delikanlısı, kimi zaman da evin babası olmaktayım düşlemler
içinde. Bereketli toprakta geçen gün boyu bir çalışmadan sonra yorgunluğu alıp
götüren aile çatısının mutluluğunu yaşamaktayım.
Nedense köy evlerini hep çatısız düşlerim. Çünkü
çocukluğumda yaz gecelerini köyde geçirirdim. Uyku, göz kapaklarıma egemen olup
bedenimi teslim alıncaya dek yıldızları izlerdim. Annem, önce kutup yıldızını
gösterdi bana. Onu tanıyınca gökyüzü gibi sonsuzlaştım sanki. Çünkü o derin
sonsuzlukta bir tanıdığım vardı artık. Ardından büyük ve küçük ayı ile
samanyoluyla tanıştırdı beni. Her gece evin önüne bir iskemleye oturur, kimi
zaman da ayakta evin çevresini dolaşarak yıldızlarla konuşurdum. Onları
izlemek, içimi dolduran bir sevinç pınarıydı suyu hiç kesilmeyen.
Eşim, arada bana bir şeyler sormakta. O da konuşarak uyuşmak
ve uyumak istemiyor. Geçtiğimiz yerlerle ilgili konuşmaktayız. O, bana bir şey sorunca
düşlerim bitivermekte. Kimi zaman ona düşlerimi anlatmaktayım. O düşler yerine,
gerçeklerden söz etmemi yeğlemekte.
Malkara’ya iyice yaklaştık. “Şarköy” tabelası göründü.
Saptık Şarköy’e doğru. Atacan, arka koltukta uzanmış telefonunda oyun
oynamaktaydı. Bir de baktım ki uyumuş. Yol, çok dönemeçli. Köy evleri,
neredeyse yola bitişik. Sessizlik ve karanlık köyleri derin düşlerin içine gömmekte.
Gökyüzü yıldızlı. Yol boyunca ağaçlık alanlar çoğalmakta. Önümüzden seyrek de
olsa tilki, tavşan ve sincaplar geçip gitmekte. Beslenmek için yol ortasında
kalakalmakta bazıları arabanın keskin ışıkları gözlerini alınca. Eşim, yavaşlayıp
ışıkları kısıyor onları iyice yakından görmek için. Işık azalınca hayvan
kaçıyor hızla. Yol kıyısındaki çit görevindeki çalıların arasında yitivermekteler.
Hayvanları gördükçe sevinmekteyiz. Görmek için de iyice yavaş gitmekteyiz. Bu
durum, arkamızdan gelen taşıtların sürücülerini kızdırmakta. Işıklarını yakıp
söndürerek bizi uyarmaktalar. Ah, bir bilseler gecenin içindeki güzellikleri…
Hayvanlar yolumuza çıktıkça Atacan’a seslenmekteyiz görsün
ve keyiflensin diye. Bu güzellikler kaçmaz! Çocuk, gözünü açtığı gibi
kapamakta. Böyle olunca da artık uyandırmıyoruz onu.
Kaynım Hakan, bizden birkaç saat sonra çıktı İstanbul’dan.
Birden yanımızda gördük onu. Bizi geçerken gülüp takılıyor açtığı sağ camdan. O,
geçip gidiyor. Biz ise geceyi keşfedip yaşamaya çalışmaktayız. Balkanda (Sarp
ve ormanlık sıradağ) bir yaban hayvanı görmek için çırpınmaktayız gözlerimizi
ay ışığında dört açarak. Bu arada şunu söyleyeyim ki, “balkan” sözcüğünün anlamını Mürefte’nin Mursallı
Köyü’nden keçi yetiştiricisi Can’dan öğrendim birkaç yıl önce. Can, bana altı
harf öğretti, ona minnettarım.
Gece upuzun uzamakta önümüzde. İlerde Şarköy’ün ışıkları
göründü. Gecenin içinde oynadığımız yaban hayvanı görme oyunumuz bitti. Kıyı
kentine girdik. Gecenin sessizliği çökmüş üstüne. Bazı kişiler, ağır adımlarla
sahilden evlerine yürümekte. Ayaklarındaki terlikleri sürükleyerek gitmekteler
yavaşça. Güneş yanığı tenleri, ışık vurdukça belirginleşmekte. Sahilin böyle sessiz
olmadığını düşünmekteyim. Kıyı boyunca gidip gelen insan kalabalığı gözümün
önünde canlanmakta.
Şarköy’ü geçtik kısa zamanda. Sekiz kilometrelik bir yol var
önümüzde. Yazlıkların giderek çoğaldığı, zeytinliklerin azaldığı bir yoldan
geçmekteyiz. Yol, çok bozuk…Çukurlar var sık sık. Yer yer asfalt sökülmüş.
Zaten yol daracık… Her an önümüz bir insan, traktör, tarım aracı ya da pancar
motorundan yapılmış pırpırlar çıkabilir. Bunları karanlıkta seçmek epeyce zor. Yazlıkların
olmadığı bir yerde solumuzdaki bağdan bir tilki, sağımızdaki zeytinliğe
geçerken yakalanıyor arabamızın farlarına. Önce duraklıyor hafiften, sonrasında
hızla ağaçların arasında yitiyor.
Yol bitti. Biz de kaynımın yazlığına geldik. Arabamızı yol
kıyısında eyledik (park ettik). Önce Atacan’ı uyandırıp eve götürdük kollarına
girerek. Ardından yüklükteki (bagajdaki) yükçelerimizi (bavullarımızı) taşımaya
başladık. Hakan da gelip yardım etti. Her şeyi taşıdık elbirliğiyle. Hakan ve
kaynanam yolda kağnı gibi gittiğimizi söyleyip biraz olsun eğlendiler bizimle.
Odalarımıza çıktık. Ay, Karabiga yanından yükselirken
kendimizi uyku meleğinin kollarına bıraktık açık camdan gelen poyraz serinliğiyle.
Adil Hacıömeroğlu
31
Temmuz 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder