Sosyal konut, özellikle toplumun alt gelirli kesiminin
barınması için yapılan konutlardır. Sosyal konut düşüncesi, etkin olarak
sanayileşmeyle ülkelerin gündemine girdi. Çünkü sanayileşmenin getirdiği hızlı
kentleşme ve göç sorunu, sosyal konut gerçeğini ortaya çıkardı.
Sanayileşen kentler, kırsal kesimden büyük oranda göçlerle
kalabalıklaştı. Çünkü sanayi üretimi yapmak için çalışan insanlara gereksinme
vardı. Özellikle sanayi işçisi, tarlada çalışan köylülerden karşılandı.
Kentlerdeki fabrikalarda çalışmaya gelen kırsal kesim insanına kalacak yer
gerekmekteydi. Bunun için öncelikle fabrikalar, bu barınma gereksinimini
karşılamak için kolları sıvadı. “Lojman” adı altında konutlar yapıldı fabrikalar
çevresine. Bu işçi konutları, sanayileşmenin ilk zamanlarında ortak mutfak,
ortak ayakyolu, ortak yunaktan oluşmaktaydı. Hatta işçiler, ailelerini kente
getirmediklerinden aynı odayı, birkaç işçi paylaşmaktaydı.
Sanayileşme geliştikçe köy kökenli işçiler kentlerin kalıcı,
yerleşik bireyleri oldu. İşçiler, zamanla eş ve çocuklarını da kentlere
getirdiler. Sosyal konutlardaki bekâr odaları, ailelerin kaldığı odalara
dönüştü. Mutfak, ayakyolu ve yunaklardaki ortak kullanım uzun süre sürdü.
Toplumlarda sosyal haklar geliştikçe sosyal konutlar da
biçim değiştirdi. Her işçi ailesinin kalabileceği bağımsız konutlar yapıldı
onlar için. Bu konutların bazılarında kalanlar kira ödemiyorlardı. Ancak birçok
bağımsız konut, ucuz kiralama yoluyla işçilerin hizmetine verilmekteydi.
Sosyal konutların yapılması çarpık kentleşmeyi önlemekte.
Kentleri yaşanabilir yerler yapmakta. Çarpık kentleşmenin getirdiği birçok
sosyal, yaşamsal sorunu ortadan kaldırmakta. Trafik sıkışıklığı, altyapı
eksiklikleri, yeşil alan yoksunlukları, sosyal donatı alanı eksiklikleri gibi
günlük yaşamı zorlaştırıcı sorunları ortadan kaldırmakta bu yapılaşma biçimi.
Üstelik çağcıl ölçülerde yaşanabilir konutlar, insanları mutlu etmekte.
Kentlerde insanların başlarını sokacakları bir yerlerinin olması; onların
tinsel ve bedensel sağlığı, sosyal uyumunu iyileştirmekte, iş verimini artırmakta,
toplumsal iletişimi, dayanışmayı çoğaltmakta; yarınlara güvenle bakmasını
sağlamakta. Ayrıca güvenli bir konutta yaşayan kişi ve ailesinin özgüveni
artmakta.
Sosyal konutlar; ilk olarak boy verdiği ABD, Almanya, Fransa,
İngiltere, İsveç, Japonya, Rusya ve Yeni Zelanda’da farklı adlarla anıldılar.
Kapitalizm, emperyalizme evrildikten sonra sosyal konut yapımı da azalmaya
başladı buna koşut olarak. Hele son yıllarda neoliberalizmin birçok ülkede
uygulanmasıyla bu iş unutulur oldu. Çünkü neoliberalizm, “Altta kalanın, canı
çıksın!” mantığıyla davranmakta.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda halkçılık ve devletçilik
üzerinde yükseldi. Atatürk: “Cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesidir.” diyerek
Türkiye’nin kalkınma modelini bu sözde simgeleştirdi. Cumhuriyet, yoksul
kesimlere sahip çıktı. Devletin ayakta durması, yeniden emperyalistlerin
boyunduruğu altına girmemesi için sanayileşme, vazgeçilmez bir koşul olarak
görüldü. Sanayileşme de devlet eliyle yapılmaya başlandı. Ülkemizin birçok
yerinde fabrika bacaları tüttürülmeye başlandı. Sanayileşmede bölgesel eşitlik
ilke edinildi. Bu da nüfusun bir bölgeye yoğunlaşmasını önlemek içindi.
Sosyal konutların ilk yapıldığı yer, Ankara. Başkent olmasıyla
hızla büyüyen bir kentimizdi burası. Bir yandan lojmanlar üretilirken diğer
yandan da memur ve bürokratlara ucuz konutlar yapıldı. Bu ucuz konutları yapan
devlet, kâr amacı gütmeden bunları memur ve bürokratlara sattı. Çünkü
devletçilikte kâr amacı güdülmez. Amaç; kar etmek değil, yurttaşın
gereksinmesini karşılamaktı.
Cumhuriyet’in en büyük uygarlık göstergesi kurduğu
kentlerdir. Batman, Karabük ve Kırıkkale Cumhuriyeti’mizin kurduğu sanayi
kentleri. Bu kentlerde üretim tesisleri kurulurken yanı sıra sosyal konutlar da
üretildi. Bu tesislerde çalışacak yönetici, mühendis, memur ve işçiler için
sağlıklı konutlar yapıldı. Bu konutlar, ucuz ederlerle kiralandı çalışanlara.
Bu yöntem, birçok kentimizde yaşama geçirildi. Böylece sağlıklı kentler oluşturuldu.
Halkçı-devletçi anlayış, yoksulun konut sorununu bu usçu yöntemle çözdü.
İstanbul’da ilk sanayinin kurulduğu yerlerden biri Bakırköy.
Kurulan fabrikalar, hemen yanı başlarına konutlar yaptılar çalışanlar için. Bu
konutlarla Bakırköy, önemli bir kent oldu. Ne yazık ki bu sosyal konutlar,
günün modasına uyarak neredeyse hepsi yapsatçılığa kurban edildi.
Ülkemizin Atlantik sürecine girmesiyle sosyal konut işi
gündemden düşmeye başladı. Siyasetçiler, gecekondulaşmaya göz yumdu. Buna koşut
olarak yapsatçılık desteklendi. Yapsatçılık ve gecekondulaşma, çağcıl kentlerin
oluşmasını engelledi. Yapsatçı eliyle konut üretimi, önemli bir kazanç kapısı
oldu. Kentler, plansız büyümenin sorunlarıyla karşılaştı. Köyden kente göç
yoğunlaştı. Bu da belli başlı kentlerde insanların toplanmasına yol açtı.
Birkaç büyük kente yoğunlaşan nüfus yüzünden konut ederleri yükseldi.
Ne yazık ki 24 Ocak 1980’de alınan ekonomik kararlarla
ülkemiz, neoliberalizmin egemenliğine girdi. Neoliberalizm, tüm dünyada olduğu
gibi ülkemizde de devletçiliği tasfiye etti. Devlet, sosyal konut üretmekten
vazgeçti. Var olanlar da satıldı. Çalışanların, lojmanlarda oturmaları
ayrıcalık olarak topluma algılatıldı. Bu yolla sosyal konutların çoğu özel
kişilere satıldı.
Ülkemizde konut sorunun çözümünün yolu, yeniden sosyal
konutların yapılması. Hem devlet hem de belediyeler bu konuda kolları sıvamalı.
Bu konutlar, düşük ederlerle gereksinimi olanlara kiralanmalı. Barınma,
insanların en temel haklarından biri. Devlet ve belediyeler, konut sorununun
çözümünü yapsatçılara bırakmamalı. Belediyeler, lafla peynir gemisi yürütmeyi
bırakıp sosyal konut işine el atmalı. Birkaç belediye dışındaki belediyelerin
bütçelerinde reklama ayırdıkları payı, sosyal konut yapımına harcasalar sorunun
önemli kısmı ortadan kalkar. Ülkemizin her yerinde merkezi yönetim kurumları ve
belediyeler, sosyal konut üretme işi için kolları sıvamalı vakit geçirmeksizin.
Ucuz kira dönemi, bu yolla başlatılmalı. Liberalizmin tüm özelleştirme
tahribatına karşın kentlerimizdeki arazilerin çoğu, devletin ve belediyelerin.
Bu nedenle sosyal konut üretmek için her türlü olanak var.
TOKİ,
yaptığı konutları satarken kâr amacı gütmemeli. Amaç; para kazanmak değil,
özellikle alt gelirli yurttaşlarımızı konut sahibi yapmak olmalı. Her yurttaşın
başını sokacak bir evi olmalı. Bu da anayasasında “sosyal devlet” olduğu yazılı
olan bir devletin yapması gereken anayasal, zorunlu görevi.
Hükümet ve belediye yöneticileri, halk dalkavukluğunu ve göz
boyayıcı çalışmaları bırakıp toplumun ivedilikle çözüm bekleyen sorunlarına
eğilmeliler. Bunun başında da konut sorunu gelmekte. Bunun için de
Cumhuriyet’imizin ilk döneminde uygulanan halkçılık ve devletçilik
uygulanmaları örnek alınmalı. Çözümü farklı yerlerde aramak, sorunlardan
kaçmaktır. Bu nedenle sosyal konut projeleri ivedilikle başlamalı.
Sosyal konutlar ancak halkçı-devletçi bir sistem
yeğlendiğinde yaşama geçer. Bu nedenle ya serbest piyasadan yana olup varsılı
daha varsıl, yoksulu daha yoksul yapıp halkın büyük bir çoğunluğunu evsiz
bırakacağız ya da devletçiliği egemen kılarak halkımızın konut sahibi yaparak
iki oda bir sofada mutlu olmasını sağlayacağız. Başka bir seçenek yok!
Adil
Hacıömeroğlu
7
Temmuz 2023
Adil Bey harikasınız... Gerçekleri o kadar güzel terennüm etmişsiniz ki, Kutluyorum hemşerimi... Slm...
YanıtlaSilKIYMETLİ öğretmenim teşekkür ederim. Ilk göz ağrın öğrencin.1978 ÇINARLIK ORTAOKULU ÇARŞAMBA/ SAMSUN.
YanıtlaSilSüper
YanıtlaSil