EVLAT YOLU GÖZLEYEN ANALAR


Osmanlı Devleti’nin son yüzyılı, altı yüz yılın en uzunudur. Çünkü batılı büyük devletlerin Osmanlıyı paylaşma amaçları, bitmez tükenmez savaşlara neden olmaktaydı. Bu savaşlar, büyük yıkımlar getiriyordu. Anadolu ve Rumeli’nin Türk nüfusu, bu savaşlarla kırılıyordu.

Osmanlı toprakları, yoksulluğun kol gezdiği yerler... Gelişmemişlik ve yoksulluk, çaresizlik yüzünden yazgı olarak görülmekte. Bilim ve teknoloji gelişmemiş. Yurt toprakları bakımsız… Ekonomi, toplumun gereksinmelerine yanıt vermiyordu. Bir dilim ekmeğe muhtaçtı insanımız. Bölgeler, kentler, kasabalar, köyler arasında iletişim ve ulaşım olanakları yoktu neredeyse. Tüm olumsuz koşullara karşın, askere çağrılan Anadolu ve Rumeli’nin Türk evlatları koşarak gidiyordu cephelere. Kutsal bildikleri yurt topraklarını koruyup savunmak, onların göreviydi.

Uzun süren savaşlar, insan gücünü de ulusu da yok etmekteydi. Trablusgarp savaşıyla başlayan savaşlar, bitip tükenmek bilmiyordu. Yaklaşık on bir yıl sürdü cepheden cepheye koşmalar. Giden dönmedi. Gelenler ise kolsuz, bacaksız, gözsüz ya da iyileşmesi zor sayrılıklarla döndüler sılalarına. Salgınlar taşındı ülkenin bir başından öte başına. Gökyüzüyle toprak arasına sıkışmış bir ulus, savaşlarda kırım kırılıyordu. Düşman, yalnızca cephede değildi. Yaşamın her yerinde, ülkenin her yanında kol geziyordu: yoksulluk, salgınlar, isyanlar, soygunlar, yönetim bozuklukları, bilgisizlik, batıl inançlar, çaresizlikler, duyarsızlıklar, sorunların çözümsüzlüğü… Bunlar yetmezmiş gibi yenildiğimiz I. Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Antlaşmasıyla başlayan işgaller…

Ülkemizin işgal edilmesinin nedeni, ulusumuzu yaşadığımız topraklardan sürmekti. İşte, bu tehlikeyi önlemek için Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. Amacı; yurdumuzu işgalden kurtarmak ve ulusumuzun topraklarımız üzerinde varlığını korumaktı. Atatürk’le Samsun’a çıkanlardan biri de Hüsrev Gerede idi. Sivas’a gitmek için Amasya’da yola çıkıyorlar Atatürk önderliğinde. Yolculuğu sırasındaki izlenimleri ve yaşadıkları yürek parçalayıcı…

“25 HAZİRAN 1919

Sabah saat 8’de Tokat’a hareket ettik. Albay Kazım [Dirik-AH] Bey’le bindiğimiz otomobil altı kez yan yattı. Turhal’a kadar bir saat yaya yürüdük. Boğucu bir sıcak vardı. Zile Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyeleri Mustafa Kemal Paşa’yı karşılamaya gelmişler. Genel durum ve ulusal görev üzerinde görüşüldü. Tokat’tan gönderilen otomobille gece yarısına doğru geldik. İnsan Anadolu’da yaya gezinti yapmalıymış. Eski Padişahların derviş kıyafetinde gezme hikâyeleri çok anlamlıdır. Otomobil şöyle dursun at arabası ile yapılan gezide bile asıl halkla, saf köylü, cefakâr, zavallı Türk kadını ile yüz yüz gelinemiyor. Turhal’a zorunlu olarak yaya geldik. Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti’nin dünyada varlığını bile duymamış zavallı köylü kadınların kimisinin Sarı Osman’ını, kimisinin Karayağız Mehmed’ini sormaları bizi çok üzmüştü. Biri ‘Efendi, torunum dört sene evvel Sarıkamış muharebesine gitmişti. Haber yok.’ Öbürü ‘Efendi, oğlum İngilizlerle Arabistan taraflarında muharebe ediyordu. Hiçbir nişan yok.’ diyordu. Nerede o devlet ve örgütlenme ki şan ve şeref meydanında yaşamlarını feda eden çocukların akıbetini zamanında analarına bildirsin. Bir kadınımız bahçesindeki ağaçları göstererek ‘Ahmed’im gittiği zaman bu ağaçları kendisi dikmişti. Şimdi meyve veriyor. Acaba gelip bu meyvelerden yiyecek mi?’ diye ağlayan bir yürekle soruyordu. (Hüsrev Gerede’nin Anıları Kurtuluş Savaşı, Atatürk ve Devrimler; Hazırlayan Sami Önal, Literatür Yayıncılık, Altıncı Basım, Haziran 2022, s. 40-41)” Evet, analarımız yürekleriyle ağlar, gözleriyle güler. Gözyaşlarını yüreklerine akıtır. Çektiği acıları, yüreklerinde gizler.

Oğlu, kocası, kardeşi savaşa gidip de geri dönmeyenlerin, Anadolu kadınının yüreğindeki acıdan birkaç örnek var yukarıda. Yine de evladının dönmesini beklemekte çoğu. Umutlarını, her türlü olumsuzluğa karşın yitirmiyor Anadolu kadını. Dünyanın yükünü omuzlamış, bin bir türlü acıyı yüreğine doldurmuş analarımız, bir de üstüne evlat yokluğu binmiş, gözleri yolda beklemekte çok küçük de olsa bir umutla. Gelenden geçende haber sorup umar ummakta.

Ölüden de diriden de haberi yok İstanbul’un. Türküler, halaylar, tören alaylarıyla elleri kınalanarak cepheye gönderilen Anadolu evlatlarının sonlarının ne olduğunu bilmeyen, belki de bilip de anaların yangın yerine dönmüş yüreklerine bir avuç su serpemeyen köhnemiş bir devlet aygıtı var karşımızda. Kırk yılda bir köylerinden geçip giden kılığı kıyafeti farklı ve devlet görevlisi olduğu düşünülen yabancılardan evladının haberini sormakta Anadolu’nun ulu dağları kadar çile yüklü anaları.

 İşte, Atatürk ve arkadaşları, yurdumuzu her türlü düşmandan kurtarmak için çıkmışlardı bu yola. Bu yol, ülkemizin kurtuluş yoluydu. Bu, halkımızın umudunu çoğaltacak yangın yerine dönmüş yürekleri serinletecek bir yoldu.

                                               Adil Hacıömeroğlu

                                               7 Aralık 2024

3 yorum:

  1. Çokça kişi okur dilerim. Vatanına, milletine, Atasına minnet duygularını bir kez daha duyumsamış olurla...

    YanıtlaSil
  2. Bütün kahramanlarima sonsuz teşekkürler...Tanrıdan rahmetler dilerim...Saygılar sunuyorum

    YanıtlaSil
  3. "Nemiz varsa, bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaşlar olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzun kutsal topraklarında ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi Kurtuluş savaşı kahramanlarına borçluyuz..
    Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm Kurtuluş Savaşı  kahramanlarını sevgi , minnet ve saygıyla anıyorum.Ruhları şad olsun🙏🏻💐🇹🇷🇹🇷Değerli Adil Öğretmenim bilginize, elinize, yüreğinize sağlık .Varolunuz👏👏👏💐🇹🇷🍀💚👩Fulya Kırımoğlu

    YanıtlaSil