30
Ekim 1918’de Mondros’un imzalanmasından hemen sonra13 Kasım’da İtilaf
Devletleri İstanbul’u resmi olmasa da eylemli olarak işgal ettiler. Önde
İngiliz ve Fransız savaş gemileri ve onların ardına takılmış İtalyan, Yunan
zırhlıları Marmara Denizi’nden İstanbul Boğazı’na girerken Atatürk de Suriye cephesinden
dönmüş, Haydarpaşa’da trenden henüz inmişti. Yanında yaveri Cevat Abbas vardı.
Genelkurmay’ın gönderdiği bir tekneyle Avrupa yakasına geçmekteydiler. İşgalcilerin
gemilerini gören Atatürk, Cevat Abbas’a: “Geldikleri gibi giderler.” demişti
kararlılıkla.
İşgalciler,
İstanbul’da karaya çıktılar. Kenti kendi aralarında bölüşmüşlerdi yönetmek
için. Halk için zor günler başlamıştı. İşgalci askerlerin taşkınlıkları, her geçen
gün artıyordu. Halkın malına, canına, namusuna; kadınların ırzına el uzatıyorlardı.
Yasalar
rafa kaldırılmış, insanlık değerleri onlar için buharlaşmış, keyfiyet üst düzeydeydi.
Ahlaksızca işler yapılmaktaydı. İşgalcilerin fiyakalı yürüyüşleri, davranışları
yurttaşlarımızı çok üzüyor, yürekleri acıyla yanıyordu.
İstanbul
halkını en çok üzen de bir kısım işbirlikçilerin, işgalcilerin densizliklerini,
hakaretlerini, saygısızlıklarını, yurttaşlarımıza yaptıkları kötülükleri görmemeleriydi,
hatta zaman zaman bunlara yardımcı olmalarıydı. Üstüne üstlük bu rezillikler yapılırken
işgal askerlerinin yanında çalım satmaları yüreklerindeki yangını, içlerindeki
nefreti daha da büyütüyordu. İhanet yangının alevleri, bir başka yakıyordu içlerini.
Hüsrev
Gerede, Bandırma Vapuru’na Atatürk’le binip ölümü göze alarak Samsun’a çıkmıştı
yurdun kurtarılması için. Birlikte zor bir yoldaydılar. Erzurum Kongresi’nden
sonra Sivas’a gelmişlerdi. 4 Eylül 1919’da Sivas Kongresi başlamıştı. Tam da
böylesi mutlu, kutlu, umutlu bir günde bir ara İstanbul gazetelerine göz atmaya
başladı Hüsrev Bey.
Gazetelerde
Beşiktaş-Serencebey Telsildi Sokağı’nda yangın çıktığını okur. Okuyunca
kaygılanır birden. Çünkü eniştesi Albay Halil Nasır Bey, bu sokakta oturmaktadır.
Hüsrev Bey’in eşyaları da eniştesinin evindedir. Eşyalarını merak eder. Eniştesi
Halil Bey ve akrabası Fahri’ye bir kart yazarak bilgi ister. Halil Bey’in evi,
son anda yanmaktan kurtarılmış. İtfaiye ve ev halkı çok çalışmış yangını söndürmek
için. Söndürme çalışmalarına İngiliz askerleri de katılmış. Ancak bu sırada İngiliz
askerleri; evden gümüş kama, pala ve dürbün gibi anısı olan değerli eşyaları ev
sahiplerine sormadan gizlice alıp götürmüşler. Kısacası çalmışlar. Albay Halil
Bey, bu hırsızlığa az da olsa üzülmüş. İngiliz askerleri öylesine telaşlıymışlar
ki içlerinden biri, kendi fişekliğini ve kasaturasını unutmuş.
Hüsrev
Bey kendisinin ve eniştesinin eşyalarının yangından kurtulduğuna, evin yanmamasına
çok sevinmiş. Ancak geçmişin anısını taşıyan eşyaların çalınmasına biraz üzülmüş.
İşgalcilerin
yukarıda anlattığım olay gibi yüzlerce yasadışı yaptıkları işler vardı. Kendilerini
her şeyin sahibi olarak görüyorlardı. Ne yazık ki günümüzde işgal yıllarında halkımızın
çektiği eziyetleri bilemeyenler, Atatürk ve arkadaşları hakkında ileri geri konuşmaktalar.
Bu kişilere de bugünün işbirlikçileri desek yanlış olmaz sanırım.
Not:
Yazımda “Hüsrev Gerede’nin Anıları Kurtuluş Savaşı, Atatürk ve Devrimler;
Hazırlayan Sami Önal, Literatür Yayıncılık” kitabından yararlandım.
Adil
Hacıömeroğlu
8
Aralık 2024
Emperyalist devletlerin en ortak özellikleri; işgal ettikleri ülkelerin vatandaşların malına, ırzına,ülkenin tarihi değerlerine saygısızlık ve değerli olanları kendi ülkesine kaçırmak,işgal ettiği ülkenin vatandaşlarından işbirlikçi devşirmek . Yüz yıl önce İngiliz emperyalizmi ydi bugün ABD ve onun maşası İsrail.
YanıtlaSilTarihini bilmeyen araştırmayan o günün iş birlikcilerin torunları hala içimizde ATATÜRKE düşman olalar benimde düşmanımdır.
YanıtlaSil