14
Aralık 2024 Cumartesi… Güneşli, güzel bir gün… Sonbaharın son günleri… 21
Aralık’ta Güneş ışınları Güney Yarımküre’deki Oğlak Dönencesi’ne dik olarak
gelecek ve dünyamızın o bölümünde yaz mevsimi başlarken bizim yaşadığımız Kuzey
Yarımküre de kışa girecek. Güney’de en uzun gündüz yaşanırken Kuzey’de de en
uzun geceyi yaşayacağız.
İkindi
vakti evden çıktım. Bostancı sahiline yürüdüm pırıl pırıl bir aydınlıkta. Kısa
sürede iskelenin önüne indim. Vapur iskelesi ıssız. Yanında bulunan Adalar
motorlarının kalkış yerinin içi, önü tıklım tıklım. Kalkmakta olan motora
yetişmek için koşturanlar çoğunlukta. Kimi çocuğunu, kimi eşini, kimi de
sevgilisini elinden tutup sürüklüyor motor iskelesine. Bir sonraki motora
kalmak istemiyorlar, çünkü vakit nakit onlar için. Adalar’ın keyfine varmak istemekteler.
Bazılarının elinde sürüklemekte zorluk çektikleri yükçeler var. Ada’da sürekli
kalanlar, belli oluyor alışveriş torbalarından.
İnsan
seli arasında yürümeye çalışıyorum. Kaldırımlar çok geniş değil. Sahil yolundan
güçlükle ilerleyen taşıtların düdükleri hiç susmuyor. Bazı taşıtların
gökyüzünün maviliğini yırtan egzoz sesleri kulakları sağır etmekte. Su damlası
gibi berrak güne geçici de olsa bir kirlilik bırakıyor bu kötü sesler.
Önümüzden, arkamızdan bisikletlerin, bingitlerin tiz çıngırakları ötüyor. Yaya
kaldırımlarında yok, yok… Arada bir kaldırımdan ilerlemeye çalışan
motosikletler sinir bozucu. Kendilerine yol açmak için gaza basıp ses
çıkarmaktalar. Motor iskelesinin önündeki kestaneci, maşasıyla mangalının
üstüne vurarak gelip geçenin ilgisini çekmekte. Öndeki simitçi “taze simit”
diye bağırıyor. Onların derdi ekmek parası. Solumdaki gazete büfesini geçiyorum
insan selinin arasından. Büfenin içini göremiyorum insan selinin içinden.
Gözlerim yerdeşim Ali Çapoğlu’nu arıyor bir selam vermek için. Kalabalık engel
oluyor bana.
Yeiçler,
masalarını önlerindeki kaldırıma koymuşlar. Daha çok gençler var masalarda.
Deniz otobüsleri iskelesini geçtim. Kısa bir süre sonra sola dönüp taşıtların
düdük seslerinden, egzoz gazlarından, balatalarının yanık kokularından
kurtuldum. Spor alanında gençler voleybol oynuyor. Bir diğerinde basketbolcular
var. Denizi soluma alıp yürüyorum batıya doğru. Sağımdaki spor alanında tenis
maçı var bir kadınla erkeğin. Büyük alanda, bir amatör takımındaki futbolcu
adayı çocuklar eğitilmekte. Spor amaçlı yürüyüp koşanlarda ivedilik söz konusu.
Gezintiye çıkanların adımları yavaş. Denizi, dolgu alanda boy atan ağaçları,
durmadan kanat çırpan martı ve kargaları izlemekteler hayranlıkla.
Güneş,
ufka yaslanmak üzere… Denizle dar açı yapmış. Tam karşımdan vurmakta ışınları.
Apak bir büyük tabak gökyüzünde. Kıyıya doğru gittikçe genişleyen maviliği,
aklığa döndüren geniş bir yol yapmış ışınlarıyla. Günler epeyce kısaldı. Artık
güneş tam batıdan batmıyor. Güneybatıda gece uykusuna dalıyor.
Akşam
oldu olacak… Deniz durgun… Suyun üstünde küçük kıpırtılar var. Geceyi aç
geçirmek istemeyen martılar, durmadan dalıp çıkmakta suya. Akşam yaklaşınca
balıkların su yüzeyine yaklaşarak beslendiklerini bilmekteler. Fırsatçı
kargalar, martıların ağzından balıkları kapmaya çalışmakta. Bu nedenle
Martılarla kargalar arasındaki kavga çığlık çığlığa sürmekte.
Güneş
karşımdan vurmakta. Bu nedenle güneşe bakarken gözlerim kamaşmakta. Bunda
güneşin ışınlarının yatay gelmesi de etkili oluyor. Güneşin önünden büyük bir
yük gemisi geçmekte. Bir anda gemi ışığa kesti. Güneşle birleşti sanki. Yol
boyunca yer alan birkaç yeiç dopdolu. Güneşli, güzel, temiz bir günün akşamının
tadını çıkarmakta insanlar. Fotoğraf çekenler çok… Telefonla canlı yayın
yapanlar epeyce...
Şaşkınbakkal’ı
geçtim. Caddebostan’a doğru gidiyorum. Güneş, denizle birleşti. Yavaşça sarıya
döndü. Denizdeki o büyük ışık yolu da sarardı. Yol gittikçe daralmakta. Caddebostan’daki
Beltur’un önünden geçtim. Her yan tıklım tıklım. Çimenlerin üzerinde
battaniyeler, kilimler, açılır kapanır sandalyelerde oturanlar çok. Çimlerin
serinliğine oturan ya da uzananların keyfine değme gitsin.
Güneş
turuncuya döndü. Turuncu tabağın alt ucu denizde yitti. Bir balıkçı teknesi,
denizin alt yanını kemirdiği turuncu tabağın ortasında durmakta. Teknenin baş
yanında küçük bir insan karartısı… Tekne, güneşin içinde sanki…
Turuncu,
kızıla döndü. Suyun üstündeki yol iyice daraldı, kıyıdan uzaklaşmaya başladı.
Yolun boyu kısaldıkça denizin altına dalmış kırmızı, dev bir yılanı andırmakta.
Balıkçı teknesi, kor ateşin içinde kaldı, yandı yanacak.
Kızıl
tabak denize daldıkça ufuk boydan boya kızıla kesti. Kızıllık, denizden
başlayarak yükselmekte. Geniş bir yola döndü kızıllık. Kor ateşe dönen güneş
denizde yitti. O, yittikçe ufuktaki kızıllık arttı. Kızıl yolun üstüne karamsı
bir bulut gelip oturdu uzunlamasına. Giderek kızıllığı daraltmakta. Bulut,
sağdan soldan büzüşüp ortadan şişkinleşti. Şişkinleşince denize doğru indi.
Kızıllık tam ortasından ikiye ayrıldı. Kızıllığımı bölen buluta içerledim. Çok
geçmeden bulut, kanatlanıp uçtu yukarıya doğru. Sevindim, kızıllığım geri geldi
diye. Kızıl yol iyice uzadı. Kınalı Ada’nın arkasını aydınlattı. Kızıllık, ortada
koyulaşmakta. Uçlara doğru rengi açılmakta. Dikkatle bakınca koyu kızıllığın
güneybatıdan batıya doğru aktığı görülmekte. Adalar’ın arkasındaki Samanlı
Dağları görülmez oldu. Adalardaki evlerin ışıkları parladı karanlık
koyulaştıkça.
Kızıl
aydınlığa doğru yürüyorum ter içinde. Arkama, yani doğuya doğru baktım.
Büyükada, Maltepe yanında gökyüzü karanlıklar içinde. Maltepe sahili yanan sokak
lambalarıyla ışıl ışıl…
Kızıllık,
gittikçe soluklaştı. En sonunda karanlığın gücüne teslim oldu. Caddebostan’ı
çoktan geçmişim. Neredeyse Kalamış’a varacağım. Güneşim battı, kor ateşimi
deniz yuttu, kızıllığım bulutlara teslim oldu. Bu durumda bana da geri dönmek
düştü. Epeyce yürümüşüm. Dönüşte türküler mırıldanıyorum. Karanlıkta yürüyüp
koşanlar ışığım oluyor. Yolda ürkek kediler pusuda. Martılar, geceye meydan
okurcasına kanat çırpmakta.
Adımlarımı
hızlandırdım tüm yorgunluğuma karşın. Bostancı’ya geldim. Saptım sola, içeriye
doğru. Bacaklarım beni taşıyamaz durumda neredeyse. Arada uğradığım kahvenin
önünden geçerken içeriye bakmak geldi içimden. Girdim içeri. Dostlar
söyleşmekteler. Başköşede büyüğümüz Kaya Karan var. Ali Fuat Uğurluel (Adını,
Ali Fuat Paşa’nın askeri olan dedesi vermiş.), Murat Alpay ve masalarımızın güler
yüzlüsü, sanatçısı İsmail Şengezer oturmuşlar. Masa, masa değil; sanki
ocakbaşı. Beni görünce sevindiler. Tokalaştım hepsiyle. Oturdum ben de
ocakbaşına. Derin konulara daldık. Vakit geç oldu. Elimde dost sıcaklığı,
yüreğimde güneş kızıllığıyla evin yolunu tuttum. İyi ki her sabah doğup her
akşam batan güneşimiz, ocakbaşında söyleştiğimiz dostlarımız var.
Adil
Hacıömeroğlu
14
Aralık 2024
Yazınızı okurken kendimi Bostancı sahilinde yürüyormuş gibi hissettim. Güneşin batışı, denizin üzerindeki renk oyunları ve çevredeki insanların telaşı o kadar güzel tasvir edilmiş ki her bir detayı adeta gözümde rengarenk bir tablo canlandırdım. Martılarla kargaların kavgası sahildeki hareketlilik, gün batımının huzuru ve akşamın gelişiyle değişen atmosfer çok etkileyici bir şekilde aktarılmış. Özellikle yazının sonunda dostlarla geçirilen sıcak bir sohbeti anlatmanız, insana ayrı bir mutluluk ve huzur hissettiriyor. Değerli Adil öğretmenim elinize , yüreğinize sağlık, gerçekten keyifle okudum.👏👏İstanbul’u özlemiştim sayesinde hasret gidermiş oldum.Var olunuz 🙏🏻🍀. Saygılarımla .Fulya Kırımoğlu
YanıtlaSilAdil Hacıömeroğlu'nun dünyaya baktığı pencerenin kadrajından bakınca motorlara gülümsüyorsun,denize, gökyüzüne sabaha akşama bulutlara gülümsüyorsun, simitçi,kestaneci ve sahilde koşturan insanlara gülümsüyorsun.Çünkü Adil Hacıömeroğlu nün kadrajındanki yaşamda umut var sevgi var emek var güzellikler var.Yaşam var Harika adamsın be Adil hoca.
YanıtlaSil"Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa?
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla. "