ÇOCUK VE KIRLANGIÇ


Martın son günleriydi. Çocuk, erkenden uyandı. Hava, yeni yeni aydınlanıyordu. Güneş, kendini göstermemişti daha. Ancak ışınları, doğuda ufku aydınlatmaktaydı yavaş yavaş. Kış bitmiş, bahar gelmişti. Havalar henüz ısınmamıştı. Bitkilerin tomurcuklanması sabahın aydınlığında çıplak gözle seçiliyordu. Doğa canlanmaya başlamıştı artık. Bu da çocuğu heyecanlandırıyordu. Bu nedenle içi içine sığmıyordu onun.

Çocuk, yatağından kalktığında anne ve babası derin bir uykudaydı. Onun kalkıp evde gezindiğini işitmediler bile. O, sessizce doğuya bakan balkona çıktı. Doğmakta olan güneşe karşı gülümseyerek gerindi. Dışarısı biraz serindi. Serin yel, içini titretti. İçeri girip bir kazak giydi, üşütmemek için. Çığlık çığlığa uçuşan kuşlar onun ilgisini çekti birden. Daha önce bu kuşları ya görmemişti ya da onları fark etmemişti hiç. Kanatlarının uzunluğu, kuyruklarının çatallı oluşu, havada ok gibi aniden fırlayışları, hiç durmadan tiz bir sesle tükenmez bir ezgiyi söylerken ötüşlerini çok beğendi. Kentin sabah sessizliğinde kuşların ötüşleri, gökyüzünü doldurdu. Uçuşlarıyla sanki gökyüzünde dans ediyorlardı. Havada birden dönüşleri ve yükselişleri, yukarıdan aşağıya hızla süzülüşleri görülmeye değerdi.

Çocuk, kuşlarla tanışmak için can atıyordu. Karınları ak; baş, sırt ve kuyrukları kara bu kuşların renkleri büyüleyiciydi. O, kuşların büyüsüne kaptırmışken kendini güneş, gülen yüzünü gösterdi. Karşısında kanat çırpan kuşları, daha güzel ve belirgin görmeye başladı güneşin aydınlığında. Bu da onlara karşı hayranlığını daha da artırdı.

On kadar kuş, çocuk onlarla ilgili düşlemler kurarken önünden geçti çığlık çığlığa. Havada bir daire çizip yeniden balkonun önünden geçerken biraz yavaşladılar.

Çocuk: “Sizi ilk kez görüyorum, adınız ne?” diye sordu yüksek sesle.

Öndeki kuş, durup çocuğa baktı ve geri dönüp: “Bize ‘kırlangıç’ der insanlar.” diye yanıtladı onu.

Çocuk: “Sağ ol kırlangıç kardeş, sizi tanıdığım için çok mutluyum. Uçuş biçiminiz, deviniminiz, çalışkanlığınız, hele ötüşünüz, durmaksızın kanat çırpışınız çok hoşuma gitti. Size hayran kaldığımı söyleyebilirim.” dedi sevinçle.

Kırlangıç: “Sen de sağ ol arkadaşım. Ben de seni tanıdığım için çok mutluyum.” diyerek sevincini dile getirdi. Konuşmaya, diğer kırlangıçlar da kulak misafiri oldular. Sonrasında ise mutluluklarını, gökyüzüne haykıran bir ötüşle kanat çırptı.

Çocuk, kuşların uzaklaşmasını fırsat bilerek aşlıktan bir avuç buğday alıp geldi. Elindekileri balkonun önündeki saksıya koydu. Hızla önünden geçen kuşlara: “Kırlangıç kardeşler, size buğday getirdim yemeniz için. Çok kanat çırptınız, yoruldunuz. Acıkmışsınızdır sanırım.” dedi içten bir sevgiyle.

Çocuğun az önce konuştuğu kırlangıç yavaşlayarak: “Çok sağ ol, bizi düşündüğün için. Ancak bizim asıl besin kaynağımız uçucu böcekler, daha çok da sinekler…” diyerek uzaklaştı ezgili bir ötüşle.

Çocuk şakındı. Buğday yemeyen bir kuşa rastladı ilk kez. Kuşlar, yeniden dönüp önünden geçerken: “Bize gece uykuyu haram eden, gündüz erinç vermeyen, açıktaki yiyeceklerimize konarak türlü mikropları taşıyan sinekleri yediğiniz için çok sağ olun. Biz insanlara sinekleri tüketerek çok büyük iyilik yapıyorsunuz. Bu iyiliğiniz unutulacak türden değil…” dedi mutlulukla. “Ancak merak ettiğim bir şey var: Havalar soğuyup sinekler yok olunca siz ne ile besleniyorsunuz? Aç mı kalıyorsunuz, yoksa kış uykusuna mı yatıyorsunuz?” diyerek konuşmasını sürdürdü.

Kuş, gülümseyen bir ötüşten sonra uçuşunu yavaşlatarak: “Kışın aç da kalmıyoruz, kış uykusuna da yatmıyoruz. Güz geldiğinde havalar soğuyup sinekler ortalıkta görünmez olunca göç ederiz Afrika’ya. Orada geçiririz kışı. Hem de soğuktan korunmuş oluruz sıcak Afrika’ya göçerek.” sözleri döküldü gagasından.

Çocuk: “Sağ ol arkadaşım, çok değerli ve önemli bilgiler verdin bana. Peki, siz Afrikalı mı, yoksa Türkiyeli mi sayılırsınız?” sorusunu sordu merakla.

Kırlangıç: “Hepimiz Türkiye’de doğduğumuza göre buralı sayılırız. Yani sizin yurttaşınızız. Yalnızca kışı geçirmek için gittiğimiz bir yer Afrika. Şu an bahar yeni başladı. Biz de hemen döndük ülkemize size uğur getirelim diye.”  ” diye yanıtladı çocuğu.

Çocuk: “Yuvanızı nereye ve nasıl yapıyorsunuz?

Kuş: “Yuvalarımızı saçak altlarına, pencere ve kaya oyuklarına yaparız yuvalarımızı çamurla. Bazılarımız eski yuvalarını kullanacak. Yuvası bozulan ya da bu yıl ilk kez anne ve baba olacak olan kırlangıçlar yeni yuva yapacak. Anlayacağın, işimiz epeyce zor… Dişi ve erken birlikte çalışır yuva yapımında. Dayanışma, yardımlaşma, elbirliği olmadan yuva olmaz. Dişi, çamurları getirir. Erkek, tükürüğüyle çamuru iyice karıp duvara yapıştırır. İçine tüy, yaprak gibi yumuşak nesneler koyarız yavrularımız rahat etsin diye. Yılda iki ya da üç kez yavruladığımız olur. Her kuluçka döneminde dört ya da beş yumurta yaparız yuvaya. Dişi ile erkek dönüşümlü olarak yumurtaların üstüne yatar. Çünkü bizim için yaşam ortaktır. Yavrularımızı birlikte dünyaya getirir, birlikte bakıp büyütürüz.” dedi bilgece.

Çocuk: “Yavrularınızı nasıl ve neyle beslersiniz?”

Kırlangıç: “Yavrularımız da bizim yediklerimizi yer. Hem anne hem de baba kırlangıç, gün boyu yiyecek taşırız onlara. Yuvada beş yavrumuz varsa anne, ilk yavruyu doyurur. Sonrasında baba gelir yuvaya ağzında yiyecekle. O, ikinci yavruya verir ağzındakileri. Ardından anne, üçüncüye… Yeniden baba gelince dördüncüye verir yiyecekleri. Bu, böyle sırayla sürüp gider. Yavrularımıza eşit davranır, onların açgözlü olmasına izin vermeyiz. Hak yemek bizim gagamızda yazmaz. Akşam kaçıncı yavruda kalmışsa yeme sırası, ertesi sabah onunla başlarız onları yedirmeye.” diye anlattı yavruların beslenme düzenini.

Çocuk, çok sevindiği kuşun yavruların beslenmesiyle ilgili verdiği bilgiye. “İnanılmaz bir düzen kurmuşlar yuvada. Bu denli adaletli davranmaları övülecek ve örnek alınacak bir durum.” diye mırıldandı. İçinden: “Keşke insanlar da toplumsal yaşamda kırlangıçlar gibi adil olabilseler.” dedi. Bu güzel yaratıklara “kuş beyinli” diyenler utansın kurdukları şu usçu ve hakka dayalı düzenden.

Çocuk: “Sizin yuvalarınızı bozan insanlar oluyor mu hiç?” diye sordu merakla.

“Sayıları çok az da olsa yuvalarımızı bozan insanlar var. Ancak sizin ve bizim ortak ülkemizde yaşayan insanlar, bu tür kişilere iyi gözle bakmaz. Çünkü siz Türkler, kırlangıçları kutsal sayarsınız.”

“Aaa, bunu bilmiyordum. Sizi, niye kutsal sayarız?”

“Öncelikle baharla geliriz bu topraklara. Böylece sizler, baharı bizim getirdiğimizi düşünürsünüz. Bahar demek, bolluk demek… Bu nedenle bolluğun bizlerle geldiğine inanır insanlar. Eski çağlardan beri sizin atalarınız bizi, ‘dostluğun ve şefkatin’ simgesi olarak görür. Ayrıca eski Türkler bizim insanları “kazadan ve beladan kurtardığımıza’ inanırlardı. Bu nedenle bize saygı gösterir insanlar. Kırlangıç öldürmek, Türklerce uğursuzluğa yol açtığı için günah olarak kabul edilir.” dedi kırlangıç, biraz da gurur duyarak kendisiyle.

Çocuk, şaşkınlık ve merakla dinledi kuşun anlattıklarını. Kırlangıçların yaşamımız ve kültürümüz için ne denli önemli olduğunu anladı. Bu sırada konuşmaları işiten çocuğun annesi, babası ve kardeşi balkona geldi. Kırlangıçları, evin önünde uçarken görünce hepsi bir ağızdan: “Hoş geldiniz, bolluk getirdiniz. İyi ki de geldiniz doğamızın süsleri, evimizin uğurları, inanların dostları. Siz varsanız kaza bela yok ocağımızda, yurdumuzda.” deyip mutluluklarını belirttiler.

Kuşlar, evcek söylenen güzel sözlere en güzel ötüşleriyle ve alçaktan yavaşça uçarak teşekkür ettiler. Balkonun önünde birkaç saygı turu attılar. Sonrasında gökyüzüne yükseldiler birlikte. Arkalarında dört kişinin gülen yüzü ve sallanan elleri vardı.

                                               Adil Hacıömeroğlu

                                               2 Ağustos 2025

 

 

2 yorum:

  1. Kalemine Efendi Kalan, Adil öğretmenim,

    Kırlangıç, edebiyatta ve kültürel anlatılarda genellikle mevsimlerin gelişini, dönüşü, umudu ve özgürlüğü simgeler.
    Çocuk ise masumiyet, saflık ve yeni başlangıçların temsilcisidir.
    Bu ikiliyi bir araya getirdiğinizde, harika bir öykü okudum.
    Bir kırlangıcın uçuşu, çocuk için umut dolu bir ilk bakış hayatın yumuşak bir çığlığı gibi.
    Çocuk, kuşun özgür kanatlarına bakarken kendi düşlerinde özgürlüğü, keşfi ve sadakati öğrenebilir.
    Yazı, yalnızca doğayı ve masumiyeti değil; aynı zamanda aidiyet duygusunu, mevsimsel dönüşü ve yaşamla kurulan ilk bağları da çağrıştırabilir
    Doğanın diliyle yazılmış bir öykü ..
    Bir kırlangıç, bir çocuğun dünyasına giriyor.
    Hem gökyüzüyle temas ediyor, hem kalbinde umut tohumu ekiyor.
    Masumiyetle umut birleşiyor, göçle düşüş aynı sayfada yankılanıyor.Değerli öğretmenim kırlangıçları çok severim.
    Öykünüz çok güzeldi.Ruhunuza , yğreğinize sağlık👏👏Kaleminiz var olsun.🙏🏻🍀📚🌺

    YanıtlaSil
  2. Ah can dost, biz ne kuşlari ne doğayı anlayabilmiş değiliz. Bizde olmadı gereken ve bir türlü goremedigimiz erdemleri kuşlar vasıtasıyla anlatmaya, yaşatmaya gayret ediyoruz.
    Bu güzel yolda verdiginiz emeği anlıyor ve sizlere teşekkur ediyorum. Biz birbirimizin haklarından, emeklerinden geçinen bir toplum olduk. Bu yolda orgutlendik. Çalismayi, çalisma disiplinini kuşlardan öğrenme/öğretme yolunu seçmek durumunda kaldık.
    Sağ ol can dost.

    YanıtlaSil