DERENİN ÇIĞLIĞI


Deniz, son yıllarda her yaz dinlencesinde ninesi ve dedesiyle yaylaya gider. Yaylaya gitme zamanı yaklaştıkça onun içi içine sığmaz. Günleri, heyecanla saymaya başlar. Yaylada arkadaşlar edinmiştir gide gele. Eli boş gitmemek için onlara, yaşadığı kentten anmalıklar alır. Oradaki arkadaşlarının neyi sevip sevmediklerini bildiğinden onların zevklerine uygun anmalık almaya özen gösterir. Ayrıca yayladaki komşularını da unutmaz.

Yayladaki komşularını çok özlemişti. Onların Deniz’e sevgileri olağanüstüydü. Çocuk da onları çok seviyordu. Neredeyse her gün komşularına uğrayıp onlarla söyleşir. Onların anılarını dinlemek, komşularından doğayla ilgili yeni yeni bilgiler öğrenmek için can atar. Onları dinledikçe doğaya karşı sevgisi daha da artar. O denli çok şey öğrenir ki onlardan, kentte bu bilgileri edinmek neredeyse olanaksızdır onun için. Kimi zaman hayvancılıkla ilgili bazı önemli ayrıntıları da öğrenir yaylacı komşularından. Çünkü onların önemli geçim kaynaklarından biridir hayvancılık. Kışın köylerde, yazın yaylada beslerler hayvanlarını.

Deniz, yaylada komşularının hayvanlarını sever. Kimi zaman arkadaşlarıyla hayvanları yaylımda otlatmaya gider. İneklerin serin havada beslenirken ne denli mutlu olduklarını görüp o da mutlu olur onlarla.

Dedesiyle ninesi, komşulardan süt satın alır. O sütten yoğurdu torunlarıyla yaparlar. Komşulardan tereyağı, yayla peyniri alırlar kahvaltı yapmak için. Kimi zaman komşularının evine gittiklerinde onlar, sobanın üstünde pişirdikleri bazlamalara yağ sürüp verirler Deniz’e. O, önceleri sunulan bu tadı güzel yiyeceği almakta çekingen davranmışsa da onlarla içten ilişkileri geliştikçe yabancılık çekmemeye ve o evin çocuğu gibi davranmaya başladı. Yaylada yediği her yemeğin, başta tereyağı ve peynirin tadını unutamaz yıl boyunca.

Bu yıl yine yaz dinlencesinin bir bölümünü dedesi ve ninesiyle yaylada geçirmek için yola çıktı. Yol boyunca akıp giden dereyi izlemeye başladı ağaçların arasından. Derenin suyunun her yıl azaldığını gözlemledi. Sıcak havalarda serinlemek için derenin kıyısına gelenler, ne yazık ki çöplerini su kıyısındaki çimenlerin üstünde bıraktıklarını gördü. Bu durum, onu çok üzmeye başladı. Derenin içinde paslı tenekeler, naylon torbalar, karpuz kabukları, pet şişeler, parçalanmış giysileri, eski ev eşyalarını, cam kavanozları fark etti.  

Dedesi, yolda bir çeşmenin önünde arabayı durdurdu. Önce üçü birden kana kana su içti dağlardan çıkıp gelen bu pınardan. Pınarın suyu, ağaçtan yapılmış bir oluktan akıyordu. Bu, çocuğun ilgisini çektiğinden hemen fotoğrafını çekti, kente döndüğünde okul arkadaşlarına göstermek için. Oluğun soğuk suyuyla ellerini yüzlerini yıkadılar. Ninesi, evden yıkayıp getirdiği meyveleri yeniden yıkadı oluğun buz gibi suyuyla.

Derenin kıyısına doğru yürüdüler. Yıkık bir ağacın üstüne oturup yeniden yıkanmış meyveleri yemeye başladılar. Dere, önlerinden şırıl şırıl akıyordu. Derenin şırıltıları Deniz’e dünyanın en güzel ezgisi gibi geldi. Bu ezginin büyüsüne kapılarak düşlere daldı. Bu sırada bir plastik yoğurt kabı derenin yüzeyinden geçti. Ardından paslı bir teneke… Bunları görünce düşünden uyandı çocuk. Derenin kıyısında birikmiş çöp yığınları, sanki gözüne batıyordu.  Üzüntüden ne yapacağını bilemedi.

Çöp yığınlarına dalmış düşünürken bir kurbağanın vıraklamasını işitti. Döndü sesin geldiği yana. Yosun tutmuş bir taşın üstündeydi kurbağa. İkisi, birbirine baktı kısa bir süre. Sessizliği, kurbağa bozdu.

“Merhaba güzel çocuk! Hoş geldin deremize!” dedi.

Çocuk, önce şaşırdı kurbağanın konuşmasına, sonra gülümseyerek yanıtladı onu.

“Sağ ol… Hoş bulduk kurbağa kardeş! Benim adım Deniz…”

“Benim adım da Zıpzıp… Çok mutlu oldum seninle tanıştığıma.”

“Ben de çok mutluyum seninle tanışıp arkadaş olduğuma.” dedi çocuk, sevinçle. Sonrasında Zıpzıp’a: “Derenin içindeki ve kıyısındaki çöpler size zarar vermiyor mu?” sorusunu sordu.

O: “Zarar vermez mi hiç? Geçen ay bir kurbağa arkadaş, sudan dışarı çıkmak için zıpladı kıyıya. Kıyadaki paslı tenekeyi taş sanıp üstüne çıktı. Tenekenin parçalanmış bölümü, iki ayağını birden kesti. Ertesi gün arkadaşım kurbağa, dayanamayıp öldü. Ölmeden önce çok acı çekti. Gece boyunca ağlayıp durdu. Onun ağlamaları bizi uyutmadı sabaha dek, çektiği acılar yüreğimizi yaktı.” dedi üzüntülü bir sesle.

“Çok üzüldüm Zıpzıp kardeş! Çok kötü bir olay yaşamışsınız, başınız sağ olsun.”

“Yalnızca bu mu başımıza gelenler? Su çok kirli, bu nedenle yavrularımızın çoğu, iribaşken türlü kimyasal maddeler nedeniyle ölüyor. Bu da soyumuzun tehlikeye girmesine neden oluyor. İribaşlar, genellikle derenin içindeki ve kıyıdaki otlarla beslenmekte. Dere kirlendiğinden iribaşların beslenecekleri otlar çok az yetişmekte. Yetişeler de zehirli zatem…”

Aşağıdan bir ses, Zıpzıp’ın sözünü kesti. “Yalnızca siz mi zarar görüyorsunuz bu kirli sudan? Bizim soyumuz da tehlikede…” dedi suyun yüzeyine çıkardığı ağzıyla bir balık.

Çocuk, balığın konuşmasına hem sevinip hem de şaşırarak ona dönüp: “Merhaba balık kardeş, benim adım Deniz…” dedi.

Balık: “Çok mutlu oldum Deniz. Benim de adım Kıvrak Kuyruk. Ben alabalık soyundanım. Binlerce yıldır bu derede yaşarız. Buralarda insanlar yokken biz vardık.” dedi düşünceli düşünceli.

Deniz: “Sudaki kirlenme size nasıl zarar veriyor Kıvrak Kuyruk?

Kıvrak Kuyruk: “Biz alabalıklar, genellikle suyun üstünde uçuşan ve su yüzeyine konan böcekleri, sinekleri yiyerek besleniriz. Toprak solucanlarını ve küçük balıkları da yediğimiz olur. Aslında kurbağalar da bizim yediklerimizi yer çoğunlukla.”

Zıpzıp: “Biz sinekleri, böcekleri, örümcekleri yiyerek insanlara çok büyük yarar sağlarız. Bu zararlılardan onları koruruz.” dedi iç çekerek.  

Kurbağa, sözünü tamamlamadan derenin içindeki büyük taşın sütündeki ince yapılı bir kuş, uçarak çocuğa yaklaştı. Kuyruğunu yukarıdan aşağıya birkaç kez indirip kaldırdı. Sonrasında: “Konuşmalarınızı işittim yukarıdaki taşın üstünden Deniz, Zıpzıp ve Kıvrak Kuyruk kardeşler. Benim adım da Titrek… Niye mi Titrek? Çünkü kuyruğumu çok fazla ve hızlı aşağı yukarı salladığım için. Bizi, insanlar ‘dere kuşu’ diye adlandırırlar.” dedi.

Çocuk: “Çok sevindim sizi tanıdığıma Titrek kardeş.” dedi mutlulukla.

Kuş: “Deredeki kirlenme, bizim de besin kaynaklarımızı tükettiğinden yaşamımızı zorlaştırmakta. Yediğimiz küçük balıklar, sucul böcekler, bazı bitkilerle iki yaşamlılar çok az var artık buralarda.” dedi biraz da üzülerek.

Çocuk: Bunu ilk kez işitiyorum, iki yaşamlılar ne demek?” diye merakla sordu.

Titrek: “İki yaşamlılar hem karada hem de suda yaşayan küçük canlılar…” diye yanıtladı onu.

Çocuk: “Çok sağ ol Titrek kardeş, beni bilgilendirdiğin için.” dedi.

Kıvrak Kuyruk: “Bir de bilinçsiz avcılar biz balıklara çok zarar veriyor. Yaşadığımız sulara patlayıcılar atıp bizim toptan ölümümüze neden oluyorlar.” diye inledi.

Yukarıdan hızla akan bir su kütlesi, büyük taşın çevresinden dönerek gitti aşağıya doğru. Dere, sularını köpürterek seslendi çocuğa: “Dere boyunca yaşayan insanların bazıları atık sularını, ayakyolundaki atıklarını bize karıştırıyorlar. Bu atık suların içinde çok zararlı maddeler var. Özellikle ev temizliği için kullanılan kimyasallar beni zehirleyip soluk almamı engelliyor. Ben zehirlenince içimde yaşayan, suyumla yaşam bulan, soluğumla soluklanan hayvan ve bitkiler de zehirleniyor. Ben, kendimde olamayan yaşamı, canlılığı içimde ve kıyımda yaşayanlara nasıl vereyim?” dedi sularını dalgalandırarak çığlık çığlığa, üzüntü ve kızgınlıkla.

Kıyıda kurumakta olan ot, zorla dik durarak ve soluklanarak: “Derenin kirlenip zehirlenen suyu, köklerimden girerek beni zehirledi. Kıyı boyunca var olan otların hepsi kurudu. Ben de son günümü yaşıyorum sanırım. Çünkü ayakta duracak durumum kalmadı. Ayrıca ağaçlara bakın. Onlar da tepe dallarından kurumaya başladı. Bu zehirli su, tüm canlıları yavaş yavaş öldürecek, sonrasında sıra bizi zehirleyen insanlara gelecek.” dedi üzüntüyle.

Toprak, derinden gelen bir sesle: “Dereye atılan tüm kimyasal zehirler suyla benim bağrımda toplanıyor. Bu kadar zehre dayanmam olanaksız… Oysa ben, yalnız hayvan ve bitkileri değil; insanları da suyla birlikte var edenim. İnsanların bu denli kötülüğü suya ve bana niye yaptıklarını bir türlü anlayamıyorum.” diye inledi.

Dere, yıkık ağacın üstünde oturarak konuşmaları dinleyen Deniz’in ninesi ve dedesine dönerek: “Benim güzel dedem ve ninem, bilmem anımsar mısınız siz, çocukluğunuzda benden su içtiğinizi yaylaya gidip dönerken?”

Nine ile dede, bir ağızdan: “Anımsamaz mıyız hiç unutulur mu o güzel günler? Biz yalnız çocukluğumuzda değil, gençliğimizde de senin sularını avuç avuç içtik. Böylece bize sağlık ve yaşam verdiniz. Bu nedenle sana çok minnettarız.” dediler kızgınlık dolu bir üzüntüyle.

Güneş, boynunu bükmeye başladı. Vakit, ikindiye yaklaşıyordu. Dede, çocuğa, üzgün bir sesle: “Yolcu yolunda gerek torunum. Haydi, binelim arabamıza, gidelim yaylamıza.” dedi.

Çocuk; dere, toprak, ot, kuş, balık ve kurbağayla tek tek vedalaştı. Vedalaşırken gözyaşlarını tutamadı. Ninesi Deniz’in yanına gidip onu kucaklayıp bağrına bastı. Eğilip gözyaşlarını öptü. Arabaya doğru yürüdüler. Dere kuşu, başlarını üzerinden uçup kuyruğunu titretti. Ot, boynunu büktü. Dere, köpürdü. Toprak, homurdandı içten içe. Kurbağa vırakladı. Alabalık, kuyruğuyla sulara vurdu sertçe. Bu davranışlarıyla çocuğa: “Uğurlar olsun, Güle güle git yaylana.” dediler birlikte.

Arabaya bindiler, üzgünce. Dede, çocukluğunda derede yaptıklarını anlattı geçmişe dönerek. “”Bak Deniz, biz ninenle bu derede öğrendik yüzmeyi.” dedi zoraki gülümseyerek. Çocuk da hafifçe güldü, içinin yangını bastırarak. Deniz, can kulağıyla dinledi onu yol boyunca. Nine, torunun saçlarını okşayıp elini bırakmadı yaylaya gidinceye dek. Önlerindeki dağın başındaki sis görününce “Vardık!” dedi çocuk, yüzünde hafif bir gülümsemeyle.

                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                       21 Ağustos 2025

 

 

 

 

 

2 yorum:

  1. Kalemine Efendi Kalan , Adil öğretmenim,

    Derenin akışı “Çığlık çığlığa” bir haykırışa dönüşüyor.”Ben soluk alamıyorum, içimdeki canlılık yok oluyor” diyor. Toprak da, bitkiler de, ağacın dalları da bu tahribatın kurbanı. 
    Deniz’in yaylaya dönüş yolculuğu bir vedadır. Gözyaşları, doğanın acısını ve geleceğe dair uyanışı simgeler. Dede ve nine, o doğanın bir zamanlar hayat verici suyunu tattıklarını anımsatarak bu kirliliğin nereye gittiğine sessizce yürekten çarpılır. 
    Çocuk gözüyle doğanın saflığı ve samimiyetiyle ilişkilenip, insan eliyle bozulan çevreyi dokunaklı bir dille yansıtıyor. Her bir canlı karakter, doğanın kendini anlatma biçimi olarak öne çıkıyor sanki su, kuş, toprak, ot ve ağaç, içlerinden yükselen birer “çığlıkla” sesleniyor.. Okura hem duygudaşlık hem çevre bilinci uyandıran, düşündürücü ve etkileyici bir anlatı.
    Anlatınız doğayı yalnızca anlatan değil, onu yaşatan ve seslendiren bir bakış açısıyla yazılmış dolayısıyla çok duygusal bir ileti içeriyor..
    Candan haykıran bir doğa melodisi gibi içimi titretti. Doğanın saf sesi, bir çocuğun gözlerinden dile geliyor; her plastik parçası, paslı teneke, cansız dal ve yaşam mücadelesi bu sessiz çığlığa dönüşüyor. Kurbağanın, balığın, kuşun ve toprağın sözcükleri; kirliliğin acısını derin bir içtenlikle ifade ederken, insan ruhuna dokunan güçlü bir farkındalık yaratıyor.
    Bu anlatım, yalnızca çevremize değil, vicdanlarımıza da sesleniyor. Doğanın hikâyesini çocuk diliyle usta kaleminizle , gizemli sözcüklere dönüştürdüğünüz için var olunuz.👏👏Usunuza kaleminize ve yüreğinize sağlık.🙏🏻📚🌺

    YanıtlaSil
  2. Torunum Asya az daha büyüyünce -şimdi 2, sanırım 4 olunca- ona okuyacağım. 'Çocuklara Söylenceler'i tasarlıyor musunuz Adil hocam ve sevgi-saygıdeğer arkadaşım?



    YanıtlaSil