ENSTİTÜLÜNÜN VAZGEÇİLMEZİ, OKUMAK


Köy enstitülerinde öğretmen, ustaöğretici, öğrenci ve işgörenlerin günlük yaşamalarının vazgeçilmez eylemi, alışkanlığı kitap okumaktı. Bu okullarda, okuma alışkanlığı kazanmak, enstitülü olmanın önkoşulu. Onlar, okuyarak kendi düşünsel, duygusal dünyalarını geliştireceklerine inanıyorlardı. Böylece hem ülkemizde hem de dünyadaki değişimleri, gelişmeleri kolayca anlayıp onlara ayak uyduracaklardı. Hatta okuma sayesinde onlarda oluşan bilinç sıçramasıyla dünyaya örnek ve öncü bir eğitim uygulamasının kahramanları olacaklardı kısa sürede.

Köy enstitülerinin kurucusu, mimarı, öncüsü İsmail Hakkı Tonguç; Mektuplarla Köy Enstitüsü Yılları’nda şöyle diyor:

“… Yapılanların verimli olması için öğretmenin, ustaöğreticinin kendi meslek ve işleriyle ilgili kaynaklarla birlikte yılda en az 24 kitap okumuş olmaları, okuma zevki ve alışkanlığını öğrencilerine aşılamaları başta gelen görev koşullarından biridir. (Aktaran Pakize Türkoğlu, Tonguç ve Enstitüleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, IV. Baskı, Şubat 2009, s. 266)” Her öğretmen ve işgörenin yılda 24 kitap okumalarını öneriyor Tonguç. Yani ayda en az iki kitap… Şimdi dönüp bakalım günümüz okullarına. Ayda iki kitap okuyan öğretmen var mı? Varsa bu öğretmenlerin oranı, yüzde kaçtır? Kendisi kitap okumayan bir öğretmen kitlesinin kitap okuma alışkanlığını, öğrencilerine aşılamaları olanaklı mı?

“Belli yerlerde nöbet tutmak zorunda olanlar, saat geldiğinde cebindeki kitabını çıkarıp orada okuyabilirdi. Ya da uzaktaki birimlere kitap gönderilirdi. Bu zorunlu saatlerde okuma alışkanlığı kazanıldığı için kendi özgür zamanlarında da ellerinden kitap düşmüyordu öğrenci ve öğretmenlerin. Tonguç, serbest okumanın böylesine yerleşip yerleşmediğini yerinde sık sık denetliyor, gördüğü kimi eksiklikleri dönüşünde yeniden yazıyordu enstitülere:

‘Bazı enstitü müdürlerinin genelgelerle bildirilen emirleri yerine getirmediklerini gördüm. Serbest okuma saatlerinin düzenlenmemesi, bunlardan biridir. Arkadaşların bu eksikliklerini düzeltmeleri kesinlikle gereklidir…’ diyor, öğretmenler için ayrıca yazıyordu. (Aynı yapıt, s. 267)” Nöbet tutacak öğrenci bile nöbet yerine kitapla gidiyor. Kitap, onun yaşamının bir parçası durumuna gelmiş.

Tonguç’un asıl uyardığı okul müdürleri. Serbest okuma saatlerinin savsaklanmasını bağışlayamıyor. Okuma alışkanlığını her şeyin önüne koyuyor.  Çünkü ülkemizin kör karanlıktan kurtulup aydınlanması okumayla olacak.

“Enstitü müdürlerinin ve öğretmenlerinin onun bu tatlı sert uyarılarını anlayıp candan benimseyerek, kendilerini ve öğrencilerini bu işe alıştırmalarıyla Köy Enstitülerinde gerçek bir okuma kültürü gelişti. Herkes ekmeğe, suya sarılır gibi sarılıyordu kitap okumaya, tüketmeye. Kazmayı omuzlayan öğrenci cebine bir kitap sokmayı alışkanlık haline getirmişti. Serbest okuma yalnızca Türkçe derslerinin konusu olmaktan çıkıp, tüm enstitü programının ve yaşamının vazgeçilmez bir parçası olmuştu. Bu etkinlik başladığında her şey duruyordu. Yalnızca öğrenciler, öğretmenler değil, ustaöğreticiler, aşçılar, arabacılar da koşuyordu okumaya. Okuma yazması olmayan işgörenlere bir öğretmen bu saatte okuma yazma öğretiyordu. Çifteler’de Rauf İnan bunu zorunlu saymıştı. Okuma yazma bilmeyen öğrenecek ya da orada çalışamayacaktı. (Aynı yapıt, s. 268)”

Kitap okuma, enstitülerin içinde bulunan herkes için bir alışkanlığa dönmüştü. Bu okullarda böylece yalnızca öğrenciler değil, öğretmenler ve tüm çalışanlar da eğitilmekteydi. Bu, Türkiye’de tabandan gelen bir aydınlanma hareketini başlatmıştı. Ülkemizin egemen sınıfları, bu aydınlanmayı fark ederek kendi çıkarları doğrultusunda önlem almaları da onlar için olağandı. Onların bu aydınlanmayı sona erdirmelerinin tek yolu, yalan ve iftira ile enstitüleri karalamaktı. Onlar da böyle yaparak bu okulları yok ettiler.

Burada sözü, yine Tonguç’a verelim: “…Köy Enstitülerinin çoğu artık, kitapları ciltli, dolapları sağlam, düzenli bir kütüphane kurma devrine girdi. Her yuvanın ayrılmış bir programa uyarak ve bu işe meraklı adamını bularak, kütüphane kurmaya başlamalıdır. Kütüphanesizlik ya da derme çatma kütüphane arkadaşları rahatsız etmelidir. Öğrencilere gidecekleri köylerde kütüphane kurma alışkanlığının verilmesi bu anlayışın enstitülere yerleşmesine bağlıdır. (Aynı yapıt, s. 268)” Okullarda kitaplıkların kurulmasına öncelik vermekte İ. Hakkı Tonguç. Kitaplık zevkini edinmiş öğrencilerin öğretmen olduklarında bu zevki köylere de taşıyacaklarını öngörüp istemekte.

“Antalya Valisi Haşim İşcan, bir gün Aksu Köy Enstitüsü’ne geldi; öğle yemeğinde öğrencilerle irmik helvası yedi. Sonra onların işbaşına ve derslere dağılışını izledi. Kazmasını küreğini omuzlarına dayayıp şarkı söyleyerek önünden geçen bir gruba baktı ilgiyle. Başlarında Küme Öğretmeni Zühre Esin vardı. ‘Bunlar şu tepeyi kazıp temizleyecekler, plana göre orayı ağaçlandıracağız’ dedi enstitü müdürü. Grubun arkasındaki iki öğrenciden biri su kabı, biri bir tahta çanta taşıyordu. Su kabını anlamıştı ama tahta çantada ne olduğunu merak etti vali. Bunu müdür de bilmiyordu. Öğrenci Şevket açıkladı onlara: Çanta kitap doluydu. İşten sonra okuma saatinde orada açık havada okuyacaklardı. Arada mola verince bakanlar da oluyordu.

Galip Candoğan, ‘Kitap okuma ve temizlik başta gelirdi’ diye anlatıyor İvriz anılarında. Tuvalet nöbeti tutarken boş kalınca cebindeki kitabı çıkarıp okumasını sürdürdüğünü yazıyor. (Aynı yapıt, s. 269)”

Çevremde aydın geçinen birçok kişiye kitaplar öneririm okumaları için. Ne yazık ki çoğu, bu kitapları okumaz. Gerekçesini sorarım. “Hiç zamanım yok!” derler. Yalan söylediklerini anlarım ve içimi bir acı kaplar. Köy Enstitülerinde, zor bir eğitim süreci içinde iş arasında, bedenen çalışmanın sonunda, hatta ayakyolunda kitap okuyanların bu işe nasıl zaman bulduklarını bir öğrense bu günümüzün zamansızları.

“Yüksek Köy Enstitülü çıkışlı yazar ve çevirmen Arif Gelen, o dönemi şöyle anlatıyor: ‘Eğitimde, en azından Türkiye’deki eğitimde o güne kadar uygulanmamış bir yenilikti enstitülerde kitap okumaya verilen önem. Öğretmenler genç insanın ilgisini çekecek nitelikte metinleri okurken, hayal gücümüz birden gelişiyor, düşünce dünyamız aydınlanıyor, büyük zenginliklere kavuşuyorduk. Bu başlangıç bizi sonradan çok ileri noktalara götürdü. O günlerin Türkiye’sinde, bu kadar kısa sürede, bu kadar çok sayıda bilinçli, düşünce üreten insanın köyden çıkması, toplumu hazırlıksız bir anda bastırarak sarsmış ve tedirgin etmişti.’

Konunun asıl ilginç yanı ‘yazma’ eylemiydi. Enstitü programı edebiyatçı, sanatçı yetiştirmeyi amaçlamamasına karşın bu kurumlarda yaratılan okuma ortamı ve etkin Türkçe derslerinin ve çok yönlü zengin eğitim ortamının bireylerde uyandırdığı yaratıcılıkla, yetenekli öğrenciler kendilerini küçük yaşta edebiyatın içinde buldular. (Aynı yapıt, s. 269, 270)” İşte, köy enstitülerinden çokça yazarın çıkmasının nedeni, sürekli ve düzenli okuma alışkanlığının küçük yaşta öğrencilere kazandırılmasıydı. İnsan belleğini bir küp olarak düşünürsek, o küp okumayla belli bir zamanda doluyordu bilgiyle. Bilgiyle yetenek birleşince bir süre sonra küp taşmaya başlayınca üretme, yaratma ve yazma gereksinimi çıkıyordu ortaya.

Köy Enstitüleri, Türk tarihinin en önemli aydınlanma projesiydi. Yüzlerce yıldır birikip yoğunlaşan karanlığı dağıtacak bir güneşti. Ne yazık ki bu güneşin doğmasını engelleyen devletimizin başına gelmiş siyasetçiler oldu. Halkımızın aydınlanması, ulusumuzun ileri gitmesi, yurdumuzun kalkınması için yakalanan fırsat; Ortaçağ sevdalısı, emperyalizmin kuklası siyasetçilerce önlendi. Zararı ulusça çektik. Eğer ülkemiz bugün birçok alanda, birçok sorunlar yaşıyorsa bunun nedeni, köy enstitülerini yok eden siyasal zihniyettir.

                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                       31 Ağustos 2025

1 yorum:

  1. Kalemine Efendi Kalan, Adil, öğretmenim,

    “Okumak, yaşamaktır; fark yaratmaktır.” Bu düşünceyle, köy enstitülerinin kitapla, kütüphaneyle, üretimle kurduğu bağa can veren yazınızı kutluyorum.👏👏
    Bu ifade yalnızca bir değil; köy enstitülerinde uygulanan eğitim felsefesinin özüyle örtüşüyor.
    Okuma, bireyi sadece bilgiyle donatmaz; aynı zamanda hayata bağlar. Köy enstitülerinde her öğrenci günlük okuma defteri tutar, düşüncelerini ifade eder, dilsel yetkinlik kazanırbu bir “yaşama sanatıdır”.
    Okuyan birey, topluluğunda aydınlık bir rol üstlenir. Yazınızda vurguladığınız gibi “okuyan yazar; okumayan yazamaz”. Köy enstitüsü mezunları, edindikleri kültürel birikimi köy yaşamına, sorunlarına yansıtarak hem bireysel hem toplumsal düzlemde iz bırakırlar.
    Okuma sadece bireysel bir aktivite değildir; toplumu dönüştüren, düşünsel ve kültürel kalkınmayı tetikleyen temel bir dinamiktir. Köy enstitülerinin üretim odaklı modelinde okuma, hayatın her alanında rol oynar zira kitap, bir değer üretim aracına dönüşmüştür.
    “Okuyan öğretmen” kavramı, yaşam biçimi ve model oluşturmada rol alır. Okuyan birey olmak, fark yaratmanın ilk adımıdır. Her gün okunan kitapların deftere kaydedilmesi, öğrencinin içsel dünyasını dönüştürür. Bu, okumayı “yaşam deneyimine dönüştüren” somut uygulamalardır.
    Üretim temelinde elde edilen kaynaklarla kitap satın almak, okumayı erişilebilir hale getirirken, aynı zamanda “toplumsal fark yaratma” amacıyla işlerlik kazanır.
    Yazınızın vurgu yaptığı gibi, doğruluğun ön planda tutulduğu yazım pratikleri, bireyi düşünsel olarak olgunlaştırır. Okumak, bireyi ifade gücüne kavuşturur.
    Köy enstitülerinde okuyan bireyler, bilimsel ve laik eğitim yaklaşımıyla toplumsal farkındalık yaratır. Okumak, medeniyet dönüşümünün motorudur.
    Okumak, yaşamaktır Okuma, düşünceyi ve bireysel gelişimi besleyen yaşamsal aktivitedir.
    Okumak, fark yaratmaktır Kitapla dönüşen birey, topluma katkı sağlar.
    Usunuza, yüreğinize sağlık👏👏Usta kaleminiz var olsun.🙏🏻📚💐

    YanıtlaSil