OKUMA ALIŞKANLIĞI KAZANDIRAN TEK OKUL


Günümüzün en çok yanıtı aranan: “Yurttaşlarımıza niye okuma alışkanlığı kazandıramıyoruz?” sorusudur. İnsanımıza okuma alışkanlığı kazandırılamaması, toplumuzda önemli ve sürekli bir tartışma konusu. Veliler, olanakları elverdiğince çocuklarını bin bir özveriyle kendilerince en iyi okullarda okutmakta. Buna karşın öğrencilerin uzun öğrenim süresince okuma alışkanlığı edinememeleri herkesi düşündürmekte.

Değerli arkadaşım, inşaat mühendisi Ayhan Yeltik’le bir araya geldiğimizde kitap okuma konusu üzerinde çok konuşuruz. Ayhan Bey’le çok seyrek buluşuruz. Nedeni de onun yaşamının çoğu, yurt dışında geçer. Ünlü bir yapı firmasının yurtdışı temsilcisi. Durmaksızın çalışan biri. Üretmek, yapmak, ülkemize döviz kazandırmak için Asya bozkırlarında, Afrika’nın zorluklarla dolu coğrafyasında, Sibirya’da, Moğolistan’da, Romanya’da, Kazakistan’da ve adını anımsamadığım birçok yerde çalışıp didinir. Yaptığı işlerle gurur duyar. Bu da onun hakkı…

Sayın Yeltik, iyi bir okur olarak kitap okumayı çok önceler. Benim de öğrencim olan oğlu Sarp’a okuma alışkanlığı kazandırmak için çok uğraştı. Sonunda da bu savaşı kazandı.  

Yıllar önce bir konuşmamızda okuma alışkanlığı konusunda dertlendi bana. “Hocam…” dedi üzgün bir sesle. “Rusya’da, hatta Sibirya’da, Kazakistan’da, Romanya’da, Afrika’da çalıştım. Oraların yerlilerinden çalışanlarımız oldu. Üç aşağı beş yukarı hepsinde kitap okuma alışkanlığının olduğunu gördüm. Bizim ülkemizde, öğrencilere okuma alışkanlığını niye veremiyoruz? diye sordu. Dilim döndüğünce ona, bunun nedenlerini ve eğitim sistemimizdeki aksaklıkları anlattım. Okuma alışkanlığını kazandıran tek okul türünün köy enstitülerinin olduğunu da ekledim sözlerime.    

Peki, köy enstitülerinde öğrencilere kitap okuma alışkanlığı nasıl kazandırıldı?

“Öğrencilerin kitap okuması için öncelikle öğretmenlerinin okuması gerekir.” sözünü öteden beri söyleyegelirim. Kitap okuma alışkanlığı olmayan öğretmenlerin öğrencisine bu alışkanlığını vermesi olanaksız. Hele okuyormuş gibi yapıp öğrencilerini kandırmaya çalışan öğretmenlerin bu tutarsızlığı, çocuklarca kısa sürede fark ediliyor. Bu da öğrenciyi okumaktan soğutup uzaklaştırıyor. Bu nedenle hangi dalda, düzeyde olursa olsun her öğretmen öncelikle okuma alışkanlığı edinmeli. Kişi ve toplumu etkileyecek önderler (Öğretmenler de toplumun, öğrencilerin önderleridir.) doğru ve tutarlı davranışlarıyla örnek olmalı. Köy enstitülerinin kurucusu, yol göstericisi olan İsmail Hakkı Tonguç başta olmak üzere ve bu okullarda yöneticilik yapanlar, öğrencilerden önce öğretmenlerin kitap okuması gerektiğini zorunlu görüyorlardı. Bunun için yönergeler çıkardılar.

“Şartlar ne olursa olsun, mevsim hangi mevsim bulunursa bulunsun, öğrencilere her gün serbest okuma yaptırılacak ve onlara kitap okuma alışkanlığı mutlak surette kazandırılacaktır.

Gördüğüm Enstitülerin çoğunda öğretmenleri, öğrenciyi tatmin edecek şekilde, kitap okumaya hevesli görmedim. Türkçe öğretmenlerinin bazıları bile istenilenden çok az kitap okumaktadır. Bu durum öğretmenin şahsından ziyade öğrencilerin, Enstitünün zararınadır. Okuma isteği kıt öğretmenlerin çoğunluk teşkil ettiği Enstitülerde hayat basitleşmekte, durgun ve sıkıcı bir manzara göstermektedir. Türlü türlü çarelere başvurarak öğretmenlere çok kitap okutma işini başarmamız ve onlarda bu alışkanlığı kökleştirmemiz gerekir. (Tonguç’tan aktaran Fakir Baykurt, Unutulmaz Köy Enstitüleri, Literatür Yayınları, 5. Basım, Eylül 2019, s.145)” Görüldüğü gibi köy enstitülerinde okuma alışkanlığının yerleşmesi için öncelikle öğretmenlere okuma alışkanlığı kazandırılmak istenmekte. Bunun için de özel ve özenli bir çaba gösterilmekte.

Yazımızı, yine büyük eğitimci İsmail hakkı Tonguç’un bir sözüyle sürdürelim: “Genç kuşaklar, bilim, sanat ve teknikle ilgili değer taşıyan yapıtları anlamlarını iyice kavrayana kadar okumalıdır. Aydınları serbest okuma alışkanlığı kazanmayan toplumlarda, düşündüğünü yazan, düşüncesini açıklayan insan da pek az olur; ortam demagoglara kalır. (Aynı yapıt, s. 146)”  Tonguç, bu sözleriyle okumanın topluma etkisini ne de güzel vurgulamış.

Türkiye’de çok farklı okul türleri var. Ne yazık ki hiçbiri öğrencilerine okuma alışkanlığını veremiyor. Eğitin tarihimizin çok kısa bir döneminde yer alan köy enstitüleri, neredeyse tüm öğrencilerine, hatta öğretmenlerine kitap okuma alışkanlığı kazandırdı. Neden?  

“Enstitülerde, işi iyi bilen yöneticiler ve öğretmenler, her gün sabahları birer saat uygulanan özgür okumalar için öğrenciye birer defter tutturuyordu. Öğrenci bu deftere kitabın adını, yazarını, basıldığı yeri, yılı yazdıktan sonra, isterse özetini, beğendiği, beğenmediği yanlarını, varsa öğrendiği yeni sözleri ve bilgileri yazarak en az bir sayfa doldururdu. Enstitü biterken bu defterler toplanır, her öğrenciye okuduğu kitap sayısı kadar kitap armağan edilirdi. Yöneticiler bu amaçla gerekli hazırlığı yapar, önlem alırdı. Buna harcanan para nereden sağlanırdı? Her enstitünün döner sermayesi vardı. Enstitü ürettiği ürünü satıp parasını o kasaya koyarak gerekli harcamayı yapardı. Örneğin bizim Gönen’de her yıl üç kilo gülyağı çıkarılırdı. Gülyağının fiyatı altınla eş gider. O zaman 7000 lira idi. Kuşkusuz iyi para idi. (Aynı yapıt, s. 146-147)” Bu uygulamayla köye atanan öğretmen, günün koşullarına göre önemli sayıda kitapla giderdi okuluna. Bu da köylünün aydınlanması için vazgeçilmezdi.

Köy enstitüleri, üretim üzerine kurulu olduğu için köye atanan çiçeği burnunda öğretmene verilen kitaplar, devlet bütçesine yük olmazdı. Bu üretime, her öğretmen ve öğrencinin emeği, alınteri, payı vardı.

Enstitüler, sık sık devlet yöneticilerince gezilirdi. Uygulamalar yerinde görülürdü. Zamanın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü de bu gezileri fırsat buldukça yapardı.               

“İsmet Paşa Savaştepe’ye gelmişti. Kendisini tuğla ocağına götürüyorduk. Yolda giderken tepeden, şimdi anımsıyorum, Pamukçu’dan Hatice Kolukısa o gün galiba kümes nöbetindeydi, onu çağırdı; geldi. ‘Ne var torbanda?’ dedi. O da, ‘Torbamda peynirim, ekmeğim var; köftem var.’ dedi. ‘Başka neyin var? Göster bakayım!’ dedi. Torbadan bir de Sophokles’in Antigone kitabı çıktı. Antigone’i görür görmez İsmet Paşa’nın gözleri yaşardı. Yanındaki Genelkurmay Başkanı Abdurrahman (Nafiz Gürman) Paşa’ya, ‘Paşam görüyorsunuz, bu klasikler daha yeni çıktı. Ankara’da bile okunmuyor. Benim çocuklarım okuyor. Köylümüz, şehirlimiz, erimiz, generalimiz ne zaman kitabı kumanyasına ekleyecek duruma gelirse o gün Türkiye gerçekten kurtulmuş olur.’ dedi; geriye doğru gerildi, başını sallayıp gülümsedi. (M. Asaf Aktan-Canlandırıcı Eğitim Yolunda’dan aktaran, Fakir Baykurt, aynı yapıt, s. 146)” Evet, ne zaman ki kitap, bir yurttaş için ekmek kadar, su kadar gerekli olur; o zaman toplumumuz okuma alışkanlığını kazanır. Çünkü köy enstitülerinde kitap, öğrencinin azık torbasında yerini almıştı. Okumak, yeme içme kadar önemliydi enstitülü öğrenci için. Onun yaşamı, soluklanması, özgürlüğü, varlığı okumaya bağlıydı.

Köy enstitüleri, 1940’ta kuruldu. 1946’da asıl izlencesinden iş bilmez siyasetçiler yüzünden saptı. 1954 yılında ise tamamen kapatıldı. Kuruluşundan, resmen kapatılışına dek bu okullarda okuma fırsatı yakalayan köy çocuklarının neredeyse hepsi okuma alışkanlığı kazandı. Kitap, dergi, gazete okumayı bir yaşam biçimi olarak benimsediler. Oysa bu öğrencilerin neredeyse hepsinin anne ve babası okuryazar olmayan köylülerdi.

Şimdi bakıyorum da anlı şanlı okullarımız var. Bunların bazılarının yüz yılı aşkın tarihi söz konusu. Kimileri sınavlarda en başarılı öğrencileri alıp caka satmakta. Ne yazık ki sınavların en başarılı öğrencilerine bile kitap okuma alışkanlığını veremiyor bu ünlü okullar. Ondan sonra da kalkıp çok başarılı olduklarını söylüyorlar. Okuma alışkanlığı olmayan biri; nasıl üretken, yaratıcı, araştırıcı olacak? Bilgi edinme merakını hangi yolla karşılayacak? Duygu ve düşünce evrenini neyle varsıllaştıracak? Bilimin, sanatın, kültürün sonsuz yollarında nasıl ve ne ile yürüyecek?

Şimdi anladık mı köy enstitülerinin niye apar topar yok edildiğini? Egemen sınıfların, bu okullara neden savaş açtığını anlamak zor olamasa gerek. Çünkü toplum aydınlanırsa tutsak olmaz; bilim, sanat ve kültürde ileri gider. Bağımsızlığını ve özgürlüğünü koruyacak bilince sahip olur.

Köy enstitülerini kapatarak ülkemizin bağımsızlığı, kalkınıp gelişmesi, yurttaşın bilinçlenmesi, kulun kendi usuyla düşünen birey olması engellenmiştir. Buna da “Ağacın kurdu içindedir.” diyelim. Çünkü köy enstitülerini kapatanlar, emperyalistlerin ağzına bakan bizim devlet yöneticilerimizdi. El ağzına baktılar, ağızları açık kaldı. O gün bugündür havanda su dövmekteler halkı kandırmak için.

                                               Adil Hacıömeroğlu

                                               25Ağustos 2025

 

 

 


2 yorum:

  1. Bir önceki yazınızın çok güzel bir tamamlayıcı parçası (mütemmim cüz) olmuş. "Köy enstitülerinde kitap, öğrencinin azık torbasında yerini almıştı" tümcesi, enstitüleri kısaca özetleyen tam bir özdeyiş (motto). Teşekkürler Adil öğretmenimiz.

    YanıtlaSil
  2. Kalemine Efendi Kalan , Adil öğretmenim,

    Köy Enstitüleri, okuma alışkanlığını bir eğitim programı ya da sınav başarısından öte, öğrenciler için “ekmeğin, suyun yerini tutan bir gereklilik” haline getirerek köklü bir dönüşüm yaşamıştır.. Okuma alışkanlığı kazanan birey, bilinçli, sorgulayan, düşünen insandır.Bugünün okullarının çoğunda bu derinlikte bir içselleştirme eksik kalıyor. Eğitimin merkezine yalnızca bilgi değil, aynı zamanda yaşam biçimi olarak okuma kültürünü yerleştirmek, bireyi ve toplumu dönüştürebilirOkuma alışkanlığının ancak öğretmenlerin özümsediği ve yaşama taşıdığı bir değer haline geldiğinde öğrencilerde kökleşebileceğini anımsattınız.
    Usunuza , kaleminize sağlık👏👏

    YanıtlaSil