Türküler,
halkın yaşamındaki olumlu, olumsuz her şeyi anlatır. Savaşlar, yıkımlar, doğal
ve toplumsal olaylar, salgınlar, ayrılıklar, acılar, üzüntüler, kavuşmalar,
mutluluklar, sevinçler, coşkular, kahramanlıklar, yengiler, yenilgiler,
seviler, doğumlar, ölümler, sayrılıklar, dayanışmalar, yardımlaşmalar,
açgözlülükler, ihanetler, kalleşlikler, zalimlikler, ezilenlerin direnişleri… Halk
ne yaşıyorsa o, türkülerin konusu olmuştur. Her türkü, ayrı bir konunun ona uygun
duyguyla dile getirilmesiyle oluşur.
Türkü,
insan yüreğinin dile gelmesidir. Diyarbakır ilimizin yürekleri yakan türküsü “Kırklardağı’nın
Düzü”, kısa ve bilinen adıyla “Suzan Suzi” de acıklı bir olay karşısında yürekten
kopan duyguları anlatır. Duygular, içten anlatıldığından yurdumuzun dört bir
yanında yaşayan yurttaşlarımızın beğenisini kazanmış ve dilden dile yayılmıştır.
“Kırklardağı’nın
düzü
Karanlık
bastı bizi
Kör
olasın zalım Suzan (Suzan Suzi)
Ziyaret
çarptı bizi
Köprü altı kapkara
Ana gel beni ara
Saçlarıma kumlar doldu
Tarak getir de tara
Gazi
Köşkü serindir
Dicle
suyun derindir
Ağlama
sen garip anam
Kadir
Mevla’m kerimdir”
Diyarbakır
kentinde yaşayan varsıl bir Süryani karı koca varmış bir zamanlar. Dünyada
dertsiz insan yoktur. Her kişinin kendine göre bir derdi olur. Kimi derdine
derman bulur, kimi de bulamaz. O dertle yaşamı sürüp gider. Bazı dertler, çözülüp
kişi sevince boğulsa da bir süre sonra o dert, misliyle gelir oturur kişin
yüreğine ve büyük acılara neden olur.
Varsıl
Süryani ailenin çocukları olmuyormuş. En büyük dertleri de buymuş. Çocuklarının
olması için çalmadıkları kapı, gitmedikleri sağaltımcı kalmamıştı. Hıristiyan,
Müslüman ayrımı yapmadan her türlü din ulusundan yardım umdular. Yatırlara
gidip adak adadılar. En son Müslümanlarca kutsal olan Kırklardağı’na gidip
kurban kesip dualar yaptılar. Kırklardağı, Diyarbakır’ın güneybatısında ve
Dicle kıyısındadır. Süryani kadın Meryem; bu dağa gidip dualar etmiş, adak adamış,
dilek dilemiş, kurbanlar kesmiştir yeter ki bir evlat sahibi olayım diye. Günler
günleri, aylar ayları kovalamış. Yüce Tanrı, onun dileğini kabul etmiş.
Güzeller güzeli bir kızları olmuş. Adını Suzan koymuşlar. Yörede ona, kısaca “Suzi”
diye seslenmiş herkes. Babası İbrahim çok sevinmiş, ziyafetler verilmiş.
Suzan’ın
her doğum gününde annesi, kızını alıp Kırklardağı’na gitmiş kurban kesmek için.
Kurbanlar kesilip oradaki halka dağıtılmış adak niyetine. Suzan, kaş göz
arasında büyüdü, genç kızlığa adım attı. Güzelliği, görgüsü ve inceliğiyle tüm
delikanlıların ilgisini çekmeye başladı. Delikanlıların düşlerine girdi. Onunla
evlenip mutlu bir yuva kurma isteğiydi onların düşleri. Suzan ise delikanlıların
kendisine gösterdiği bu ilgiye duyarsız kalıyordu. Ne zaman ki karşısına Adil
adında Müslüman bir genç çıktı yüreği başka türlü çarpmaya başladı. Gönlü kaydı
bu delikanlıya, tutuldu ona. Önce kaçamak bakışlar, sonra fırsat buldukça gizli
buluşup konuşmalar başladı.
Suzan’ın
annesi yaşlanmaya başlamıştı. Doğal olarak yaşlanmanın getirdiği birçok
fiziksel sorun ortaya çıkmıştı. Suzan’ın son doğum gününe, annesi gidemedi kızıyla
Kırklardağı’na. Onu, hizmetçileriyle gönderdi oraya kurbanlar kesmek için. Dağa
her gidişinde olduğu gibi Adil, onu hep izliyordu. Hizmetçilerin dikkatleri,
kurban kesimine odaklanmışken Suzan, ortadan yitiverir ve kuytu bir yerde Adil’le
buluşur. Önce eller, sonra dudaklar, ardından bedenler birleşir. İki sevgili,
sonsuz bir sevinin meyvesini tadar.
Akşam
olmak üzereyken Suzan, döner kurban kesim alanına ve hizmetçileriyle buluşur.
Zaten her şey bitmiş, eve dönüş hazırlıkları başlamıştır. Eve dönmüşler
birlikte. O günden sonra Suzan’a bir şeyler olmuş. Ne olduğunu ne bilen ne de
gören vardı. Bir gün Diyarbakır’ın simgesi On Gözlü Köprü’ye gidip kendini
Dicle’nin sularına bırakmış. Nehir güzel kızı yutmuş. Adil, sevdiği kızın
boynundaki altın haçı kıyıda kumların içinde görünce aklını oynatacak olmuş. Gözyaşları
sel olup Dicle’ye karışmış. Yeri göğü inleten bağrışı her yanda yankılanıp
duyulmuş. Bu sırada aklını yitirmiş genç adam. Derviş olup dolaşmış amaçsızca yaşamının
sonuna dek.
Sonrasında
ne mi olmuş? Suzan ile Adil aşkı, dizelere dökülüp günümüze gelmiş. Tüm sevi
öykülerinde olduğu gibi burada da sevenler kavuşamadı. Onların yere göğe
sığmayan sevileri kaldı bugüne.
Türkünün
son dörtlüğüne bakılırsa bu olayın Cumhuriyet döneminde geçmiş olması büyük
olasılık. Çünkü 15. Yüzyılda Akkoyunlularca yapılmış bu köşkün “Gazi” adını
alması 1937. “Gazi Köşkü”nün türküde geçmesi övünç kaynağı. Türkünün dili, Diyarbakır
türkülerinin çoğunda olduğu gibi arı bir Türkçe… Bu da çok ilgi çekici.
“Suzan
Suzi” türküsünü dinledikçe kavuşamayan âşıkları düşünür üzülürüm. Yaşanan büyük
seviyi duyumsarım yüreğimin derinliklerinde.
Adil
Hacıömeroğlu
14
Eylül 2025
Kalemine Efendi Kalan, Adil öğretmenim,
YanıtlaSilÜzüntülü, dokunaklı… “Yürek Yakan Bir Öykü” yalnızca bir hikâye değil, insanın içini titreten gerçek duyguların dışa vurumu. Suzan Suzi’nin acısı, umutla çatışıyor; sevgiyle vedalaşmanın ağırlığı ve gidenin yokluğu, okurun ruhunda sessiz bir yas bırakıyor. Bu öykü, kalbin sessiz çığlıklarını anlatıyor: sevmenin, kaybetmenin ve hatırlamanın tarifsiz sancısı…
Türküler, milletimizin ortak hafızasını, duygularını ve değerlerini taşıyan kültürel hazinelerdir. Her bir türkü, bir sevdayı, bir acıyı, bir direnişi ya da bir özlemi dile getirir. Sözleriyle geçmişimizi anlatır, ezgileriyle
Türküler yalnızca bir müzik türü değil, bizim kimliğimizdir. Kaybolmaması gereken, kuşaktan kuşağa nesile aktarılması gereken manevi mirasımızdır.
Değerli öğretmenim usunuza, duygudaşlığınıza, ruhunuza, yüreğinize sağlık👏👏Kaleminizle var olunuz.🙏🏻📚🌿🍀🌺Teşekkürler sayenizde bir türküyü yine hikayesiyle dinleyeceğiz