1971’in
sonbaharıydı. Ortaokul ikici sınıfa yeni başlamıştım. Okulumuz çok kısıtlı
olanaklarla eğitimini sürdürmekteydi. Dört ana dalda öğretmenimiz vardı. Birçok
dersimize aynı binada bulunduğumuz ilkokulun öğretmenleri girerdi.
Hayrat
Ortaokulu’nun dördüncü dönemi öğrencileriydik. Okul, bölgenin tek ortaokulu
olduğu için zamanında okuma olanağı bulamayan birçok öğrenci dağları, tepeleri,
dereleri aşarak okula gelmekteydi. Bu nedenle benim gibi merkezde oturan ve
zamanında okula giden, biraz da bilinçli ailelerin çocukları ufacık kalıyorduk
bu sakallı bıyıklı öğrencilerin arasında. Evli öğrenciler vardı sınıfımızda.
Kız
öğrenci sayısı oldukça azdı. Kızların okula gönderilmesini günah sayan bir
anlayış egemendi o zaman toplumda. Kızlar; utangaç, çekingen, ürkek tavırlarla
yol kıyılarından görünmez bir zırhla okula süzülürlerdi adeta. Bazı sınıflarda
kız öğrenci hiç yoktu. Bazılarında ise üç beş kişi bulunurdu. Kızlar, ayın yere
inmiş suretleriydi sanki. En küçük gülüşleri bile pencereleri kör sınıflarımıza
sonsuz bir aydınlık yayardı.
Bazı
öğrenciler çok uzaklardan gelirdi. Kilometrelerce yol, derin söyleşiler ve
oyunlar arasında göz açıp kapayıncaya kadar bitiverirdi. Giysiler genellikle
beş benzemezdi.
Sıcağa,
soğuğa, yağmura, çamura aldırış etmeden keçi yollarından keyifle yürünürdü
okula. Tıpkı Ceyhun Atuf Kansu’nun “Dünyanın Bütün Çiçekleri” şiirinde
anlatıldığı gibi. Kimi kuş olur uçar, kimi tazı olup soluk soluğa koşardı
yolları. Kimi büyümüş, olgunlaşmış bir ağabey, beyefendi tavrındaydı; kimileri
de kabadayı görüntüsü takınarak kendince külhanbeyi idi.
Okula
gidiş gelişte çoğu zaman derslerle ilgili konuşulurdu. Konular tartışılır.
Konuyu iyi anlayıp bilenler sabırla dinlenirdi. Bazen uzun tartışmalar da
olurdu. Aslında bu konuşmalar güzel bir ders çalışma yöntemiydi.
Ortaokulumuz
açıldığında yeni bina bulunamadığından ilkokulun altında kullanılmayan toprak
zeminli bölüm düzenlendi, duvarlarla bölündü ve eğitime hazır duruma getirildi.
Bazı sınıfların pencereleri tuvalete giden küçük koridorlara bakardı. Bu
nedenle bu sınıflar aydınlık değil, loştu. Orta ikide bizim sınıfımızın bir
penceresi tuvalet tarafına, diğer üç penceresi de bahçeye bakardı. Bahçenin bir
bölümü fındıklıktı. Bu fındıklık genellikle okuldan kaçan öğrencileri de
saklardı içinde.
Sınıfımız
kalabalıktı. Bir sırada üç kişi otururduk. Ben küçük olduğum için iki
delikanlının ortasında sıkışık bir durumda ders dinlerdim.
Okul
müdürümüz ve Türkçe Öğretmenimiz Tayyar Cebiroğlu’ydu. Kendisi de aynı yörenin
insanıydı. Sarışın renkli gözlüydü. Dik yürümeye ve yürürken ufka bakmaya özen
gösterirdi. Çok disiplinliydi, çünkü günün koşulları öyle gerektirmekteydi.
Orta birinci sınıfta ilk dersimize geldiğinde temiz Türkçesi ilgimi çekmişti.
Diksiyonu güzeldi. Dile egemenliği, örnek oluşturmaktaydı.
Okulda
küçük bir kitaplık vardı. Özellikle Türk romancılarının kitaplarına ilgi
duymaktaydım. Fırsat buldukça okurdum o zaman.
Tayyar
Bey, Kars Cılavuz Köy Enstitüsü mezunuydu. Tabi, bu durum eğitim anlayışına da
yansımaktaydı. Ben de bir köy enstitülü babanın çocuğu olarak ona yakınlık
duymaktaydım.
Şimdi
gelelim asıl konumuza... 1971 yılının sonbaharına... Öğretim yılı başıydı.
Türkçe dersimiz vardı. Öğretmenimiz koridorda göründüğünde herkes yerine
oturdu. Sınıf derin bir sessizlik içindeydi. Öğretmenimiz dimdik sınıfa
girerken sınıfı süzüyordu bir yandan gururla. Elinde bir kitap vardı. Kitap
değil de sanki yeni doğmuş bir bebeği taşıyordu kucağında. Özenle tutuyordu koynunda kitabı. Kararlı
adımlarla yürüdü. Karatahtanın önünde tam orta yerde durdu. Gururla gülümsedi
(Çok az gülümserdi.). Sınıfı süzdü Atatürk bakışlarıyla. O, baktıkça sınıftaki
sessizlik derin merakın heyecanıyla artmaktaydı. Sanki yaşam durmuştu. Tüm
gözler, Tayyar Bey’in kucağında bebek titizliğiyle taşıdığı kitaba dönmüştü.
Sınıftaki
herkesin meraktan çatlayacağı bir anda öğretmenimiz, gururla konuşmaya başladı.
“Çocuklar!
Bu kitabın yazarı okul arkadaşım Ümit Kaftancıoğlu. Kitabın adı, Dönemeç... TRT
Büyük Ödülünü aldı. Sizlere bu öyküyü okumak istiyorum.” dedi. Bu nasıl bir
gururdu görmek gerek, sözcüklerle anlatılacak bir şey değil. Sanki ödülü
kendisi almış gibi sevinen biri. Arkadaşının başarısından bu kadar mutlu olma
alçak gönüllüğü ve insanlık erdemi... Az görülen bir şey... Bunun için köy
enstitülü olmak gerek sanırım. Yüce gönüllük de bu olsa gerek.
Şimdi
öyle mi? En yakının başarısını kıskanmaktan çatlayan alçak dağları yarattığını
düşünen komplekslilerden geçilmiyor her yan. Arkadaşının başarısını kendine
övünç kaynağı yapan kaç kişi var?
Dönemeç’in
okunması, birkaç ders sürdü. O sırada tüm sınıf, Garip Tatar oldu. Herkes dört
arkadaştı Cılavuz yolunda.
Köyden
okula yürürken kendimi Garip Tatar’ın yerine koyar, hayaller kurardım her şeye
dair. O günden sonra kitaplar aşkım, yoldaşım oldu. Dönemeç’ten sonra yaşamımın
en keskin dönemeçlerini döndüm kitapların yoldaşlığında.
11
Nisan 1980’de hain kurşunlar, Dönemeç’in kahramanı Garip Tatar’ı kopardı yaşamdan. Yüreğimden bir şeyler koptu. Derin bir sızı
duyumsadım içimde. Radyodan Ümit Kaftancıoğlu’nun öldürüldüğünü işittiğimde
bir yıllık öğretmendim. Günlerce Garip Tatar’ı düşündüm. Tayyar Öğretmenimin
gururlu bakışlarına kilitlendim. Cılavuz’a giden engelleri çocuk yüreğiyle aşan
adam, hain pusuya yenik düşmüştü. Türkiye’mde ne ilk ne de son aydının
katledilişiydi bu...
Şanslıydım... Köy enstitülü birçok öğretmen esin kaynağım oldu. Atatürk sevgim, Cumhuriyet
sevdam bu sayededir. Eğer onlardan Kubilay’ı dinlemeseydim, bilebilir miydim
vatan aşkının ne demek olduğunu? Enstitüler kapatılalı yıllar oldu. Ancak gezin
yurdun dört bir yanını. Her yerde bir yapıt görürsünüz Köy enstitülülerden.
Öğretmenliği, saygınlığının doruğuna çıkaran bu öğretmenlerimiz değil miydi?
Kuş uçmaz, kervan geçmez ata topraklarına uygarlık ışığını götürenler unutulur
mu hiç? Onların hepsini saygı ve minnetle anmak görevimiz...
Adil
Hacıömeroğlu
17
Nisan 2014
Hocam,buram buram insan kokan bir yazı.Teşekkürler.
YanıtlaSilYoksunlukların , yoksullukların kuşattığı bir çevrede ve zamanda ortaokul öğrenimini sürdürmesini başlangıç yapmış bu ilginç anısına Sayın A. Haciömeroğlu. O dönemde okumanın güçlüklerle dolu , bir o denli de zevkli ve heyecanlı etkinlik olduğunu bizler de ( o dönemin öğrencileri ) anımsıyoruz sanırım. Ümit Kaftancıoğlu takma adıyla yazınımızda ve özellikle de RADYO İZLENCELERİ içinde tanıdığımız Garip Tatar'ın kitabıyla sınıfa giren Köy Enstitüsü çıkışlı Türkçe öğretmeni Tayyar Cebiroğlu ; Köy Enstitüsünün simge öğretmenlerinden biri olarak yer alıyor belleklerimizde. Ümit Kaftancıoğlu'nun öldürülmesi üzüntüsünü ; birçok aydınlarımızın aynı duyarsızlıkla , ihanetle canına kıyılmasının acısını yaşıyoruz yeniden. Toplumda unutulmaz olan da KÖY ENSTİTÜLERİ aracılığıyla verilen eğitim hizmetleri , yetiştirilen , çoğu Türk yazınının yüz akı olan , aydınlık kaynağı öğretmenlerdir. Bu güzel anı yazısıyla ülkemizin yüz akı eğitim seferberliğini bizlerin belleğine yeniden yerleştiren A. Haciömeroğlu'na teşekkürler! ÖZGEN KARA
YanıtlaSilSayın hocam o günleri yaşadığımızdan daha net, daha güzel anlattınız. Ağzınıza sağlık, çok teşekkür ederim. Bir dilim ekmeği 2-3 parçaya bölmeyi öğrenemediğimiz sürece, hep birbirimizi ezmekle meşgul olacağız. 2009'da emekli oldum aslında emekli olmadım yeniden doğdum. Gerçek hayat, Tayyar bey hocamızın anlattıkları ile örtüşmedi (51 sene).Her şeyi yeniden heceleyerek öğreniyorum. Hocam eriyerek aydınlatmaya devam etmekten başka çaremiz yok. Hele de bu yaştan sonra ..... kılı olma şansımız hiç yok. Bu tür yazılar öncesi (Hayrat O.O.) katkıda bulunmayı çok isterim. Ertan Kamburoğlu
YanıtlaSil19 Nisan 2014
YanıtlaSilSaygın Öğretmenim.
Tayyar Cebiroğlu öğretmeninizi andığınız yazınız beni çok duygulandırdı. Sağ olun...
Babam subaydı. Onun görevi gereği Eskişehir'deydik 1955-1965 yılları arasında.
Eskişehir Adalet İlkokulunda eğitim aldım. Öğretmenim, bir Köy Enstitülü öğretmen olan Ayşe Özgen'di. Okumayı, yazmayı da, yurt sevgisini de, Atatürk sevgisini de bana o öğretti. Yurda yararlı bir yurttaş nasıl olunur'u bana o öğretti. Aydınlanmanın bu dünya güzeli öğretmenlerini sevgiyle anarken ben de Ayşe Öğretmenimi bitimsiz bir sevgi, özlemle anıyorum.
Erinç, gönenç dilerim.
Tarık Konal
Adil hocamm.. okurken aynı zaman anlattıklarınızı yaşadım sanki .....En büyük kayıp ülkemizin yüz akı KÖY ENSTİTÜLERİ'nin kapatılışı oldu... ve insanlarımız cahilleştirildi..nerelerden nerelere geldik..Bütün güzellikler anılarda kaldı....Selam olsun.ülkemizin aydınlık öğretmenlerine....çok teşekkür ederim...emeklerinize sağlık.....BİLGEHAN AKTAN
YanıtlaSilKöy Enstitülerinin önlerinin kesilmesinin nedeni zannedersem buydu.Aydın, çağdaş ve ilkeli insanların yetişmelerini önlemek, önderlerin yollarını kesmek.Teşekkür ediyorum Adil Bey, imodelinizi aratmıyorsunuz.
YanıtlaSilKonuda bahsi geçen sayın Tayyar Cebioğlu 1979-1880
YanıtlaSilyılları arasında Trabzon Fatih Eğitim Enstütüsü'nde müdür idi.Ayn yıl biz o okuldan mezun olduk.Konuda anlatılan olayların aynısı olmasa bile benzerlerini yaşadık.O zaman köylere yol yoktu.Biz nahiye 5 km.yaya yürüyerek inerdik.Oğlen paytosunda 100gr.helva,çeyrek ekmek yiyerek o günü tamamlardık.Bir de okul dönüşü o dik yamaçları tırmanarak köye varırdık.Yurt sevgisiyle gönülleri dolu öğretmenlerimize kavuşmak bizim için zevkti.Bir Celel Bahçekapılı'yı nasıl unutayım.İlhan Zorer diye ortaokul Türkçe öğretmenimi nasıl unuturum?Yakup Kadri'nin Kiralık Konak'ını okuyup özetlemeden Türkçeden nasıl geçecektiniz.Şaban Erol Koç'un o havalı vakur yürüyüşleri hala canlı durur gözümde.Köy Enstütüleri elbette çok büyük kayıp eğitim sistemimiz için.Eğitim Enstütülerine ne demeli.Onlar da eğitimi zapt-u rapt altına almak için katletildi.Seksenden sonra köşe dönmeci öğretmen anlayışı gelişti.Öğretmenlik alalade bir mesleğe dönüştürüldü.Buna bağlı ülkemizin sorunları arttıkça artı.Şimdi hiçbir sorunu çözemez olduk.En büyük nedeni bu olsa gerek.Duyarlılığınıza teşekkür ederim sevgili hemşehrim.
Değerli Kardeşim Adalet:Sayenizde çocukluk anılarımı tazelemiş oldum. Öyle güzel anlattınızki bütün öğretmenlerimi, arkadaşlarımı bir flim gibi görür oldum. Ne güzel günlerdi o günler. Öğretmenlerimizle yürürken onun bastığı yere basmaya çalışırdık.Çok iyi öğretmenlerimiz vardı. O yönden çok şanslıydık. Hepsini saygıyla anıyorum. Selamlar. Babanda çok değerli bir öğretmendi.
YanıtlaSilÖğretenim
YanıtlaSilÖğretmenlerim…
Kara önlüğün,
kara tahtanın karasını hiç yaşatmadınız bizlere…
Aydınlık yüzlü öğretmenlerim…
Öğretmenim, öğretenlerim;
Sizler;
Cumhuriyetin fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucularıydınız…!
Kara tahtanın başında,
Kara önlük, beyaz yaka …
Bir duruşun, düşünüşün, yarınlarımızın “Güneşiydiniz”
Öğretmenlerim,öğretenlerim ;
ellerinizden hürmet , minnet ve sevgi ile öpüyorum .
Siz ne kadar Güneş,
Yarınlar o kadar Aydınlık …Adil hocam iyi ki varsınız , sağolun ebetiyete intikal etmiş saygıdeğer Cumhuriyet öğretmenlerimizin ruhları şad olsun.Vatan uğruna kutsal öğretmenlik mesleğini yurdumun her toprağında canı pahasına icra eden fedakar şehit öğretmenlerimizin de mekanları cennet olsun .😔🇹🇷🇹🇷🇹🇷💐🙋♀️🙏🏻Fulya Kırımoğlu
yüreğine sağlık be Adil hocam..bizi o yıllara götürdünüz.ne güzel dönemlerdi.evet zorlukları çok ama her zorluğun sevgi ile aşıldığı yıllar.
YanıtlaSil