Baklan
Ovası bir üzüm uçmağıdır. Sakın abartı sayılmasın! Belki de dünyanın en
lezzetli üzümleri burada yetişir (Sevgili Burhan Voyvoda, ova sulandıktan sonra
üzümlerin tatlarının değiştiğini söylemekte.). Ovanın acar insanları, işlerine
sevdalıdır. En iyisini yapma, en iyisini üretme, en lezzetlisini sofraya koyma
konusunda kendileriyle yarışır.
İnsanın
kendi kendisiyle yarışması güzel bir şey… Kendisiyle yarışan kişi, doğruyu
bulmada güçlük çekmez. Bu, hep en iyiyi arama çabasıdır. İyinin peşinde koşan
kişi er geç amaca ulaşır.
Bağcılık,
atalardan kalıttır İsabeylilere. Atalardan öğrenilen bilgiler, deneyimler
sonraki kuşaklarca varsıllaştırılarak torunlara aktarılır. Böylece kuşaklar
boyunca bilgi ve uygulama sürer gider. Aslında bağlar, bahçeler, tarlalar bir
eğitim alanıdır. Küçükler, büyüklerinden bu eğitim alanlarında tarımla ilgili
ilk bilgilerini uygulamalı olarak alırlar. Uygulamayla öğrenilenler unutulmaz.
Bilgilenmenin, öğrenmenin en iyi yolu, uygulama ve deneydir. İşte, tarım alanları en geniş ve uygun deney
alanıdır.
İsabey’in
yaşuluları (yaşlıları) sakin, sabırlı, öfkelerini kontrol edebilen kişilerdir.
Bu nedenle küçüklere öğretirken sabırlı davranışları öne çıkar.
İsabeyliler
emeklerinin karşılıklarını almış, yetiştirdikleri çekirdeksiz üzümlerini
tescillendirerek haklı bir övünce kavuşmuşlardır. Bu övünce giden yol, kuşaklar
boyunca oluşturulup aktarılan deneyim ve bilgi birikimidir. Bilgi, yaşama
uygulandığında büyük değer kazanır.
Doğa
ana, evlatlarını yormamak ve yoksun bırakmamak için işleri sıraya koyar, derim
sıkça. Sıraya koyar ki çiftçi yavruları sıkışmasın, hepsini değerlendirme,
toplama fırsatı bulsun. Böylece de yavruları kışı karnı tok, sırtı pek
geçirirler.
Doğa
ana Baklan Ovası çiftçilerine gerekli zamanı ve koşulları vererek önce arpa,
sonrasında buğday hasadını yapmalarını sağladı. Ambarlar, tahılla dolunca sıra
bağlara gelir. Hem kışlık eğlencelikleri hem de para kazanılacak ürünün
hasadına gelmiştir sıra.
Temmuz
ortasında Çal karasına ilk alaca düştüğünde yüzler güler. İnsanların içine
sevinç dolar. İlk alaca lezzetin habercisidir. İlk üzümler koparılıp sofraya
geldiğinde mutluluk doruğa çıkar. Doğa ana, yavrularına emeklerinin karşılığını
sunmuştur, hem de cömertçe. Olgunlaşan ilk üzümler, evlere farklı bir tadın
muştusudur. Yaz başından beri türlü meyvelerle şenlenen sofralarda üzüm de
yerini almıştır artık.
Çal
karasından sonra diğer üzüm türleri sıraya girer. Yavaş yavaş onlar da
olgunlaşmaya başlar. Üzümlerin olgunlaşmasıyla yeni bir çalışma başlar. Eylülün
gelmesiyle üzümlerin kurutulacağı sergi yeri hazırlanır. Önce çardak elden
geçirilir. Çardak, yerden birkaç metre yükseklikte bir yer. Geceleyin üzüm
sergisini bekleyenlerin kaldıkları yer. Yüksek olmasının nedeni, hem kurutulan
üzümleri görmek hem de çevreyi gözetlemek.
Sergi
yerindeki toprak, yurgu taşıyla iyice bastırılıp düzeltilir. Eylül’ün 15’inde
çekirdeksiz üzümler kesilmeye başlanır kurutulmak için. Önceden posota
hazırlanır. Posotanın içinde potasyum vardır. Ayrıca üzümün parlaklığını
artırmak ve canlı görüntüsünü korumak için zeytinyağı katılır posotaya. Eğer
yeterli potasyum yoksa bunun yerine kül karıştırılır suya. Çiftçilerin çoğu
potasyumu az koyarak külle destekler karışımı. Karışım, tamamen doğaldır. Karşımın
doğru yapıldığını anlamak için sıvının içine domates atılır. Eğer domates
sıvıya batmaz, yüzeyde kalırsa demek olur ki karışım istenen kıvamdadır. Bu
işte ustalaşanlar, göz kararıyla karşımın olup olmadığını anlarlar. Kesilen
üzümler, kelterlere doldurulup sergi yerine getirilir. Ailenin deneyimli,
işbilir bir büyüğünce salkımlar özenle posotaya batırılır. Sıvıya batırılan
salkımların yüzü güneyi görecek biçimde sırayla dizilir ki güneşi doğrudan alıp
kolayca kurusunlar diye.
Kurutulacak
üzümler, ya sabah ya da ikindi serinliğinde toplanır. Çünkü serinlikte üzüm
taneleri daha canlı ve serttir. Öğlen güneşi üzüm tanelerini gevşetir,
canlılığını azaltır. Bu nedenle üzüm kesiminin zamanı, kurutma işinde çok
önemli. Eğer kurutulan üzümlerin daha parlak ve bal rengi olması isteniyorsa
kurutulma sırasında sırt tulumbasıyla üzerlerine bir kez daha posota atılır.
Çal
karası ve iri kara üzümleri de kurutulur. Ancak bunlar posotayla yıkanmaz.
Olduğu gibi güneşe serilir bu üzümler.
Üzümler
bir haftaya kalmadan kurur. Kuruyan üzümler, ilk kurumaya bırakılandan
başlanarak sırayla toplanmaya başlar. Üzümlere toz ve toprak bulaşmaz nedense. Toplanan
üzümler çuvallara doldurulur. Çuvallar, evlere taşınır. Uygun bir zamanda
üzümler sap ve çöplerinden ayrılır. Temizlenen üzümler torbalara doldurulur.
Büyük çoğunluğu satılırken bir bölümü de aile üyelerinin yemeleri için ayrılır.
Gelene, gidene üzüm ikram etmek ve uzaktaki tanıdıklara ağız tadımlığı üzüm
göndermek gelenektir.
Kuru
üzüm deyip geçmeyelim. İlk şeker fabrikalarımız Cumhuriyet’le kuruldu. Alpullu
ve Uşak şeker fabrikaları kurulmadan önce halk, şeker gereksinimini dışalımla
karşılardı. Bu da çok pahalıya patlardı. Bu nedenle şeker, günlük kullanıma
giremezdi yoksul evlerde. O dönemde halkımızın yüzde doksanının yoksulluk
içinde olduğu düşünüldüğünde ağız tatlandırmanın ne denli zor olduğu anlaşılır.
Bu nedenle günlük yaşamımıza az da olsa girmiş olan çay ve kahve başta üzüm
olmak üzere tatlı kuru meyvelerle tatlandırılırdı. Birçok tatlının tatlandırıcı
hammaddesi üzümdü. Bu nedenle kuru üzüm günlük yaşamımızın
vazgeçilmezlerindendi. Üzüm hoşafı içmeden sofradan kalkmak olmazdı. Cephede
vatan için savaşan askerlerin sofrasının baştacıydı üzüm hoşafı.
Bağbozumuyla
üzümlerin önemli bir bölümü yaş olarak satılır. Kurutulan üzümlerden sonra
pekmezler kaynatılır. Sirke yapılır. Dileyen dünyanın en lezzetli şaraplarını
yapar. Düğünlerin vazgeçilmezlerindendi şarap. Dost söyleşilerinin, yarenlik
yapmanın ağız tadıydı şarap. Ancak şarabı içmenin de bir adabı vardır. Şarap
seni içmeyecek, sen şarabı içeceksin. Yaren sofrasında koyvermeyeceksin
kendini, oturduğun gibi kalkacaksın. Ağzınla içip dilinle konuşacaksın.
Üzüm
kurutma eğlenceli bir iştir aslında. Üzüm sergilerindeki çardaklarda nöbet
tutulur. Geceleyin yabani hayvanlar gelip dağıtmasın, hırlı hırsız uğramasın
diyedir bu nöbet. Nöbet tutanların bazılarının yanında tüfeği bulunur. Bu,
savunma amaçlıdır. Ancak çoğu kişinin yanında ya bir değnek vardır, ya da
hiçbir şey yoktur. O sergi yıllarında tüfekle yaralanan ya da ölen kişi
işitilmedi. O yıllarda sergilerden üzüm hırsızlığı da duyulmadı pek.
Üzüm
sergisi nöbeti tutanların komşuluk ilişkileri de övgüye değer. Çıkınlarındaki iki
lokma ekmek komşularla paylaşılırdı. Allah’ın kırında saatlerce üzüm nöbeti
tutanlar, bu durumu fırsata çevirip yarenlik ederlerdi. Lokmalar, dertler,
mutluluklar, zamanlar, gönüller paylaşılırdı. Toprak testilerdeki su
söyleşilerine yaşam verirdi.
Bazı
çocuklar, büyüklerle üzüm sergilerinde gecelemek isterlerdi. Bu, hem
yaşamlarında bir değişiklik hem de bir eğlenceydi. Ben de dayılarımdan biri
nöbete gittiğinde peşine takılmak için elli bin bahane uydururdum. Aslında bu
duruma alışıktım. Çünkü asıl yaşadığım yer olan Trabzon-Of’ta fındık
sergilerinde geceleyin nöbet tutmuştum çokça. Ama ovanın ortasında bir gece
geçirmemiştim. Israrlarıma dayanamayıp dayım beni yanına aldı.
Eşeğe
binip Kirazlı Bağ’a giderken yol boyunca yaban gülleri vardı. Yaban güllerinin
ve böğürtlenlerin güzelliklerin daldım uzun süre. Arada sırada esen, yol
boyunca tozlar uçuşturuyordu. Tozlar, kimi zaman bir buluta dönüşmekte. Kimi
zaman da küçük burgular yapıp yitmekteler yolda. Yol kıyısında, bağları çevreleyen
bitki örtüsünün yeşili yitmiş, toza bulanmış. Çitler boyunca uzanan bağ sırası
da toza bulanmış. Çevremin büyüsüne dalmışken dayımın “Geldik!” diyen sesini
işitince düşümden uyandım. Önce eşyalarımızı indirip yerleştirdik çardağa.
Eşeği bağladık çardağın yanına. Hava karardı kararacak… Alacakaranlıkta bağda
dolaştım biraz. Seçebildiğim meyvelerden toplayıp getirdim çardağa. Süleyman Dayı’mla
söyleştik uzun süre. Sonrasında dayımla türküler söyledik. Türkü,
yalnızlığımızı unutturdu. Dayımın sesinin ovanın en uzak yerinden işitildiği
düşüncesindeydim. Söyleşimizde türkülerimiz de bitti.
Gece
ilerliyor ardına bakmadan. Dayım epeyce yorgun, ancak bir yandan benimle
söyleşmek istiyor, bir yandan da uyku gözkapaklarını yükleniyor. Derken ikimiz
de uyumak için uzandık çardağa serili kilimin üzerine. Başımızı koymak için
minder var iki tane. Bir de yorgan. Ben uyumayacağımı söyledim ona. O da bana “Üzümlerimiz
sana emanet yeğenim!” dedi ve bir süre sonra uykuya daldı. Ben, oldum olası
uykuyu sevmem. Uykum yok! Zaten geceler kısacık. Ova, sessiz bir derya… Gecenin
ve bağların tadını çıkarmalıyım. Çardakta olmak güzel… Yüksekte olduğum içim
görüş açım çok geniş.
Yanımızda
ışığımız yok! Olmasın… Gökyüzünde yıldızlar birer fener gibi… Ay, ovada bulanık
gölgeler oluşturmakta. Ova sessizlik içinde. Arada sırada bir kımıltı oluyor.
Ya kuş ya da başka bir hayvan… Arada bir, bir gece kuşunun kanat sesi geliyor.
Cılız böcek ötüşleri… Köyler, küçük ve cılız ışık kümeleri ovanın çevresinde.
Gece yarısına doğru ışıklar gittikçe azaldı. Gece ilerledikçe gökyüzü ışıktan
bir kubbe gibi gittikçe büyümekte. Gökyüzünün sonsuzluğu insanı büyülemekte. Kayan
bir yıldız görmek için uzun süre gökyüzünü izledim. Serginin yanında bir
hışırtı işittim. Eğildim baktım. Önce köpek sandım değilmiş. Anlatınca ürkek
hayvanın bir tilki olduğunu sabahleyin dayımdan öğrendim. Kuru bir yapraktaki
çekirge kımıltısı bile işitilmekte gece yarısı.
Gece
yarısı bildiğim masalları yıldızlara anlattım uzun süre. “Yıldızlar işitir mi?”
demeyin sakın. İşittiklerinden eminim. Çünkü ben anlattıkça göz kırptılar bana.
Sabaha dek konuştum yıldızlarla. Ay’ın bütün ovayı dolaştığına tanıklık ettim.
Gece boyunca ay ışığının yarattığı gölgeler değişip durdu. Yol kıyısındaki
böğürtlenlerin tüylenmiş tohumları ay ışığında parlamakta. İmgelemler
oluşturdum kafamda yıldızlara ovaya dair. Düşlerim kanatlanıp uçtu gökyüzüne.
Onların kanat sesleriyle yüreğim irkildi.
Birden
üşür gibi oldum. Kısa kollu gömlek var sırtımda. Yüzüm Baklan yönüne dönük. Az
sonra Beşparmak Dağı’nın üstü ağarmaya başladı. Demek ki benim üşümem, sabahı
muştuladı da haberim yok! Aydınlık soluk bir ışıktı, gittikçe parladı. Baklan
seçilmeye başladı. Güneş kendini gösterdi yavaşça. Önce gölgeler uzadı
Çökelez’e doğru. Bu gölgeler, Beşparmak’tan Çökelez’e gönderilen oklar mı,
yoksa ulaklar mı? Gölgeler, Çökelez’e varmadan yok oldu. Sonrasında gölgeler
gittikçe kısaldı.
Güneşin
doğmasıyla dayım uyanıp kalktı. Zorunlu gereksinmelerimizi görüp elimizi,
yüzümüzü yıkadık. Eşeğimizi yemledik. Heybemizdeki yiyeceklerimizi çıkardık.
Bir gün önce ekmek günüydü. Anneanneme sıcak ekmeğe iki tane haşhaş yağı
sürülmüş dürüm yaptırmıştım. Birini yemiş, diğerini de sarıp heybeye koymuştum
bağda yerim diye. Heybemiz yiyecek dolu. Bağ komşumuz olan kişiye de ünledik,
geldi. Soframız varsıllaştı. Ah, böyle sofra beylerde, paşalarda bulunmaz.
Hafif yel tenimizi yalayıp gitmekte. İştahsız bir çocuk olarak bir gün
öncesinden sakladığım dürümü alıp yalamadan yuttum. Tanrı’m bu ne lezzet! Böyle
güzel bir gecenin sonunda böyle bir kahvaltı, dünyada kaç kişiye nasip olur ki?
İşte ben, böylesine şanslı biri oldum o gün.
Çocukluğun
bu tatlı anısı usuma geldikçe uçarım havalara, mutlulukla kanatlanırım. Acaba
bugün yine üzüm sergilerinde nöbet tutanlar var mıdır? Haşhaş sürülmüş dürümler
yapılır mı şimdilerde? Zamanın bencilliği yok etmiş midir üzüm sergilerini?
Doğru düzgün hırsızlık olayının olmadığı o sergileri acaba kaç kişi anımsar?
Günümüzde o sergiler, bazı kötü niyetlilerce talan ediliyor mudur?
İsabey’in
insanın gözünün içine bakarak konuşan güzel insanlarının torunları dedelerini,
ninelerini anımsarlar mı acep?
19
Aralık 2020
Üzüm yerken artık aklıma bu yazı gelecek. Elinize sağlık, doğa ve Anadolu kültürü temalı yazılarınızdan bir kitap yapsanız, bizler için çok hoş olur diye düşünüyorum hocam. Saygılar.
YanıtlaSilAdil hocam , okul yıllarında sınavlara hazırlanırken sabahın ilk saatleri heyecanla bilgilere göz gezdirirdik , anlatımınızı okuyunca bana kkulfa ders anlatıyor hissini uyandırdınız , güzel bilgimiz sayenizde hem gezdik Denizli İsabey’ i çalışkan üzüm üreticisi şarap , sirke yapımını , yapanların sabrını , emeğini , her işte olduğu gibi yaparken sevginin , üretimdeki emeğin , paylaşmanın güzelliğini mutlu olmayı , adapı , yöre halkının çalışkanlığını görüyoruz. Deniz’ liden Trabzon’ a gittik memleketimin güzel şehirleri keşke doğası da kalabilseydi ,insanoğlu hırsına yenik düşüyor.Üzümlerinin kalitesi ve bağbozumu mevsimi yöre halkı arı gibi çalışkan yaptığı işin sonucunu almak için sabırla ilmek ilmek üzümleri işliyor sanki , siyah ğzümün her çeşidi gğzeldir çok severim.Hocam kaleminize , aklınıza sağlık. Öğretilerimbize ders niteliğinde aktardığınız için sağolun varolunuz .Fulya Kırımoğlu
Silgel de çekirdeksiz üzüm yeme.gel de şarap içme.gel de pekmeze ekmek bandırma
YanıtlaSilgel de Adil Hacıömeroğlu nün şu enfes yazısını okuyup Kirazlıbağ da ovada bir gece vakti yıldızların altında kilimde uyuma.