Dünyanın
her yerinde toprağı ekip biçmek kutsal kabul edilmiş, eski çağlarda bu nedenle
törenler düzenlenmiştir. İnsanın topraktan ekmeğini çıkarması, her dönemde
saygı duyulacak bir eylem olmuş. Çiftçinin toprağa alınterini akıtıp emeğiyle
ürettiği her ürün, sofralarımızı varsıllaştırdı. Bu ürünler damarımıza kan, bedenimize
can verdi. Alınteri, toprakta yeşerip tarla ve bahçelerimizde bereket,
sofralarımızda nimet oldu.
Her
türlü üretime alınteri döken, emek harcayan kişilerin baş tacımız olduğunu
söylemeliyim öncelikle. Emeğiyle geçinmek, üretmek dünyanın en namuslu işidir.
Baklan
Ovası, Denizli’nin Çal İlçesi sınırları içindedir. Çal’a bağlı bir kasaba iken
sonradan ilçe olan Baklan ve ona bağlı birkaç köy, ovanın doğusunda yer alır.
Ovayı güney, batı ve kuzeyden Çal’a bağlı köyler çevreler. Köy ve kasabalar,
ovayı dağ eteklerinden çepeçevre kuşatır adeta. Atalarımız, deprem gerçeğini
görerek yerleşim yerlerini ovaya değil de dağ eteklerine, sağlam kayaların
üstüne kurmuşlar. Bu yolla da tarım alanları yapılaşmamış, korunmuştur.
Yerleşim
yerlerinin yamaçlara kurulmasının ikinci nedeni ise halkın düşman, soyguncu,
kötü niyetli çetelerin saldırılarından korunmak içindir. Tepeden bakınca hırlı
hırsız kolayca görülür ve ona göre önlemler alınır.
Büyük
Menderes Nehri, Baklan Ovası’nın kuzey ucundan kıvrım kıvrım kıvrılarak akıp gider.
Ovanın içine dalmaz. Nazlı bir sevgili gibi tılsımlı dokunuşlarla ovayı,
kıyıcığından yalayıp serinlik bırakır. Gelinören köyünden Çal topraklarına girer.
Büyük Menderes, Dayılar ve Aşağı Seyit’ten geçerek Yukarı Seyit’e selam çakarak
kuzeye yönelir. Çal topraklarını güney kuzey doğrultusunda menderesler çizerek
geçip sonrasında güneye dönerek batıya yönelir. Yol boyunca bereket yüklü akan
bu nehir, Çal topraklarına bereketini bırakmak için menderesler çizip dolaşarak
doğal ve tarihsel görevini yerine getirir. Uç beylerinin yurt edindiği bu
topraklara, saygısından olmalı ki doğu-batı doğrultusundaki yönünü değiştirerek
uğrayıp bereketini getirir. Buğday üreten çiftçiye, kolaylık yapmak içindir bu
akış. Menderes, çiftçiye: “Gel, suyumun üzerine değirmenler kur. Bu
değirmenlerde tahılını öğüt ve ekmek yap.” diye seslenir uzandığı yatağından. Doğa
ana, böylece çiftçinin işini kolaylaştırmak için su değirmenlerinin kurulacağı
suyu da ovanın kıyısından geçirir.
İsabey,
Baklan Ovası’nın en büyük yerleşim yerlerindendir. Kendine özgü gelenekleri ve
aydın insanlarıyla göze çarpar bu kasaba. Dört mevsim karınca gibidir
İsabeyliler. Çalışkanlıkları, üretmeye olan düşkünlükleri nedeniyle ovada en
çok toprağı olan yerleşim yeridir burası.
Ova
köylerinde iş bitmez. Her mevsimin kendine göre bir uğraşısı vardır. Sonbaharla
ekim-dikim sezonunun son ürünleri ambarlara yerleştirilir. İşler tam bitti
derken ekim ayında tarlalar yeniden sürülüp arpa ve buğday ekilir. Zaten ayın
adı ekim değil mi? Ekim ayında ekim yapılır. Atalarımız ne güzel düşünmüşler bu
ayın adını “ekim” vererek.
Arpa
ve buğday tohumları toprağa ekilir. Aslında ekilmez, toprak anaya emanet
verilir tohumlar. Toprak ana, çocuklarının emanetine sahip çıkar. Her tohumu,
bağrında kutsal emanetmiş gibi saklar. Doğa ana, yağmuru bol eder. Kış boyunca
tohumları korumak için toprağın ısısını ayarlar. Emanete, ihanet etmez.
Bahar
gelip havaya, toprağa ve suya cemre düşünce doğada devinim başlar. Toprak yavaşa
yavaş ısınmaya başlar. Güneş ışınları, toprağın bağrında kışı geçiren tohumları
yeşermeye çağırır. Tohumlar, bu çağrıya uyar. Ova, yeşile keser. Bu taptaze bir
yeşildir. İsabey’in üst mahallelerinden ovaya bakıldığında canlı, yeşil bir
denizin büyüsüyle karşılaşılır. Hafif yelle yeşil denizde hafif dalgalar
oluşur. Her dalgada yeşilin tonu değişir. Yeşil deniz, bahar yelinin etkisiyle
dalgalanıp durur. Dibekbaşı’nda baharı yaşayan güngörmüş yaşulular (yaşlılar), yeşil
denizin büyüsüne dalarak bir yandan çaylarını yudumlarken bir yandan da dalıp
giderlerdi gençlik anılarına.
Baharla
yeşeren tarlalar, çiftçinin yüzünü güldürür, umudunu artırır. Kış boyunca her
gün umutlar, tıpkı yeşil deniz gibi büyüyüp göğerirdi yüreklerde. Umutla
birlikte yürekler de büyürdü kış soğuğunda.
Umutla büyüyen yürekler, evleri ısıtırdı.
Tarlalar,
yeşil bir denize dönerken tarlaları çevreleyen üzüm bağları, bağların içinden
uç veren meyve ağaçları açık yeşil bir kuşak oluşturur. Çökelez’in eteklerinden
başlar bağlar. Arazideki bağların çevresini badem ve armut ağaçları kuşatır.
Dağın yamacından ovaya inildikçe bağların verimi artar. Dağ yamaçlarındaki
bağlar, ova tarafından bakınca mendil gibi gözükür insana. Buralarda birçok
üzüm türü bulunur. Genellikle evlerin günlük gereksinmelerini karşılamak
içindir bu bağlar. Aralarında küçük sebze bahçeleri göze çarpar. Hele bu sebze
bahçeleri sulanabilirse topraktaki bolluk anlatılamaz, yaşanır.
Dağ
yamaçlarından sonra yerleşim yerleriyle birlikte bağlar uzanır boylu boyunca.
Yalnız İsabey’de mi? Değil tabii ki… Bağlar, ovayı bir elips biçiminde
çevreler. Bağlar; buğday, arpa ve haşhaş tarlalarının çevresinde yeşil bir
halka oluşturur. Bu büyüye kapılınca bağların tarlaları koruyan yeşil bir
kuşak, yapraktan bir sur olduğunu düşünürsünüz.
İsabey’in
çekirdeksiz üzümü tescillidir. Ülkemizde belki de bir kasabaya özgü bir
tescillenme, markadır bu. Bu da İsabey’i ülkemizde özel bir konuma yerleştirir.
Çekirdeksiz üzüm deyip geçmeyelim. Ova insanına dört mevsim can ve kandır hem
yaşı hem de kurusu. Çekirdeksiz üzümün erkesiyle yüzleri güler yurttaşın.
Çekirdeksizin dışında razaki, kadınparmak, çal karası ve burada sayamayacağım
üzüm türlerine rastlarsınız. Çal karasından yapılan şarapların ünü, ülkemizin
dört bir yanına yayılmış, hatta yurtdışına taşmıştır.
Baharla
erikler çiçek açar. Onları kiraz, badem, armut, elma, vişne ve diğerleri izler.
Yeşil denizin çevresinde gelinliğini giymiş meyve ağaçları göründükçe insan
mutluluğunun ölçüsü olmaz.
Doğa
ana işleri sıraya koyar. Tıpkı ürünlerin olgunlaşmasını sıraya koyduğu gibi. Bunun
nedeni, hem çiftçinin çalışmasını planlayarak işlerin sıkışmamasına yardımcı
olmak hem de aylar boyunca değişik lezzetleri insanlara tattırmaktır.
Halkımız
keskin zekâlıdır. Çabuk düşünür, bilgece karar verir. Yaşadığı olayları,
olguları, doğa olaylarını deneyimlendirir. Doğayı gözlemler. Bu gözlemler,
belleklerde yer eder, deneyime dönüşür. Deneyimlerini, sonraki kuşaklara yol
göstermek için söze döker. Böylece atalar, yüzyıllar sonra gelen kuşaklara yol
gösterir.
Atalarımız
yüzyıllar öncesinden “Arpa aklıya, buğday göklüye biçile.” demiş. Yüzyıllardır
bu öğüde uymuş torunlar. Neden mi bu öğüt? Arpa, iyice kuruyup aklaşmalı başak
içinde. Aklaşmalı ki kışın ambarda çürümemeli. Bu nedenle halk, arpanın
yolunacağı zamanı bilir. Havalar, olağanüstü bir değişim göstermediğinde yolum
zamanı hep aynıdır. 12 Haziran geldiğinde halk, ovaya taşınırdı (Ovada sulama
başladığından nem oranı artmış, bu nedenle arpanın aklaşması da gecikmiştir.
Son yıllarda arpa hasadı, haziranın sonunda başlamakta.). Köyde yaşulular kalırdı. Onlar ovada çalışmaya gidenlerin yemeklerini hazırlar. Ovaya götürülmeyen
birkaç baş hayvanın bakımını üstlenirlerdi. Pişen yemekler, aileden biri
tarafından eşekle alınırdı. Bu konuda komşular arası dayanışma söz konusuydu.
Kendi yemeğini almaya giden kişi, harman komşusunun yemeğini de alıp getirirdi.
Böylece az kişiyle çok iş yapılır ve emek boşa harcanmazdı.
Harman
yerinde derme çatma çadırlar kurulurdu. Birkaç aile aynı yerde konaklardı.
Böylece akraba ve komşu dayanışmasıyla işler kolaylaşırdı. Harman yerine
tavuklar, inekler, varsa birkaç koyun ve keçi de taşınırdı. Biçilen tarlalarda
taze anızlar, dökülen arpa ve buğdaylarla bu hayvanlara adeta ziyafet
verilirdi. Böylece bir tek tahıl tanesi boşa gitmezdi. Hayvanlar, öğlen
sıcağından korunmak için ovada tek tük bulunan bir ağacın altına bağlanırdı.
Ağaç yoksa bezlerden gölgelikler yapılırdı onlar için.
Harman
yerleri, genellikle su kuyularına yakın yerlerde olurdu. İşin gücün yoğunluğu
karşısında zamanı tutumlu kullanmak için bu çok gerekliydi. Böylece harman
yerindeki insan ve hayvanların su gereksinmesi kolayca karşılanır. Ayakyolu
için derme çatma bir yer yapılsa da genellikle doğadan gelen doğaya verilerek
toprak varsıllaşırdı.
Önce
arpa yolumu yapılırdı. Bu iş elle olurdu. Neden mi? Arpa başakları çok
kuruduğundan tırpanla biçildiğinde taneler yere düşerdi ve onları tek tek
toplamak olanaksızdı. Arpa yolumu için toprağın yumuşadığı sabah ve akşam
saatleri en uygun zamandı. Öğlen sıcağında toprak kuruyup sertleştiğinde yolum
işi zorlaşırdı. Yolunan arpalar kökleri, orakla kesilip arpa sapları
destelenerek harman yerine taşınırdı. Desteler, özenle harman yapılır. At ya da
öküzün arkasına düven bağlanır. Düvenin üzerine genellikle yaşulu ya da
çocuklardan biri biner. Düven, harmanın çevresinde döndükçe altındaki çakmak
taşlarıyla saplar kesilir ve taneler saplardan ayrılır.
İş
bitince sıra, tane ile samanı ayırmaya gelirdi. Bunun için güneyli bir rüzgârın
esmesi beklenirdi. Bu iş için en uygunu, kıble yelidir. Yel, çiftçiyi fazla
bekletmez, eser. Yabalar alınır. Duruma göre bir ya da iki kişi yabayla tınazı
yele karşı savurur. Saman, taneye göre daha hafif olduğu için yelle biraz uzağa
gidip birikir, bir yığın oluşturur. Taneler, tınazı savuranların önünde
birikir. Doğa ana, yine analık görevini yapmıştır. Çocuklarını doyurmak için
verdiği tahılı, samandan ayırmak için yelini gönderir işleri kolaylaştırmak için.
Ayrılan
tahıl yığınının içinde az da olsa saman kalır. Küçük taşlar, toprak
parçacıkları, yabancı otlar karışabilir tahıla. Bu nedenle kalburla elenir
tahıl. Temizlenen taneler çuvallara doldurulup ambarın yolunu tutar. Samanlar
da samanlığa…
Arpa
hasadı biter bitmez temmuz başında buğday biçilmeye başlar. “Buğday göklüye…”
Bu ne demektir? Buğday fazla kurumamalı güneşte. Kuruyup da aklaşmamalı. Çok
kuruyarak aklaşan buğdaydan doğru düzgün un olmaz. Olsa da ekmeği lezzetsizdir,
vitaminsizdir. Üstelik bu buğday ambarda uzun süre durmaz, çürür. Ayrıca
buğday, çok kurursa tırpanla biçilirken taneler yere düşer. Bu da çiftçinin
işini zorlaştırır. Bu nedenle kimi çiftçiler, buğdayı ambara koymadan önce
güneşte kurutur.
Buğday
da arpa gibi harmanlanıp düvenle tınaz durumuna getirilir. Harman yerinde bir
ayı aşkın süre kalınır. Geceleyin orada uyunur. Kuru toprağın üstünde derme
çatma yataklarda doğa ananın koynunda umutlu düşler görülür. Yorgan,
yıldızlarla kaplı gökyüzüdür. Kır evinin tabanı toprak, tavanı yıldızlarla
kaplı gökyüzü. Düşler, toprak kadar sıcak ve kucaklayıcı; gökyüzü kadar
engindir. Sonsuzlukta uçan kelebekler gibi uçuşur düşler.
İlk
kez ovada uyuduğumda gece boyunca gözüme uyku girmemişti. Sabaha dek yıldızları
izledim. Gece boyunca yıldızlarla ilgili imgelemler oluşturdum kafamda. Birçok
yıldızın ve yıldız kümesinin adını öğrendim büyüklerimden.
Harman
işi zordur. Kışın sofraya ekmek getirmek hiç kolay olur mu? Kışın onca malın
masadın önüne samanını koymanın güçlüğü, bu satırlara sığar mı? Çiftçinin
omuzlarında yalnız çoluk çocuğunu geçindirmenin sorumluluğu yoktur. Ahırında,
kümesinde beslediği onca dilsizin de sorumluluğunu taşımak zorunda.
Ovada
çalışma, gün doğumuyla başlar, gün batımıyla biter. Çiftçinin çalışma iradesi,
aile sorumluluğu yorgunluğa meydan okur. Tinsel ve bedensel yorulma olsa da
dışa vurulmaz ki aile üyelerinin çalışma azmi kırılmasın, yılgınlığa kapılmasın kimse. O yorgunlukla
gün bitip gece başladığında alacakaranlıkta yataklar yayılır. Önce çocuklar
yatırılır. Onların üstü örtülü sıkıca. Sabahtan akşama dek tırpan sallayan,
kalbur eleyen eller sevgiyle çocukların saçlarını okşar doyumsuz bir aşkla.
Belki de bu okşayış, tinsel yorgunluğu alıp götürmek içindir. Çocukların umutlu,
iyimser dünyasında bir tutam umudu alıp kuru toprakta, yıldızlarla dolu
gökyüzünde, kurumuş nasırlı ellerde, türlü acılarla kavrulmuş yüreklerde
filizlendirmek içindir. Belki de üzerinden yorgunluğu atarak dinlenmenin
insanca bir yoludur bu.
Sabah
olunca en lezzetli tarhana çorbasıyla kahvaltı yaptık. Öğlen ve akşam
yemeklerinin tadı hala damağımda.
Harman
yerinde en beğendiğim iş düvene binmek. Saatlerce düvenle dönebilirdim harmanın
çevresinde. Arpa samanının yakıcılığını özledim desem inanın. Atların
kişnemeleri kulağımda bir ezgi… Eşek anırmaları, işlerin zorluğuna karşı sanki
bir meydan okuma… Sabahın ilk ışıklarıyla öterek ovanın sonsuzluğunda yitip
giden güzel ve uzun ötüşlü Denizli horozunun umutlu, verimli, güvenli bir
sesiyle ayaklanılır. İş kalındığı yerden sürer gider. Açık alanda birkaç taştan
kurulu ocakta çalı çırpı, anız oduyla çorba kaynayıncaya dek durmaksızın
çalışır herkes büyük küçük demeden.
Ah
harman yerleri ah… Nice düşlerin, yıldızlarla dertleşmelerin yeri… Nice
düşlerin kurulduğu yerler… Çocukların yıldızlarla konuştuğu sonsuz geceler…
Yıldızların çocuklara masal anlattığı, büyüklere umut aşıladığı, geceleyin esen
yelin en güzel ezgileri fısıldadığı harman yerleri şimdi nerelerdesiniz? O
harman yerlerinde kuru ekmeği paylaşan yüce gönüllü, temiz yürekli, güzel insanlar
nereye gittiniz? İmeceyle çalışan, sırt sırta vererek olmazı olduran koca
yürekli adamlar, sizler artık masal kahramanı mı oldunuz? Kaşla göz arasında
çorbayı kaynatan ve en güzel sesleriyle “Ekmek hazır, gelin karnınızı doyurun!”
diyen her koşulda yüzleri gülen kadınlar, melek olup uçtular mı? Harman yerinde
kurdun kuşun payını ayıran insan yürekli insanlar, siz de kuş olup uçtunuz mu?
Geceleyin yıldızlara bakarak çocuklarına en güzel masalları anlatan nineler,
analar hangi dağda solmaz bir çiçek oldunuz?
Şimdi
çok uzaktan yıllar sonra kırda yenen tarhananın kokusunu, tamamen doğal
ürünlerden hazırlanan lezzetli dürümleri hala duyumsayan kaç kişi kaldı acaba?
Çok şey kazandık gibi görünmekte bugünkü yaşamımızda. Ya yitirdiklerimiz… Bizi
biz yapan, bizi insan yapan onlarca değer nereye gitti?
18
Aralık 2020
Kalemine yüreğine sağlık hoam.10 üzerinden 10.Bu kadar güzel olabilirdi ancak...
YanıtlaSilSELAM ,SEVGİ VE SAYGIYLA...
Eline sağlık değerli meslektaşım. Bu güzel yazınızı okurken çocukluğuma gittim, geldim. Menderes nehrinin doğduğu topraklardan kıvrıla kıvrıla bizim topraklara akışını hep yaşayarak gördüm. Bizim için bereketti, hem toprağımız, hem de soframıza. Yaz olunca mutlaka haftada bir menderesin derinliklerindeki sazanlar, yayın balıkları bizim için bir spordu, aynı zamanda da harçlıktı...
YanıtlaSilNe olduysa son 40 yılda oldu. Kirlendi, artık Uşak ilinin deri sanayisinin, Denizli ilinin tekstil sanayisinin açık bir kanalına dönüştü. İddia ediyorum ülkemizin en kirli nehridir Büyük Menderes. Önceleri toprak renginde olan bu nehrimiz artık kapkara ile koyu gri arasında gidip geliyor...
Değil yüzmek, elimizi sokmak dahi tehlikedir bugünlerde. İnsan sağlığı ve toprak kirlenmesi için büyük tehlike saçan astalığa Büyük Menderesin birgün eski günlerine döneceği ümidi hep taşıyorum..
Karadeniz' in yağmurlu , sisli , koyu yeşil havasından çıkıp Anadolu' nun uçsuz bucaksız ovalarında bir harmanyerine doğru eşsiz bir yolculuk yaptım bu yazınız sayesinde ... Anadolu bereketli toprakları ve karınca misali çalışan efendileri ile bereket fışkırmaya devam etmeli .Bu yazınızla oralarda olmak o harman yerinde yüzlerdeki gülümsemelere eşlik etmek istedim .Kolay değildir eminim ama toprğın bereketine tanıklık etmek her yorgunluğu alır götürür ... Kaleminize , gözlemlerinize sağlık
YanıtlaSilÖyle şahane anlattınız ki inanın kendimi o harman yerinde, taneleri rüzgarla savuruyorum sandım bir an. Ama sonra, gözlerim yaşardı melek olup uçan kadınlara. Sahi neredeler, gidip bulsak ya onları.😭
YanıtlaSilŞükran Balekoğlu Yamak
Hocam yüreğinize sağlık, dünyada ve ülkemizde tarım alanında her geçen gün olumlu ve olumsuz gelişmeler yaşanmakta , insanların en önemli İhtiyacı olan beslenmede en önemli faktör olan tarım daizlenen yanlış politikalar yüzünden coğrafyamızın birçok yeri yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaltadır.Gazi Mustafa Kemal Atatğrk’ ün izlediği üreticiyi ve Tğr köylüsğnü destekleyen , ulusal ekonominin temelini işraatte gören,
YanıtlaSilİnsanların en büyük ihtiyacı olan beslenmede ortak alfabe tarımdır ülkemizde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği Üretici ve Türk köylüsünü destekleyen ulusal ekonominin temeli, ziraatte de gören toprağını , köylüsün koruyan anlayış ülkemizde üreten değil buğdayı bile İthal eden hale gelmiştir. Tarım tarihte bilinen en eski sanattır tarımla uğraşan insan bir doğa savaşımın içindedir Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi gerçek üretici köylüdür.Mustafa Kemal 1922
YanıtlaSilTürk halkı birdir ve bir bütündür.Hocam yine olağanüstü anlattımınızla Baklan ovası Büyük Menderes nehrinde gezintiye çıkıp doğal güzelliği görmemek mümkün değil..İsabey ‘ in insanının çalışkanlığı, insan sevgisi , paylaşımcı , birlik beraberlik içinde çalışması,üretken olmasıkutsal olan toprağın bereketini arttırmış.Arpa’nın ,buğday’ın hasatıyla, üzümün her çeşidi ,bağbozumuyla,her mevsimi de yaşatıyorsunuz.Anlatımlarınız hem bilgilendiriyor, düşündürüyor, dinlendirip geçmişe yolculukla bizleri mutlu ediyor.Yüreğinize , aklınıza , kaleminize sağlık…Atalarınızın ruhu şad olsun….Sağlıkla kalınız.Bizlerde kalıcı olması ,gelecek nesillere aktarılması dileğiyle kitaplarınızı bekliyoruz…👏🧿💐📚📘🇹🇷🇹🇷Fulya Kırımoğlu🙏🏻
Adil Hacıömeroğlu tam bir ANADOLULU.Bu kadar mı güzel
YanıtlaSilve duygu yüklü anlatılır Anadolu nun bereketli toprakları Baklan ovası İsabey.Okurken öyle bir tat bırakıyor ki o tat bizi geçmişin güzel anılarına güzel kentlerine odalarına götürüyor.Kaleminize sağlık.