Çocukluğumuzda
öğretmenlik toplumun en saygın birkaç mesleğinden biriydi. Öğretmenliğin bu
saygınlığı cumhuriyetle başladı. Toplumun tüm kesimleri, öğretmenlere gözle görülür
bir saygı gösterirdi. Evlerde, kıraathanelerde, dost meclislerinde sokaklarda öğretmenlerden
övgüyle söz edilirdi. Yediden yetmişe herkes toplumun gelişmesi, ileri gitmesi,
kalkınmasının öğretmenler sayesinde olacağını düşünürlerdi. Bu düşünüş,
toplumun derinlerine kök salan bir inanışa dönüşmüştü yıllar içinde.
Babam,
köy enstitülü bir öğretmendi. Üç yıl öğretmenim oldu ilkokulda. “Baba” evde
kalırdı okula gittiğimde. Orada babam öğretmenimdi artık. Ona “Öğretmenim!”
diye seslenirdim. Benim gibi öğretmen çocuğu olan arkadaşlarım da benzer
durumdaydı. Öğretmenim olan babam: “Çocuğunu koruyor.” dedirtmemek için çoğu
zaman bana farkında olmadan haksızlık da yapardı. Sınıf arkadaşlarımın yaptığı
hatanın onda birini yapsam çok sert tepkiyle karşılaşırdım. Arkadaşlarımdan
daha çok bilmek zorundaydım. Çünkü o günün koşullarında “torpil yapmanın, adam
kayırmanın” söylentisi bir insanlar için büyük bir ayıptı. Babam ve o dönemin
öğretmenleri, böyle bir ayıbı yanlarına yaklaştırmazlardı.
O
dönemin öğretmenlerinin saygınlığının en önemli nedeni, adaletli olduklarına
dair inançtı. Halk, öğretmenlerin kim olursa olsun öğrencileri arasında ayrım
yapmayacağının bilincindeydi. O dönemlerde varsılla yoksul, çalışkanla tembel,
büyükle küçük, köylüyle kentli aynı sınıflarda okurlardı. İlkokulda herkes kara
önlük giyerdi. Moda denen şey toplumu çürütmemişti. İnsanlar yiyip içtikleri,
giyip çıkardıklarıyla değil; insanlıklarıyla değer bulurlardı toplumda.
Efendilik geçer akçeydi. Gösterişçilik ise dalağa geçilen bir utanç.
Öğretmenler,
evlerde tartışılmazdı. Bazı öğrenciler, öğretmenlerinden yakınacak olsalar anne
ve babalar anında sustururlardı çocuklarını. “Öğretmen ne derse ona uyacaksın
adam olmak istiyorsan.” denerek çocuklara öğretmenlerine saygı göstermeleri
öğütlenirdi. Bu konuda tarihsel kişilerle ilgili türlü söylenceler anlatılarak
öğretmene herkesin saygı göstermesi gerektiği anlatılırdı.
Öğretmenlere
toplum içinde adlarıyla seslenilmezdi. Hatta onlardan söz edilirken de bu
konuya özen gösterilirdi. Erkekse “bey” kadınsa “hanım” sıfatları kullanılırdı.
Çoğu zaman “hanım ve bey” yerine “öğretmen” sözcüğü getirilirdi adlarının
yanına. Bu sesleniş ve adlandırma, onlara gösterilen saygının gereğiydi.
Yalnızca
öğretmenlere değil, kendinden büyüklere adlarıyla seslenmek ya da onların
bulunmadığı ortamlarda büyükleri adlarıyla anmak ayıp karşılanırdı. Bu
ayıplamayı belirtmek için kişiye: “Bu sözünü ettiğin kişi, senin asker
arkadaşın mı?” diye sorulurdu. Büyüklerle küçükler arasındaki ilişki saygı ve
sevgiye dayanırdı. Ancak ilişkinin asıl temelini saygı belirlerdi.
Oysa
şimdi öyle mi? Amerikan toplumunun sesleniş biçimi toplumumuza yerleşti
neredeyse. Ekranlarda görüyoruz, işitiyoruz. “Sayın, bey, hanım…” gibi saygı
belirten sözcükler neredeyse tarih oldu. Hatta bunun gerekçesi de “Sizi yakın
bulduğum için adınızla sesleniyorum. Kusura bakmayın!” olarak açıklanmakta.
Aslında bu gerekçe bile kendi içinde, seslenme biçiminin yanlışlığını
belirtmekte. Senli benli olma çoğu ilişkide saygıyı yok etmekte.
Günümüzde
veliler ve öğrenciler, öğretmenlerden hep ilk adlarıyla söz etmekteler kendi
aralarında. Sanırsın ki öğretmeni çocuğun ya da gencin asker arkadaşı. Veliler,
çocuklarının yanında öğretmenleri eleştirmekteler. Hatta en olumsuz eleştirileri
yapmaktalar. Velilerin çoğu aile içindeki konuşmalarında çocuğunun öğretmenine
zerre kadar saygı, güven duymuyorsa çocuk, velisinin duymadığı saygı ve güveni öğretmenine
niye duysun?
Günümüzde
eğitim sistemimizin en önemli sorunlarından biri, velilerden kaynaklanan ve
öğrencilere bulaşan öğretmene duyulmayan saygı ve güvendir. Saygı ve güvenin
olmadığı bir yerde eğitim ne kadar olur ki?
14
Ocak 2021
Yazınız ; öğretmenliğin itibarındaki kaybın güzel bir özeti olmuş.Ailemde amcam Hüseyin Öztel öğretmenliğin en köklü çınarıdır .Onunla beraber ben üçüncü kuşak sayılırım . Yirmi ikinci yılı çalışıyorum ve öğretmene duyulan saygı verilen değerin yok oluşunu çok iyi gözlemlediğimi düşünüyorum .İlk göreve başladığımda velilerim benden yaşça büyüktü ama her söylediğimi can kulağı ile dinlerler ve çocuklarına da uygularlardı her beşyıl dönümünde (sınıf öğretmeni olduğum yıllar ) gelen veliler ile yaş aralığımız kapandıkça sorunların da büyüdüğünü gözlemlerdim , sen anlatırsın onlar herşeyi senden iyi bilir , çocuğuyla iletişim kuramaz ama senin uyarılarını yok sayar ... Bu durum çok genç annelerde ( babalar işte ) giderek daha da arttı , genç velinin herşeyi biliyor olduğunu sanması öğretmenin gerçek değerinin kaybına neden oldu ... Bunun yanında öğretmen olmaması gereken bir grubun da bu değer kaybında etkisi çok .Şu salgın döneminde öğretmenin kıymeti anlaşıldı , aileler evde çocuklarından çok sıkıldı .Bakıcı muamelesi yaptıkları öğretmenin kıymeti anlaşıldı ama gene bakıcı olarak ... Çünkü veli herşeyi iyi bilir ... Çocuklarının geleceği hariç ...
YanıtlaSilBenden önce yukarıda yorum yazan " anonim yazar "; "öğretmen olmaması gereken bir grubun da bu değer kaybında etkisi çok " derken çok haklı.. Türlü gerekçelerle kapatılan öğretmen okulları yok artık.. Türkiye'de öğretmen yetişmiyor.. Beni Amerikalılar ilgilendirmiyor.. Ne yaparlarsa yapsınlar.. Geçmişte Türk toplumunda öğretmene gösterilen saygı, öğretmenin öğretmen sıfatına olduğu kadar, kişiliğine de yönelikti.. Öğretmenin kişiliğini oluşturan etkenler ise öğretmenlik eğitimi aldığı okulun niteliği kadar, onun entellektüel seviyesiydi.. Halka olan bağlılığıydı.. Artık cep telefonu ile oynayan,sosyal medyada yalnızlığını gidermeye çalışan, tüm bilgi kaynağı google olan öğretmenler var.. Bu böyle gitmez, gitmeyecek..
YanıtlaSilCocuklarını birey olarak yetiştirmeyen,yerli yersiz öğretmeni ve çocuğunu elestirip tenkit eden veliler saygı tohumlarını ekemezler...
YanıtlaSilSayın Hacıömeroğlu!!! Çok güzel bir noktaya değinmişsiniz...Az önce sinirlerime hakim olamadım ban sen diye hitap eden ve hakaret eden birine konuşma üslubunun hatalı olduğunu anlatmaya çalıştım...Ben de bir eğitimci olarak ÖĞRETMENLERİn eleştirilmesinin çok hatalı bir davranış olduğunu anlatmaya çalışıyorum... Çocuğun yanında öğretmeni eleştiriseniz ( Dünyanın en beceriksiz öğretmeni dahi olsa!!) O çocuk okuldan o dersten nefret eder hiç zevk almaz... Kendi çocuğunuzun hayatıyla oynarsınız..!!!Şimdiki veliler bizim zamanımızaki velilere benzemiyor... Çooook ukalalar... Evet kimi doktor , kimi mühendis , kimisi de bilim adamı olabilir... Fakat ÖĞRETMENLİK başka bir şey...Onun çocuğa vereceği eğitimdir onu başarılı kılacak!!! Verdikleri bilgiler değil???? Biz maalesef eğitimi kenara bıraktık işi öğretime ve test çözme yarışmasına döndürdük....Benim kızımın Üniversite yıllarında ingilizce öğretmeni MİNA Urgan'dı...Kızım not verirken çok cimri olduğunu ve de çok anlayışsız olduğunu söyler ben itiraz ederdim...EEEE Şimdi İngiliz dili edebiyatını bitirmiş ingilizce öğretmenlerinin günlük deftere yazdıkları küçük notların bile sayızı hatalarla dolu olduğunu görüp eleştiriyor... Mina Hocanın da ruhu şad olsun!!!Bizlere bilim insanı gerek ....!!! Saygılarımla..
YanıtlaSilGirdim ilim meclisine
YanıtlaSilEyledim, kıldım talep
Dediler ilim geride
İlle edep ille edep
Yunus Emre
Not: Sosyal medya küfürbazlarından sıkıldık, bundan sonra yorumları buradan yazayım. Seviye ve kalite daha yüksek.