FUSKA


Fuska, Doğu Karadeniz Bölgesinin bazı yerlerinde böğürtlene verilen addır. Benim büyüdüğüm topraklarda da önce fuskayı öğrendik. Büyüyüp farklı yerlerle ilişki kurunca bu güzel meyveye “böğürtlen” de dendiğini belledik.

Fuska, genellikle yol kıyılarında kendiliğinden yetişen dikenlerin meyvesidir. Tarla, bahçe, fidanlık, fındıklık sahipleri bu dikenleri kökünden yok etmez. Çünkü bunlar doğal çit görevi görür, araziyi korur. Çok hızlı büyüyen bu bitki, özgür kaldığında kısa sürede bütün araziyi kaplayabilir. Bu yüzden yılda birkaç kez bir berber titizliğiyle tıraşlanır. Olması gereken sınırları geçmelerine izin verilmez. (Günümüzde aşılı böğürtlenler, insan eliyle yetiştirilmekte.)

Kimi zaman el değmemiş ormanlarda sıkça rastlanır. Bu dikenler yüzünden ormanın içlerine doğru ilerlemek kimi zaman olanaksızdır. Özellikle meyve ağaçlarının dibini, gövdesini, dallarını saran bu dikenler; ağaca özel bir koruma duvarı örer.

Dikenler, doğal ortamda yetişir tamamen. Çocukluğumuzda kimyasal gübreler henüz çiftçinin kullanımında olmadığından toprak tertemizdi. Su, hava ve toprak zehirlenmemişti. Bu nedenle böğürtlenler, doğanın, toprağın, yağmurun, güneşin öngördüğü biçimde yetişip olgunlaşırdı.

Böğürtlen çiçekleri çok güzeldir. Bazıları pembenin içinde parlak bir sarı renkte olur. Bazıları ise mora çalar. Beyaz ve kırmızı çiçekleri olanlar da vardır. Bu çiçekler, özellikle arıları kendine çeker. Arıların dışında birçok böcek, bu çiçeklerden yararlanır. Yalnız çiçekleri mi arıları ve diğer böcekleri mi çeker? Tabi ki hayır... Meyveleri de birçok böceğin yanı sıra kuşların da besinleri arasındadır.

Böğürtlenin çiçeğinden, yaprağından ve meyvesinden çay yapılır. Bu çayın neredeyse bin derde deva olduğu halk arasında söylenegelir. Meyvesi çok lezzetli olduğundan yediden yetmişe herkesin ağzının suyunu akıtır.

Çiçekler önce küçük, yeşil meyvelere dönüşür. Yeşil meyveler, yavaş yavaş kızarır. İyice kızaran meyveler, ağustos gelince yavaş yavaş koyulaşmaya, koyu mor bir renge bürünür. Uzaktan bakınca parlak bir kara gözümüzü alır. Morumsu bir karaya dönüşen meyveler, yenmeye hazırdır. Böğürtlen yiyen çocuklar parmaklarından, dudaklarından, yüzlerinden, giysilerinden belli olurdu çocukluğumuzda. Çünkü elleriyle meyveleri yiyen çocuklar, meyvenin mor lekelerini üzerlerinde taşırlardı. Olgun meyvelerin suyu, biraz da bu işin acemisi olan çocukları morumsu lekeler içinde bırakırdı.

Dalından kopardığımız böğürtlenleri, ağzımıza atmadan önce “Fu, fuuuu, fuska…” diyerek yerdik. Bu söyleyiş, aslında meyveyi, üfleyerek temizlemedir. Bu yolla böğürtlen üstündeki tozlar, böcekler, varsa diğer yabancı maddelerden arınırdı. Böylece doğanın kucağından lezzetli ve temiz meyveler iştahla midelere indirilirdi.

“Fu, fuuuu, fuska…” denmesi ve bunun bir geleneğe dönüşmesi, aslından sözcüğün kökeni ve oluşmasıyla ilgili bize ipucu vermekte. Yansıma bir kök, “fu”. Üflemenin sesini yansıtmakta. Bu kökten halkımız fuskayı türetmiş. Halk, sözcükleri oluştururken dolambaçlı yollara sapmaz, en kısa ve en işlevsel yolu seçer. İşte, fuska da böyle bir sözcük.

Dört yıl önce Çınarcık’ın Teşvikiye Köyünde doğal bir ortamda birkaç gün geçirdik. Atacan’ın 8 Eylül’deki doğum gününü burada kutladık. Korona salgını çıkıncaya dek. Atacan’ın doğum günleri için burayı seçtik. Çünkü çocuk, burayı çok sevdi.

Bir sabah kaldığımız kütük evlerde kahvaltı ettikten sonra Erikli Deresi boyunca yukarı doğru yürümeye başladık. Amacımız, Erikli Yaylasına yürüyerek gitmek, yukarıdaki çağlayanı görmek. Yol uzun ve çetin… Yokuş yukarı yürümekteyiz. Hava sıcak… Yol boyunca böğürtlenler sıralanmakta. Atacan, yemek için can atmakta. Annesi ve anneannesi yıkamadan yememesini söylemekteler durmadan.

Böğürtlenlere yaklaşıp olgun bir böğürtleni kopardım. İki parmağımın arasındaki böğürtlene tıpkı çocukluğumda olduğu gibi “Fu, fuuu, fuska!” deyip üfledim. Sonrasında da ağzıma attım onu. Yaptığım bu iş, çocuğun ilgisini çekip hoşuna gitti. Bir tane de onun ağzına attım aynı yöntemle. Dikenlere dikkat etmesini söyleyerek kendisinin de bu yöntemle böğürtlen yiyebileceğini söyledim. Böğürtlen yememiz, bir eğlenceye dönüştü böylece.

Atacan, niye yemeden önce “Fu, fuuu, fuska!” diyerek yediğimiz sordu. Ben de bu biçimde böğürtleni, üfleyerek temizlediğimizi anlattım ona. Yol boyunca fuska yedik afiyetle. Ardından onunla başka bir dikenin taze uçlarını toplayarak yemeyi öğrettim. Bu filizlere bizim yöremizde izmilitça, bazı yerlerde kırçan adı verilir. O gün ve sonraki yıllarda gittiğimizde antioksidan olan böğürtlenleri ve diken filizlerini doyasıya yedik. Bir başka deyişle küçük çapta doğada kalma eğitimi yapmış olduk.

Atalarımız yüzyıllar öncesinde doğada olgunlaşan bir meyvenin temizlenerek nasıl yenmesi gerektiğini eğlenceli bir üfürüşle keşfettiler. Bu yeme biçimi geleneğe dönüşerek günümüze dek geldi. Bakalım ne zamana dek sürecek?

Doğa hızla kirlenip yok olmakta. Bir gün ormanlarda, sulak alanlarda, yol kıyılarında yer alan dikenler de yok olacak bu gidişle. O zaman “Fu, fuuu, fuska!” diyerek böğürtlenleri üfleyerek yiyen çocukların da büyüklerin de sevinçli seslerini çok arayacağız. İşitemediğimizde yüreğimizin bir yanının sızladığını duyumsayacağız. Ancak iş, işten geçmiş olacak çoktan.

                                                                                   Adil Hacıömeroğlu

                                                                                   5 Ekim 2021

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder