ÇAYKOVSKİ’NİN TÜRKİYE HAYRANLIĞI


Rusya’nın Ukrayna’daki Nazilere, ABD işbirlikçilerine karşı düzenlediği özel operasyon sürmekte. NATO ve ABD güdümündeki AB var güçleriyle Ukrayna’nın başındaki Zelenski ve yandaşlarına destek vermekte. Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımlar art arda gelmekte.

ABD önderliğindeki ülkelerin Rusya’ya karşı ekonomik, siyasal, askersel alanlardaki yaptırımları her geçen gün artarken sanat alanındaki yaptırımları ise dünyanın birçok yerinde şaşkınlık yarattı. Dünyaca ünlü Rus yazarlar, ressamlar, besteciler, müzisyenler ve birçok sanat dalında kendini kabul ettirmiş kişilere karşı ABD ve AB’de süren yaptırımlar ibretle izlenmekte. Bu sanatçılar arasında ikisi var ki insanlardaki şaşkınlığı artırmakta: ünlü Rus yazar Dostoyevski ile büyük besteci Çaykovski…

ABD ve AB’de Rus sanatçılara uygulanan yasaklamalar, Hitler dönemini anımsattı birçok kişiye. Demek ki Hitler ve Nazizm birçok ülkede yaşamakta. Yer ve zamanı uygun olduğunda ortaya çıkmakta, yani hortlamakta.

Elimde birkaç ay önce okuduğum bir kitap var. Yazarı Emre Aracı… Kitabın adı Çaykovski İstanbul’da… Ünlü besteci deniz yoluyla Avrupa gezisi yaparken 1886 ve 1889’da iki kez İstanbul’a uğruyor. Gemi, Boğaz’da demirlerken Çaykovski, kendini bu tarihsel kentin sokaklarına atıyor. Birçok tarihsel yeri geziyor. Bunlar arasında Beyoğlu, Galata Köprüsü, Ayasofya, Yerebatan Sarayı bulunmakta. Galata Köprüsünde denize bakan bir kahveye oturup mehtabı izliyor. Kim bilir bu mehtap keyfi, ünlü besteciye ne denli esin kaynağı olmuştur acaba?

Çaykovski, Paris’e gitmek için 11 Mayıs 1886’da Tiflis’ten trenle Batum’a hareket ediyor. Gece 23.00’te Batum’a varıyor. Yol boyunca günlüğüne notlar alıyor gördüğü yerlerle ilgili.

Çaykovski ve Alyoşa (Asıl adı Aleksey Sofronov olan uşağı), Avrupa gezisine çıkmak için Batum’dan gemiyle hareket ettiler 12 Mayıs akşamı. Deniz yolculuğu sırasında günlük tutmanın yanı sıra yakınlarına izlenimlerini, yaşadıklarını da anlatan mektuplar yazmakta besteci. Bu arada gemide bulunan bazı yolcularla da dostluklar geliştirmekte.

Ülkemizde uğradığı ilk liman Trabzon. Çaykovski’nin deyimiyle “muhteşem bir sabah güneşiyle” kente vardılar. Çok güzel gördüğü Trabzon’u “rüya diyarı” olarak tanımlamakta mektubunda. Kentin sokaklarını dolaştı bir süre. Kent insanının çekiciliği ona Şark masallarını anımsatmış.

Günlüğüne, Trabzon’la ilgili şunları yazmış ünlü besteci:

“Trabzon’a yaklaşıyoruz. Çok güzel. Türk konsolos, insanlar balık tutuyorlar. Tiflis’ten gelen neşeli Fransız’a, konsolos oldukça serzenişte bulundu. Doyurucu bir yemekten sonra (kaptanın gayretlerine rağmen İtalyan rahibe ve arkadaşı hiç ağızlarını açmadıkları için masamız oldukça sıkıcı, konuşma çok zayıf) Alyoşa ile birlikte kayıkla şehre çıktık. Yakışıklı kürekçi aynı zamanda rehberliğimizi yaptı. Şehirde turistik gezinti. Şehrin ve sokaklarının -ama bilhassa yaşayanlarının- çekiciliği. Nedense bütün bunlar bana Şark’ın masallarını hatırlatıyor. Hotel Europe. Beni tanıyan bazı Ruslar table d’hote’tan sonra odama geldiler. At sırtında Rum manastırına ziyaret. Geri dönüş. Kahve ve nargile. Rusça konuşan çekici bir yerli. Vapura dönüş. (Çaykovski İstanbul’da, Emre Aracı, sf. 38-40, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 4. Basım)”

Çaykovski’nin günlüğünde “Rum Manastırı” diye sözünü ettiği yer, Trabzon’un Maçka ilçesindeki “Sümela Manastırı”dır. Ünlü besteci buraya at sırtında gidiyor.

Yolculuk, Giresun ve Samsun limanlarına uğrayarak sürer. Buralarda kısa molalar verilir. Ama yine de besteci, günlüğünde ve mektuplarında yer verir bu kentlerimize. İkizi Modest’e yazdığı mektupta Samsun için “Gün batımını görebilmiş olsaydın herhalde zevkten çıldırırdın. (Aynı yapıt, sf. 42)” tümcesini kurmakta.

İstanbul’a yaklaştıkça heyecanı artar. Güvertede yürüyüş yapıp kitap okur. Beste yapmayı da ihmal etmez. Kıyıların ve denizin güzelliği, onu büyülemişti. Güzelliğe daldıkça sorunlarından uzaklaşmaktaydı.

Tarih 16 Mayıs 1886 Pazar gününü gösterdiğinde Armenie vapuru, İstanbul Boğazı açıklarına yaklaşmaktaydı. Çaykovski anı defterine: “… Öğlen yemeğinden sonra neredeyse hiç durmadan elimde dürbünle Boğaziçi’ni göreceğim umuduyla baktım durdum. (Aynı yapıt, sf. 44)” sözlerini yazmıştı. Bu tümceden Çaykovski’nin İstanbul’u görmek için ne denli sabırsızlandığını anlamaktayız.

Çaykovski: “Öğle saatlerinde harika bir havada Boğaziçi’ne vardık.  Harikulade bir güzellikte ve ilerledikçe daha da güzelleşiyor. (Aynı yapıt, sf. 45)” diyerek anlatıyor Boğaz’dan geçişini. Bu sırada Abazyalı bir Gürcü, ona Boğaz’ın her iki yakasındaki yapıları ve yerleri tanıtıyordu.

Öğleden sonra üç sıralarında Galata limanına vardılar. Kaptan burada 24 saat kalacaklarını söyledi. Burada sözü Çaykovski’ye verelim:

“Bizi Karşılamaya kayıklarla geldiler; aralarında o şirin İtalyan ailenin ahbapları da vardı. Gözyaşları. Şehrin yerlileri gemiyi terk ederken epey coşkulu gürültü. Saat dört sularında biz de indik. Biz derken ben, Alyoşa, Tiflis’ten gelen Fransız ve şişko Saşa, Venedik’e okumaya giden Ermeni. Galata. Bir Türk memur bize çok yardımcı oldu. At arabası. Hotel Luxembourg. Hiç oda yok. (Aynı yapıt, sf. 48)” Görüldüğü gibi İstanbul’la ilgili ilk izlenimleri olumlu bestecinin. Ancak tüm çabalara karşın kalacak otel bulamıyor. Oteller dolu. Pansiyona benzer bir evin bir odasında gecelerler. İstanbul’daki tek gecelerini “böcek kaynayan bu küçük pis oda”da geçirmek zorunda kalırlar. Buna karşı yanındakilerle İstanbul’u gezmeyi sürdürdü.

Çaykovski, gece Tepebaşı’nda bir senfoni orkestrası konserini dinledi. Biletini alıp izleyicilerle birlikte. Ancak onun ünlü bir besteci olduğunu kimse bilmiyor. Yirmi dört saatlik süre dolunca gemiye dönüyorlar ve yolculukları Avrupa’ya doğru sürüyor. 1889’da bu kez Avrupa’dan Batum’a giderken İstanbul’a uğruyor.

İstanbul, Çaykovski gibi birçok Rus sanatçısını büyüledi. Burada birkaçından söz edelim.

Rus edebiyatının köşe taşlarından sayılan Puşkin’in dedesi Arap İbrahim’in İstanbullu olduğunu biliriz. Daha sonra Rusya’ya yerleşir Arap İbrahim.

Tolstoy’un dedesi Pyotr Tolstoy’un Rusya’nın İstanbul’daki ilk daimi büyükelçisi (1701-1714) olduğunu yazın meraklılarından bilmeyen yoktur sanırım. Tolstoy’un Türkçe öğrenme isteği bilinmekte. Yaşamı boyunca Türklere hep ilgi duydu. Ünlü yazarın torunu Vladimir Tolstoy, Putin’in kültür danışmanlığını yapmakta.

Rus yazarlardan Maksim Gorki’nin de İstanbul’a geldiğini ve bu tarihsel kente hayran olduğunu belirtelim.

Neyse sözü fazla uzatmayalım. Sanat evrenseldir denmekte. Bugün dünyaya mal olmuş nice sanatçılar ve bilimadamları var. Bu kişiler, tüm insanlığa ışık tutmaktalar etnik köken ve dinsel inanç farkı gözetmeksizin. Sanatçıya yasak, kültüre yasaktır. Bu da kültürsüzleştirmeyi getirir. İşte, Avrupa’da Hitleri hortlatarak kültürsüzleşmenin yolu açılır. Avrupa engizisyondan çok çekti. Yeniden Ortaçağ’ın engizisyonunu yaşamak ABD’ye de Avrupa’ya da tüm insanlığa da zarar verir.

Rus sanatçıları kendini bilmez bazı siyasetçiler yasaklasa da dünya insanlığının yüreğinde onların yapıtları hep yaşar. Dünya ulusları emperyalizmin boyunduruğuna nasıl karşı koyuyorsa onun insanlığı kültürsüzleştirmesine de karşı koyacaktır.

Not: 28 Mart 2022 tarihli Aydınlık gazetesinde yayımlanmıştır.

                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                       16 Mart 2022

 

 

 


1 yorum:

  1. Batı, Avrupa merkezci bakış açısını terk edemez, çünkü varlığını bu bakış açısıyla temellendirmiştir. Bu sebeple ırkçılık Avrupa düşün hayatına içkindir, bu da onun diyalektiğe kapalı olmasına yol açan zayıf karnıdır. Biz Asyalılar şunu iyi bilelim: Batıyla müzakere edilmez, Batıya diz çöktürülür. Batı diz çökene kadar mücadelemiz devam edecek.

    YanıtlaSil