KUŞLARIN HAKKI


Çocukluğumdan beri sofrada en küçük lokma bırakmazdım. Bayat ekmekle zeytin yemeyi çok severim. Bayat ekmek, çoğu zaman dağılır. Kırıntısı çok olur. Bu kırıntıları toplayıp yemek, ayrı bir zevk benim için. En küçük parça ya da kırıntıyı bıraksam rahatsızlık duyarım.

Ninem (babaannem) iki dünya savaşı görmüş, Rus işgali sırasında muhacir olmuştu. Çektiği acıları, yoksulluğu, yoksunluğu anlatmaya sayfalar yetmez. Bu nedenle savurganlıktan nefret ederdi. En küçük yiyeceğin atılması, onu çok üzerdi. Bazı komşularımızın yoksulluğunun savurganlıkta sınır tanımamalarına bağlardı. “Onların sofralarında bereket olmaz. Çünkü yiyip içtiklerinin değerini bilmiyorlar.” derdi.

Benim ve kardeşlerimin tutumlu davranmasında ninemin büyük etkisi vardır.

Babam, II. Dünya Savaşı’nı yaşamıştı. Yetim bir çocuk olarak savaşın getirdiği yoksulluğu iliklerine dek duyumsamıştı. Köy enstitüsünde yatılı okumuştu. Böyle bir ortamda savurganlığın sözü bile edilemezdi. Bu nedenle soframızda tek bir kırıntıyı bile ziyan etmezdi. Üzüm üzüme baka baka karardığı için biz çocukları da bu konuda özenli davranırdık.

Annem, yokluğu da varlığı da bilerek büyüdü. Varlığın tutumluluktan geldiğinin farkındaydı. Bu, aldığı bir aile eğitimiydi. Bu nedenle evimizden hiçbir şey kolay kolay atılmazdı. “Sakla samanı, gelir zamanı.” atasözünün anlamına uygun davranırdı. Yuvamızın temel direğiydi. Yuvayı yapan, ayakta tutan odur.

İşte doğup büyüdüğümüz, yetiştiğimiz ortam nedeniyle savurganlıktan uzak durduk.

Yıllardır İstanbul’da yaşamaktayım. Her geçen gün yaşadığım kentin betonlaştığını üzülerek görmekteyim. Betonlar arttıkça canlıların yaşam alanı olan ağaçlar, otlar azalmakta. Hayvanlar aç… Çöp birikintileri bile beslenmelerine yetmiyor. Bir parça yiyecek için onlarca hayvan kavgaya girişmekte.

Sokaklarımızda yaşayan birçok kedi ve köpek, hayvanseverlerce doyurulmakta. Bu, yeterli mi? Değil tabi ki. Kedi ve köpeklerden bazıları iskelete dönmüş olarak sokaklarda dolaşmakta ne yazık ki. Kedi ve köpeklerin dışında birçok memeli hayvan, yaşam alanları daraldığı için yok olmayla karşı karşıya. Bu konuda yetkili yetkisiz herkesin sorumluluk alması gerek. Bu hepimizi hem insanlık görevimiz hem de geleceği kurtarmanın yoludur.

Her sabah uyanıp salona ya da mutfağa geçtiğimde beni gören güvercinler, serçeler, kumrular, camlara doluşmakta. Ben de onların isteklerini anlıyor, onlara buğday ya da mısır vermekteyim bütçe olanaklarım çerçevesinde. Mahallenin bütün kuşlarını doyurmak olanaksız. Bu konuda komşularımdan duyarlık beklemekteyim. Bir gün onların da cam önlerinde, balkonlarında kuş sürüleri gördüğümde çok mutlu olacağım.

Sofraya oturduğumda yüzüm cama dönük olmakta. Sabahları bayat ekmekle zeytin yerken kuşlar bana eşlik etmekte. Ekmek kırıntıları, parçaları dökülmekte masa örtüsüne. Son yıllarda onları toplayıp yemiyorum. Kendi kendime: “Bunlar, kuşların göz hakkı, yersem boğazımda kalır.” diyorum. Böyle olunca da ekmekten daha çok parçalar kopup düşsün diye bekliyorum. Özenimi yitiriyorum bu konuda. Ne kadar çok parça, o kadar çok kuşlara yiyecek.

Yemekten sonra kuşların hakkını koyuyorum cam önüne. Onlarca kuş üşüşüyor. Kuşların beslenme kavgası yaşama sevincimi artırmakta. Yaşamın asıl kaygısının ekmek davası olduğunu böylece her öğün anımsamaktayım.

Kuşların hakkını yemeyelim. Onların hakkı olanı onlara verelim. Unutmayalım ki soframıza gelen her şey, onların beslenme alanlarından toplanmakta. Yani onların hakkını yemekteyiz. Onların hakkının bir bölümünü onlara versek ne olur?

                                               Adil Hacıömeroğlu

                                               3 Mart 2022

1 yorum:

  1. Belki bugünkü savaş ve yakın geleceğin ağır ekonomik krizleri insanlığa bir ders verecektir. Ama esas ders alması gerekenler; doğadan, emekten, alınterinden rant devşiren sömürgenler! Sömürüsüz bir dünya...İşte dilsiz kuşun da, özgecil insanın da, emperyalizme sıkılan kurşunun da dileği.

    YanıtlaSil