22
Mart gece… Sabahın olmasına çok var. Dörde çeyrek kala uyandım. Önce kahvaltı
hazırladım kendime. İvedilikle kahvaltımı yaptım. Sakal tıraşı olup duş aldım.
Giyindim. Tam çıkacağım sırada eşim kalkıp beni yolcu etti. Hızlı adımlarla
sahile yürüdüm. Hava soğuk. Ayaz, keskin bir bıçak gibi… Biraz bekledim. Ayaza
karşı korunmak için sürekli kısa yürüyüşler yapmaktayım. Çift biletle binilip
Sabiha Gökçen Havaalanına giden otobüs geldi. Kendimi attım otobüsün içine. İlk
durak burası. Benden başka bir hanımefendi var sarınıp sarmalanmış soğuğa
karşı.
Otobüse
bindim binmesine de İstanbul kartım yok yanımda. Sanırım evde unuttum iverken.
Sürücü yol gösterdi bana! “Yolculardan birinden kartını al ve bas.” dedi. Zaten
bir yolcu var. İstedim kartını, verdi. Bastık kartı. Ödememi yaptım
hanımefendiye, sağolsun. Sürücüyle sabah sabah gereksiz bir tartışmadan
kurtardı beni. Emekli öğretmenmiş Ayşe Karayel Hanım. Söyleştik biraz. Telefon
numaramı aldı, kendi telefonunu yazdırdı. Ne güzel! Unuttuğum kart yüzünden bir
dost kazandım.
Havaalanına
gittik. Öğretmen Hanım’ın yüklüklerini taşımak için yardım ettim. Vedalaştık.
Ben, hemen sıraya girip güvenlik kontrolünden geçtim. Her yan tıklım tıklım
insan kaynamakta. Çoğu kişi uykulu gözlerle sırada. Küçük bir çantam var. Bu
nedenle rahatım.
Daha
önce uçak kaçırmıştım. Binememiştim ve çok üzülmüştüm. Bu nedenle ivecenlik
göstermekteyim. Kardeşim Özgür, havaalanına girdi. Beni aradı. Onu bile
beklemedim. İşlerimi halledip koştum uçağa. Uçağa neredeyse ilk binen benim.
Özgür son anda gelip yanıma oturdu. Takılıyor bana. O demeden ben diyorum: “Bir
daha uçak kaçırmam. İkide bir yüzüme vurma!” Kaçırdığım uçağa o binmiş, tek
başına gitmişti o zaman.
İvedilikten
oturmam gereken yeri bile belirleyemedim. Uçakta cam kıyısında oturup dışarıyı
izlemek isterim. Cam kıyısında otuz yaşlarında biri var. Sabahın körü… Genç
adama, uyuyup uyumayacağını sordum tüm inceliğim ve güler yüzlülüğümle.
“Uyuyacaksanız, yer değişelim.” dedim. Uyumayacağını söyledi. Ne yazık ki bir
saat kırk beş dakika süren yolculuğun bir saatten fazlasını uyudu genç arkadaş.
Olsun…
İnat ettim, dışarıyı izleyeceğim. Sabaha yoldaşlık edeceğim. Elimdeki kitabı
çantama koydum. Gözüm camda. Saat 07.05’te uçağımız havalandı. Kalkışla
gökyüzüne ve altımızdaki kente, doğaya, gözümü diktim. Hava bulutlu. Kalkar
kalkmaz bir duman kütlesinin içindeyiz. Dumanlar, rüzgârla dağılıp
toparlanmakta. Bir kısmı doğuya doğru gitmekte. Sanırım aynı yöne giden
uçağımıza eşlik edip bizi yolculamak istemekteler. Nemden oluşmuş dumanla
yükseldik, bulut denizinin içine girdik. Altımız apak bulut denizi, üstümüz
masmavi gökyüzü. Güneş parlak ışıklarını bulutlarının üstüne üstüne yaymakta.
Güneş yükseldikçe bulutların apak parlaklığı artmakta. Bulutlar, deniz gibi
dalgalı. Apak, top top, küme küme, sonu gelmez yükseltiler var. Arada pamuktan
minik vadiler. Bazı vadilerde belli belirsiz gölgeler. Gölgelerin oluştuğu
küçük vadiler, açık duman rengi. Kendimi başka bir dünyada sanıyorum. Dalmışım apak
yere, masmavi göğe. Sanki dünya iki renkten ve bunların farklı tonlarından
oluşmuş. Burada başka bir renge yer yok!
Uçağımız
Samsun’u geçtikten sonra karadan deniz üzerine geçti. Pilotumuz duyurusunda
uçağın Trabzon’a iniş için alçalacağını söyledi. Kıyılar görünmeye başladı.
Karadeniz, lacivert bir çarşaf. Arada yırtıklar var. Bunlar dalgalar olmalı.
Kıyı kesimi yeşil. Birazcık içeriye doğru baktığınızda karla kaplanmış bir
toprak. Yükseltiler arttıkça kar çoğalıyor. Tepeler aka kesmiş. Aklık, bir
temizliğin de göstergesi. Sağ yanımızda apak tepeler, yeşil kıyılar, lacivert
deniz uzanmakta. Sol yanımızı çok iyi göremiyorum, ama orada seyrek bulutlar ve
arada göz kırpan güneş. Güneş çoğu zaman benim oturduğum yana geçmekte. Sanki
oyun oynamakta. Saklambaç ustası. Kıyıda yerleşim yerleri tespih taneleri gibi
dizilmiş irili ufaklı. Her yerde insanın izi, emeği, gönlü var.
Uçağımız
epey alçaldı. Aşağıdaki yerleşim yerleri daha belirgin görünmekte. Kar
kütlelerinin kapladığı yükseltiler, bize eşlik etmekte sıra sıra, boy boy,
gururla. Akyazı Stadyumu göründü utkulara susamış biçimde. Ardından Avni
Aker’in bomboş görünen arsası, bir tarihi içine gömmüş, sessiz, dokunsan
ağlayacak. Kentin üstünden yol alırken anılarım kanatlanıp uçmakta gökyüzüne
doğru.
Uçağımız
havaalanına iyice yaklaştı. Alçaldı. Yolcular tetikte. Tekerlekler yere değdi.
Çoğu kişi: “Oh şükür…” diyor. Bazıları başladıkları duaları bitiriyor hızla.
Ben izlemekteyim havaalanı boyunca uzanan denizi, Karadeniz’i. Pistin sonunda
uçak durdu. Herkeste bir ivcenlik. Bagajım yok. Yalnızca kabanım ve küçük
çantam var.
Özgür’le
yerimizden kalkıp çıktık uçaktan. Yürüdük havaalanının dışına. Bekleyen otobüse
bindik. Trabzon’uma kavuştum. Şimdi Of’uma kavuşmak için yola çıkacağız. Her
metresinde anılarım olan bir yoldan gideceğiz. Kimi zaman üzülüp kimi zaman da
mutlanacağım anılarımla.
Otobüs
sürücüsü arabayı çalıştırıp yavaşça gaza bastı. Yola çıktık. Cam kıyısında,
deniz tarafında oturmaktayım. Türlü imgelemlerle koşuyorum Of’uma.
Adil
Hacıömeroğlu
29
Mart 2022
Sayenizde ben de gidip geldim ata topraklarıma , çok sağ olun.Uçakta bulutların üzerinde olmak ne büyük bir keyif , bir de kendimi uçuyorum gibi hissederim gizliden ... Ayrı bir macera uçak yolculuğu ve memleketim her ne kadar acılar la gidilse de bakılır biraz özlenen her bir yere .
YanıtlaSil