Cenaze
evinde sonsuz bir üzüntü var. Evin içinde kadınlar bulunmakta. Hısım akraba,
konu komşu doluşmuş içeriye. Hava soğuk dışarıda kırk santimi aşkın kar var.
Evin önünde çok sayıda sandalye. Ortada yarıdan kesilmiş bir varilde odunlar
yanmakta. Çevresini almış gençler, yaşlılar... Yaşlılar geldikçe gençler yer
veriyor onlara.
Gençlerin
neredeyse hiçbirini tanımıyorum. Bazılarını benzeterek tanımaya çalışıyorum.
Erkek çocuklar ya bedenen ya da davranış olarak babalarına çekiyorlar bir
biçimde. Neredeyse yanılmıyorum tahminlerimin çoğunda. Orta yaşlı ve yaşlıların
çoğunu tanıyorum. Akranlarım geliyor yas evine. Köy yerinde çoğu sakalı bıyığı
koy vermişler. Bu nedenle olduklarından yaşlı görünmekteler. Benden büyüklerin
çoğu bastonla ya da değnekle yürümekteler.
Ateşin
başında yerimi aldım. Her yanımız kar. Kar erimekte. Özellikle de ateşe yakın
yerlerde erime daha çok. Eriyen karların suyu ayak diplerimize doluşuyor. Ayağımı
sıcak tutmalı, ıslatmamalıyım. Ayaklarım altına kalınca bir odun koydum. Artık
onun üstündeyim. Rüzgâr estikçe duman yön değiştirmekte. Seyrek de olsa duman
bana geliyor. Gözlerim yaşarıyor dumanla.
Tek
tük kuşlara rastlıyorum havada uçuşan. Ağaçtan ağaca konmaktalar. Her yan karla
kaplı. Buna karşın kuşlar, yiyecek bir şeyler aramaktalar. Dalların arasında
karatavuk görmeye çalışıyorum. Çünkü yıllardır görmedim. Saatler sonra bu
isteğime ulaştım. Bu nedenle mutluyum.
Doğa
sessiz… Ne kalabalıkların homurtusu ne de motor gürültüsü var. Zaman zaman
doğanın sessizliğini kadınların ağlama sesleriyle erkeklerin söyleşileri bozmakta.
Arada sırada Rahmetli Fatma’nın oğulları Mahmut Can ile Süleyman Can
ağlamaktalar. Bu delikanlıların ağlamaları ciğerimi delip geçiyor. Ben de
onlarla üzülüyorum. Amcaoğlum Halim, çok üzgün. Ateşin başına çökmüş, ne
yapacağını bilmez durumda. Yıllardır bir yastığa baş koyduğu yaşam arkadaşının
uçup gitmesinin şaşkınlığı içinde. Üzüntüden yerinden kalkacak gücü yok! Ayrıca
takma ayağı, hareketlerini kısıtlamakta. Ne üşüdüğünü duyumsamakta ne de ısındığını.
Rahatlatıcı, yatıştırıcı söyleşiler yapmaktayız. Ancak onun ilgisini çekmiyor
hiçbir şey. Acısı çok derinde.
Giden
gelen çok… Yıllardır görmediklerimi görmekteyim. Bu nedenle mutluyum. Özgür,
arada çevreyi dolaşmaya çıkmakta. Ben yerimden fazla kalkamıyorum. Ailenin
burada bulunan erkeklerinin en yaşlısı benim. Çoğu kişi “Ağabey!” diyor bana.
Ben de kendi kendime “Ne zaman bu kadar yaşlandın sen, Daha dün bu avluda koşup
oynuyordun?” diye sormadan edemiyorum. Gençlerin çoğu beni tanımıyor. Ancak
adımı işitmişler.
Bolca
çay içiyoruz ateşin başında. Çay servisini gençler yapmakta karton bardaklarla.
Gelenleri karşılamak için yerimden kalkıyorum. Birden koronayı unuttuk. Özlem,
salgının önüne geçti. Maskem var, varmasına da neredeyse herkesle tokalaşmaktayım.
Çoğu kişiyle sarılıp kucaklaşıyoruz. Yıllardır beni görmeyen dostlar, sarılıyor
boynuma. Ben de sarılıyorum onlara özlemle. Çünkü onlar benim çocukluğum,
gençliğim, komşuluğum, insanlarım, özlemim, yaşamım, memleketim.
Defin
saati geldi. Hep birlikte kalktık. Yollar çamur batak… Gömütlükle ev arası
yürüyerek beş dakikalık yol. Bu arada Doğu Karadeniz Bölgesi’nde köy gömütlüğü
olan ender köylerden biriyiz. Bölgede ölüler, genellikle evlerin bahçelerine gömülür.
Böyle olunca diriler, ölülerle yaşar ömürlerinin sonuna dek. Yöredeki
insanların topraklarını kolay kolay yabancılara satmaması bundandır. Çünkü
toprak satıldığında ailenin geçmişi de bahçede bulunan gömütlerle satılmış
olmakta. Doğu Karadenizliler bunun içindir ki karda kışta, bayramda seyranda,
her fırsatta memleketlerine giderler. Giderler ki gömütlüklerini görsünler.
Onlara saygı ve sevgi sunmaktır bu. Göğe açılan eller, toprakta yatan yakınlarla
kurulan bir ilişkidir.
Tabutu
bir kamyonete yerleştirdiler. Cenazeyi, ıslak yolda omuzda taşımak sorun
yaratabilir, bu nedenle arabaya koydular onu. Merhume, evden çıkmadan önce komşumuz
olan imam dua edip helallik istedi. Böylece dinsel görevin ilk ayağı
tamamlandı. Önce Camininyanı’na (Köyümüzün merkezine verilen ad) vardık. Köy
camisinin yanındaki musalla taşına tabut kondu. Bu sırada üzüntü daha da arttı.
Eve gelemeyenlerin hepsi cenazeyi burada beklemekteydiler. Eve gelenlerin ve
camide bekleyenlerin çoğu çevre köylerden. Çevre köylerden gelenlerin de
birçoğu eski arkadaşlarım, dostlarım, tanıdıklarım.
Cenaze
namazı kılındı. Gerekli dualar yapıldı. Gelinimizin bir ezanla namaz arasındaki
ömrü bu namazla bitmiş oluyordu. Ezan, doğduğunda adının konması sırasında
kulağına okunmuştu. Şimdi de o ezanın namazını kılmıştık. Ağır adımlarla tabut,
bitişikteki gömütlüğe götürüldü. Önce babamın, dedemin, ninemin, amcalarımın,
yaşını almadan bu dünyadan göçmüş minik kız kardeşim Sevil’in, amca
çocuklarımın yattığı aile gömütlüğünün başında durdum. Ellerim havada. Dudaklarım
titreye titreye okudum dualarımı. Yüreğim kızgın odlara düştü sanki. Kısacık
sürede bir ömre sığan yaşamlar, anılar bir film şeridi gibi geçti gözümün
önünden. O an, nasıl bir özlemle yanıp tutuştuğumu anladım. Durgunlaştım, üzüldüm.
Fatma’nın
gömütü bir sıra yukarda kazılmış. Çünkü aşağıda yer yok! Yeni kazılan gömütün yanı
yöresi boş. Mahmut ve Süleyman kazılan çukurun içine girdiler. Annelerini kendi
elleriyle toprağa indirdiler. İlk bakışta çok acı da gelse bu durum, aslında
acıya dayanmanın bir uygulamasıdır bu. Doğal olan ölüm olayını kabulleniştir.
Anneye yapılan son görevdir bu. Dokuz tahta da yerleştirildi ölünün üzerine.
Toprak yavaş yavaş atılmaya başlandı. Ne olur olmaz incinir diye ölü, kürekler
özenle işlemekte. Bu sırada imam dua okumakta sürekli. Kadınıyla erkeğiyle
çocuğuyla herkesin elleri havada. Herkes bildiği duaları mırıldanmakta. Kimse
soğuğa aldırmıyor. Namaza geç kalanlar, gömütün başına geliyor. Orada son
görevlerini yapmaya çalışıyorlar.
Ölü,
gömüldü. Dualar bir süre sürdü. Sonrasında insanlar dağılmaya başladı yeniden
başsağlığı dileyip vedalaşarak. Bu arada saat 16.00’yı geçmekte. Sabahtan beri
doğru düzgün bir şey yememişiz. Bir kısım dostla ayaküstü söyleştik bir süre.
Sonrasında gömütün yanına akrabam Hamza Hacıömeroğlu geldi. “Ağabey yemek
hazırladık, buyurun yiyelim.” dedi. İl dışından gelen akrabalarımızı topladı,
evine götürdü. Biz de gittik. Ağabeyi Aydın da yanında. Kuzinenin yanına
kurulan sofraya oturduk. Karnımızı doyurduk. Tam çayımı içerken arkadaşım Osman
Nuri Saral aradı. Köye gelmiş beni bekliyormuş merkezde. Zaten konuk olduğumuz
ev, oraya çok yakın. Özgür’le izin isteyip kalktık. Osman ve onun arkadaşı
Ahmet’le Halim’in evine gittik. Dostluk böyle günlerde belli oluyor. Osman da
lise yıllarından beri can arkadaşım.
Adil
Hacıömeroğlu
31
Mart 2022
Duyguların, bu güzel telaffuzu ile acılarımız bir nebze olsun dile gelmiş oldu. Bu aktarım için Adil amca sana sonsuz minnettarım.
YanıtlaSilGelenek, psikoloji, doğa, halk...Hepsi içiçe bu yazı da. Ezanı da var, namazı da. Elinize sağlık.
YanıtlaSilRahmetler olsun , kaybettiğimiz bütün yakınlarımıza... Cenazeye katılmak ne kadar zor şartlarda olursa olsun acıyı paylaşmak , kayıbı olana destek olmak için çok önemlidir .Hem acıyı yaşarsın, paylaşırsın hem de uzun zaman görmediğin insanlarla geçmişine uzun bir yola çıkarsın ...
YanıtlaSilSevgili Adil ; sonsuzluğa gidişin öyküsünü güzel yazdınız. Yüreğinize, kaleminize sağlık.
YanıtlaSilSağlıcakla , sevgiyle kalın !
Y. Attila