Şeker
bayramını, İstanbul’da geçirdik. Birinci gün, eşimim babasının Eski Kozlu’daki gömütüne
gittik. İşimiz bitince oradan ayrılıp Eminönü’ne geçtik.
Eminönü
tıklım tıklımdı. Kaldırımlarda yürümenin olanağı yoktu. Marmaray, soluk alamıyordu.
Eminönü’ndeki kalabalığın çoğu yabancıydı. Neredeyse her ülkenin insanı vardı. İnsanlar,
vapur iskelelerinden dışarı taşmıştı. Yeme içme yerlerinde kuyruklar oluşmuştu.
Balık ekmek yemek isteyenlerin çokluğu ilgimizi çekti. Balık ekmek yeme
düşüncemiz suya düştü bu arada.
Kalabalığın
arasından güçlükle sıyrılarak Galata Köprüsü’ne geçtik. Köprü’nün her iki
kaldırımında da yürümek olanaksız. Ülkemize gezmek için gelen konuklarımızın Haliç’in
güzelliği karşısında büyülendiklerini gözlemliyoruz. Olta balıkçılarının bol
bol fotoğraflarını çekmekteler. Hepsinin yüzü gülmekte. Görüntüden
anlaşıldığına göre İstanbul, onların aşklarını tazeledikleri bir yer.
Karaköy’e
vardık. Orası da çok kalabalık. Her yandan insan seli akmakta. İğne atsan yere
düşmeyecek. Gideceğimiz yer, Galata’da yeni açılan bir AVM. Yol boyunca kalabalıkla
yürüdük. Gittikçe yabancı gezginler çoğalmakta. AVM’ye girdik. Ayak basacak yer
yok! Boğaz kıyısında gezinenler, güzelliğin tadını çıkarmaktalar. Gezginler,
her anı fotoğraflamaktalar. Boğaz, eşsiz bir güzellik.
Acıkmıştık.
Bir şeyler yiyelim, dedik. Olanaksız. Aşevlerinin tümünün önünde sıra var. Beklemek,
işimize gelmedi. Tophane’ye yürüdük. Zaten çok yakın. Orada bulunan ünlü kurufasulyeciye
gidip Karadeniz’in yöresel yemeklerinden yemek amacımız. Ne yazık ki aşevi
kapalı. Kapıya yazmışlar kapalı olma nedenini. Bayramın birinci günü çalışanları
izinliymiş bayram kutlamak için. Güzel… Demek ki paradan değerli olan şeyler de
varmış. Bayramı kutlamak, herkesin hakkı.
Taksim’e
gitmeye karar verdik. Yürüdük Karaköy’e, nasıl olsa hava çok güzel, tadını
çıkaralım. Tünel’e binip İstiklal Caddesine çıktık. Tünel, ana baba günü… Cadde
oldukça kalabalık. Yabancı gezginler, burada da çoğunlukta. Ayak sürümeden Beyoğlu
Öğretmenevine gittik. Altıncı katta aldık soluğu. Fazla kalabalık değil. Cam
kıyısında bir masaya oturup Haliç’in ışıl ışıl görüntüsüyle karnımızı doyurduk.
İki masa ötemizde oturan bir kadın öğretmenle Atacan sayesinde tanıştık. Epey
söyleştik. Telefon alıp telefon verdik Nesrin Atmaca Hanım’la. Branştaşım çıktı
öğretmenim. Bu arada aşevinde garsonluk yapan Hamdi Beyle de dost olduk. Onun da
telefonunu kaydettik rehberimize. Vedalaşıp ayrıldık oradan.
Şişhane’den
metroya bindik Yenikapı’ya gitmek için. Metro insan kaynamakta. Gezginler mutluluk
işçinde söyleşmekteler yüksek sesle. Diğer yolcular umurlarında değil. Neyse
yolumuz çok yakın. Onlar ülkemizde özgürlüğün(!) tadını çıkarsınlar.
Yenikapı’dan
inip Marmaray’a yöneldik. Bu da çok kalabalık, ancak yabancılar yok denecek
kadar az. Çok geç olmadan evimize ulaştık.
Bayramın
ikinci günü eşimin isteği üzerine Sabiha Gökçen Havaalanı’na yakın bir AVM’ye
gittik. Eşimin niyeti anlaşıldı, alışveriş edecek. Atacan, bu işten hiç
hoşlanmıyor. Bu nedenle de mutsuz. Bu kez kendi taşıtımızla gitmekteyiz. Yollar
kalabalık. Demek ki İstanbul boşalmamış.
Herkes yollarda… AVM’ye girdik. Hınca hınç dolu… Yabancı gezginler epeyce
çok. Her şey ateş pahası… Epeyce gezip dolaştık bir mağazadan öbürüne. Düven beygiri
gibiyiz, AVM içinde dolanıp durmaktayız. Neyse ki eşim alışverişten vazgeçti.
Akşam karanlığında evimize döndük.
Üçüncü
gün Sarıyer-Hacıosman’daki Atatürk Ormanı’na gittik. Yolculuğumuz raylı sistemle
olduğu için rahattık. Burası cennetten bir köşe… Sessizlik içinde kuş
ezgileriyle dinlendik. Doğada yaşaması gereken bir canlı olduğumuzu anımsadık. Genellikle
aileler var. Tek tük yabancı gezginler…
Atacan’a
mamula meyvesi veren dikenlerin taze filizlerini yemeyi öğrettim. Güz geldiğinde
mamula meyvesini yemeye de gideceğiz. Yanlış kapıdan çıkınca otobüse binmek
zorunda kaldık. Bir an soluk alamadığımı duyumsadım. Böyle bir kalabalık, bu
denli bir sıkışıklık görülmüş değil. Neyse İTÜ-Ayazağa durağından kendimizi
dışarı attık. Oradan metroya binerek önce Yenikapı’ya, oradan da Marmaray’la
eve gittik.
Üç
günlük bayram dinlencesinde gördüm ki, İstanbul’da gezgin patlaması var. Ruslar,
İranlılar, Araplar, Pakistanlılar, İngilizler göze çarpmakta. Birçok kişi, İranlıları
Arap sanıyor. Oysa İranlıların çoğuyla Türkçe anlaşma olanağı var. İranlılar
arasında Azeri Türkleri çoğunlukta gibiydi. Bu durum, ekonomik açıdan umut
verici. Sanal dünya klavyecileri yakında Rus ve Arap nefreti yaratacak
kampanyalar başlatırlarsa şaşırmam. Gezginler, gelsin de nereden gelirse
gelsin. Hepsi yiyip içip alışveriş yapmaktalar. Bunu dövizin yüksekliğine bağlayacak
olanlar olacak. Olsun…
Arap
ve İranlı kadınların çok azı çarşaflı. Mini etekli dolaşanlar da var içlerinde.
Bizim eski eşarpları takanlar çok. Bu gezginler ülkemize geldikçe değişecekler.
Türkiye’yi örnek alacaklar. Bizim yaşam biçimimizi benimseyip kendi ülkelerine
taşıyacaklar. Bu demektir ki bu ülkelerde olumlu yönde sosyal değişiklikler olacak.
Biz, boşuna çağımız için “Atatürk çağıdır.” demiyoruz. Türkiye’nin
sokaklarındaki uzlaşı kültürü onlara da yansımakta.
Sözü
uzatmayalım. Bir bayram dinlencesi geçip gitti. Önümüzdeki bayramları iple
çekeceğiz. Siz de özlemle bekleyecek misiniz yeni bayramları?
Adil Hacıömeroğlu
6
Mayıs 2022
Öncelikle huzurla geçireceğimiz nice mutlu bayramlar diliyorum herkese. Sonrasında gelelim gündemi de meşgul eden yabancı konusuna. Bugün Türkiye'de hiçbir işgal, darbe ve fitne faaliyetine karışmamış Arap kardeşlerimizi tehdit eden veya bunları tehdit olarak gösteren başı bozuk serseri sürüsü bilsin ki, ucuz provakasyonlarının altında kalacaklar! Ümit Özdağ denen provakatör ajan da kendilerini kurtaramaz.
YanıtlaSil