Son
yıllarda çocuklarla anne-babalar arasında ilgi çekici ölçüde iletişimsizlikler
yaşanmakta. Bazı yetişkinler, çocuklarına bağırmanın annelik, babalık olduğunu
sanmakta. Ne yazık ki geleneksel eğitimde (terbiyede) bağırıp çağırmak, hatta
dövmek önemli bir araç olarak görüldüğünden kuşaktan kuşağa aktarılmış ve günümüzde
de uygulanır durumda bazı ailelerce.
İnsanı
en çok üzense kimi öğretmenlerin bağırıp çağırmanın yanlışlığını bilmelerine
karşın, bunu bir disiplin aracı olarak görmeleridir. Topluma örnek olması
gereken kişilerin zaman zaman kendi çocuklarına ve öğrencilerine bağırıp
çağırdıklarını gözlemlemekteyiz. Gerektiğinde konu hakkında saatlerce söylev
veren kişilerin uygulamada ters davranmaları anlaşılır gibi değil. Sözle özün
çelişkili olması, yaygın bir aydın davranışı.
Çocuklara
her bağırılıp kızıldığında onların büyük tinsel yaralanmalara uğradıklarını
bilmek gerek. Bağırmak sözlü bir şiddettir. Bu, bazı durumlarda fiziksel
şiddetten bile ağır olabilir. Her türlü şiddetin insanın bedensel ve tinsel
dünyasında önemli olumsuz izlerinin kalacağını unutmamak gerek.
Çocuk
gelecektir. İnsan genleri ve davranışları, çocuklarla gelecek kuşaklara
aktarılarak sonsuza dek yaşatılır. Biz atalarımızın kanıtı olan gen ve
davranışları, çocuklarımız aracılığıyla yaşatılıp ölümsüzleşir. Bu nedenle
onların tinsel sağlıklarını korumak zorundayız.
Kızgınlıkla
bağırmanın öncelikle çocukların özgüvenlerini yok ettiğini söyleyebilirim. İlk
başta özgüvenli olduğunu gözlemlediğim birçok çocuğun zaman içinde pısırık bir
duruma geldiğini üzülerek gördüm. Bu dönüşümün nedeninin çocuğa başta aile
içinde olmak üzere bağırılıp çağırılmasıdır. Çoğu zaman aile içindeki bağırış
şiddetine, kimi öğretmenler ve çocuğun çevresindeki kişilerin de katıldığını
görmekteyiz. Bu bağırışlar, önce bir bocalamayı, sonrasında da içe kapanmayı
getirir. Bu içe kapanma toplumdan, kendinden kaçmadır aslında. Özgüvenin
yitimidir. Özgüven yiterken çevresine de güveni azalmaya başlar çocuğun.
İçe
kapanan çocuk, giderek asosyal olur. Aile üyeleri, öğretmenleri, arkadaşları ve
çevresindeki diğer kişilerle iletişimsizlikler ortaya çıkar. Çoğu zaman
suskundur çocuk. Bu suskunluk onun tüm yaşamını altüst eder. Üretkenliği
yitiverir. Yaratıcılığı yok olur. Oysa yaşamının en dinamik zamanıdır.
Düşlemleri en üst düzeydedir. Düşlemleri, güz yaprağı gibi solar ve etkisiz bir
yelle uçup gider. Bu uçup giden yalnızca düşlemleri değil, onun geleceğe olan
inancıdır. Geleceğe olan inanç yitince yaşam, amaçsızlaşır. Amaçsız bir yaşam,
çekilmez olur ne mutluluk kalır ne de erinç…
Bağırıp
çağrılarak örselenen çocuk için geceler, karabasana döner. Karanlıktan korkar. Gece,
ona yalnızlığı en çok duyumsatan zamandır. Gecesi de gündüzü de tedirginlik içindedir.
Bağırılıp
azarlanan çocuğun derslerindeki başarısı düşer. Derslerini can kulağıyla
dinleyemez. Çoğu zaman dalıp gider bilinmez ummanlara. O ummanlarda kendini
arar, bulamaz. Her dalıp gitme bir yitiştir aslında. Zamanla bu ummanlar, sonsuz
bataklıklara dönüşür. Çocuk bataklığa gömülür, çaresizce. Onun bu durumuna duyarsız
davranır anne ve babalar çoğu zaman. Oysa çocuk tutunacağı bir dal aramaktadır.
Dallar yakınlarındadır, ancak hiçbiri eğilmez ki bir el atıp çeksin kendini yukarılara.
Çok yakın gibi görünen kurtuluş yolu, uzak bir dağın ardına saklanmış gibidir.
Düşlemleri
yok edilen, tinsel varlığı hiçe sayılan, kişiliği dil darbeleriyle yaralanan
çocuklar; hayvanlardan çok korkarlar. Hayvanlardan korkmaları, aslında bir
uyarıdır çevresine. Önceleri hayvanlarla sarmaş dolaş olan çocuk, bu güzel
varlıkları gördüğünde köşe bucak kaçar. Onların çıkaracağı seslerden
rahatsızlık duyar.
Bağırılarak
yok edilen çocukların en belirgin özelliklerinden biri, düşkülerinin
olmamasıdır. Bunun da nedeni, gelecek kaygısıdır. Yaşama karşı duyduğu derin
korkudur. Kaygı ve korku, bu çocukları için yaşamı anlamsızlaştırır. Anlamsız
bir yaşamda, bir kişinin düşküsü olması düşünülebilir mi?
Tinsel
örselenmiş yaşayan çocuklar, sanat ve spor dallarından herhangi birine
yönelemezler. Çünkü böyle bir seçim yaptıklarında orada da azarlanacaklarını,
kendilerine bağırıp çağırılacağını düşünürler. Bu nedenle sanat ve sporu
sevmediklerinde değil, başlarına gelebilecek olumsuzlukları düşündükleri için
geri çekilirler. Burada da kaygı ve korku çocuğu teslim almıştır. Onu elleri
kelepçeye, ayakları zincire, tini kaygıya tutsaktır.
Çocuğa
bağırmayı eğitimin bir aracı sayan anneler, babalar, kardeşler, çevredeki diğer
kişiler; ne yazık ki bunu toplum içinde de yaparlar. Toplum içinde bağırılan
çocuğun tini, bin kat daha çok yaralanır. Bu yapılanı, bir insana düşmanı bile
yapmaz. Bu, böyle biline! Çocuklara bağıranların buradan hareketle onlara
düşmanlık yaptıklarını söyleyebiliriz.
Çocuklara
karşı yapılan bağırmalar, yetişkinlerin kendi aralarında da görülmekte. Yolda,
alışverişte, kaldırımda, parkta, apartmanımızda, mahallemizde en küçük
anlaşmazlığı bağırarak çözmeye çalışan zavallılarla sıkça karşılaşırız. Çocukluklarında
kendilerine bağırarak sorunun çözüldüğünü düşünmektedir bu kişiler. Bağırılarak
yetiştirilen bu çocuklar, büyünce başkalarıyla olan en küçük sorunlarını bile
aynı yöntemle çözmeye çalışmaktalar. Çünkü bildikler başka ve doğru bir yöntem
yok! İşte, zavallılık dediğimiz budur.
Şimdi
iyi düşünün anneler, babalar, akrabalar, öğretmenler, komşular, çocuklarla
karşılaşan herkes; dünyamızın geleceğini kuracak olan çocuklara bağırılır mı?
Adil
Hacıömeroğlu
5
Mayıs 2022
Şiddetin bir dil haline geldiği dönemde, en kolay hedef de çocuklar oluyor elbette.
YanıtlaSilÇocuk anne baba elinde bir emanettir kalbi kıymetli bir cevher gibidir temiz bir toprak olan çocuk hangi tohumu içilirse onunla bir iyilik tohumu ekilirse iyilik olur.Çocuk anne baba elinde bir emanettir kalbi kıymetli bir cevher gibidir temiz bir toprak olan çocuk hangi tohumu içilirse onunla bir iyilik tohumu ekilirse iyilik olur.Çocuk anne baba elinde bir emanettir kalbi kıymetli bir cevher gibidir temiz bir toprak olan çocuk hangi tohumu içilirse onunla bir iyilik tohumu ekilirse iyilik olur.Çocuğun kendi kendini yöneten doyumlu bir bireyolarak gelişmesi için ona sağlanan fırsatlar ve anne babanın yaklaşımı önemlidir.Denetleyici yaklaşım içinde olan anne baba davranışlarının ortak özelliği çocuğun tutum ve davranışlarını değiştirme amacını taşımalarıdır .Denetleyici yaklaşım tehdit etmek ya da fiziki şiddet gösterme şeklinde olabilir saldırgan anne baba sözlü olsun fiziksel olsun çocuğa kızar ama anne babanın öfkesi her zaman çocuğa olmayabilir bazen anne baba arasındaki öfkeli davranışlarda çocukları etkileyebilir bunu çocuklarından çıkaran anne babalar, bunun sonucunda saldırgan , isyankar bireye dönüşür.Çocuklar hem davranış seçiminde kendini özgür görebilir hem de seçimleri hakkında kısıtlanacağından çekinmeden anne babasına danışabilecek bir duruma gelir.Aile çocuk ilişkilerinde anne babanın sabırlı olması gerekir.Çocukların ümit etmelerine ,çalışmalarına düş kurmalarına bazen de bu düşlerine imkan sağlamalıyız ,araştırıp keşfetmelerini ve deneyim kazanmalarına izin vermeliyizAdil hocam sağolunuz.✍️👏🌼🙏🏻📕📖🍀📚Fulya Kırımoğlu
SilPeygamberimizi çocuklarla iletişim kurma şekli,çocuğun seviyesine kadar çömelerek,göz teması kurması şeklindeydi.Bir sahabi kendisine çocuklarına sert davrandığını söylediğinde,"Allah merhameti kalbinden almışsa ben ne yapabilirim"şeklinde cevap verdi. Peygamberimizin bu sünnetinden şu neticeler çıkarılabilir. Bağırmak,çirkin söz,kişiyi değersiz hale getirir. Aslında insanoğluna tevazudan başkası yakışmaz. İnsana hürmeti artıran,cenneti alaya ulaştıran,şeref kazandıran alçak gönüllülüktür.Dostluğun sermayesi,cennetin anahtarı,yüksek mertebelerin süsü tevazuyla olur.Makam,mevki sahipleri alçak gönüllü olurlar.Tıpkı dalları meyve ile dolu ağaç misali.Dallar meyva ile doluysa yukarı doğru değil,yere doğru eğilir,sarkarlar;adeta herkesin hizmetine eğilir ve koşarlar.
YanıtlaSil