ÇOCUKLARA BAĞRILIR MI?


Son yıllarda çocuklarla anne-babalar arasında ilgi çekici ölçüde iletişimsizlikler yaşanmakta. Bazı yetişkinler, çocuklarına bağırmanın annelik, babalık olduğunu sanmakta. Ne yazık ki geleneksel eğitimde (terbiyede) bağırıp çağırmak, hatta dövmek önemli bir araç olarak görüldüğünden kuşaktan kuşağa aktarılmış ve günümüzde de uygulanır durumda bazı ailelerce.

İnsanı en çok üzense kimi öğretmenlerin bağırıp çağırmanın yanlışlığını bilmelerine karşın, bunu bir disiplin aracı olarak görmeleridir. Topluma örnek olması gereken kişilerin zaman zaman kendi çocuklarına ve öğrencilerine bağırıp çağırdıklarını gözlemlemekteyiz. Gerektiğinde konu hakkında saatlerce söylev veren kişilerin uygulamada ters davranmaları anlaşılır gibi değil. Sözle özün çelişkili olması, yaygın bir aydın davranışı.

Çocuklara her bağırılıp kızıldığında onların büyük tinsel yaralanmalara uğradıklarını bilmek gerek. Bağırmak sözlü bir şiddettir. Bu, bazı durumlarda fiziksel şiddetten bile ağır olabilir. Her türlü şiddetin insanın bedensel ve tinsel dünyasında önemli olumsuz izlerinin kalacağını unutmamak gerek.

Çocuk gelecektir. İnsan genleri ve davranışları, çocuklarla gelecek kuşaklara aktarılarak sonsuza dek yaşatılır. Biz atalarımızın kanıtı olan gen ve davranışları, çocuklarımız aracılığıyla yaşatılıp ölümsüzleşir. Bu nedenle onların tinsel sağlıklarını korumak zorundayız.

Kızgınlıkla bağırmanın öncelikle çocukların özgüvenlerini yok ettiğini söyleyebilirim. İlk başta özgüvenli olduğunu gözlemlediğim birçok çocuğun zaman içinde pısırık bir duruma geldiğini üzülerek gördüm. Bu dönüşümün nedeninin çocuğa başta aile içinde olmak üzere bağırılıp çağırılmasıdır. Çoğu zaman aile içindeki bağırış şiddetine, kimi öğretmenler ve çocuğun çevresindeki kişilerin de katıldığını görmekteyiz. Bu bağırışlar, önce bir bocalamayı, sonrasında da içe kapanmayı getirir. Bu içe kapanma toplumdan, kendinden kaçmadır aslında. Özgüvenin yitimidir. Özgüven yiterken çevresine de güveni azalmaya başlar çocuğun.

İçe kapanan çocuk, giderek asosyal olur. Aile üyeleri, öğretmenleri, arkadaşları ve çevresindeki diğer kişilerle iletişimsizlikler ortaya çıkar. Çoğu zaman suskundur çocuk. Bu suskunluk onun tüm yaşamını altüst eder. Üretkenliği yitiverir. Yaratıcılığı yok olur. Oysa yaşamının en dinamik zamanıdır. Düşlemleri en üst düzeydedir. Düşlemleri, güz yaprağı gibi solar ve etkisiz bir yelle uçup gider. Bu uçup giden yalnızca düşlemleri değil, onun geleceğe olan inancıdır. Geleceğe olan inanç yitince yaşam, amaçsızlaşır. Amaçsız bir yaşam, çekilmez olur ne mutluluk kalır ne de erinç…

Bağırıp çağrılarak örselenen çocuk için geceler, karabasana döner. Karanlıktan korkar. Gece, ona yalnızlığı en çok duyumsatan zamandır. Gecesi de gündüzü de tedirginlik içindedir.

Bağırılıp azarlanan çocuğun derslerindeki başarısı düşer. Derslerini can kulağıyla dinleyemez. Çoğu zaman dalıp gider bilinmez ummanlara. O ummanlarda kendini arar, bulamaz. Her dalıp gitme bir yitiştir aslında. Zamanla bu ummanlar, sonsuz bataklıklara dönüşür. Çocuk bataklığa gömülür, çaresizce. Onun bu durumuna duyarsız davranır anne ve babalar çoğu zaman. Oysa çocuk tutunacağı bir dal aramaktadır. Dallar yakınlarındadır, ancak hiçbiri eğilmez ki bir el atıp çeksin kendini yukarılara. Çok yakın gibi görünen kurtuluş yolu, uzak bir dağın ardına saklanmış gibidir.

Düşlemleri yok edilen, tinsel varlığı hiçe sayılan, kişiliği dil darbeleriyle yaralanan çocuklar; hayvanlardan çok korkarlar. Hayvanlardan korkmaları, aslında bir uyarıdır çevresine. Önceleri hayvanlarla sarmaş dolaş olan çocuk, bu güzel varlıkları gördüğünde köşe bucak kaçar. Onların çıkaracağı seslerden rahatsızlık duyar.

Bağırılarak yok edilen çocukların en belirgin özelliklerinden biri, düşkülerinin olmamasıdır. Bunun da nedeni, gelecek kaygısıdır. Yaşama karşı duyduğu derin korkudur. Kaygı ve korku, bu çocukları için yaşamı anlamsızlaştırır. Anlamsız bir yaşamda, bir kişinin düşküsü olması düşünülebilir mi?

Tinsel örselenmiş yaşayan çocuklar, sanat ve spor dallarından herhangi birine yönelemezler. Çünkü böyle bir seçim yaptıklarında orada da azarlanacaklarını, kendilerine bağırıp çağırılacağını düşünürler. Bu nedenle sanat ve sporu sevmediklerinde değil, başlarına gelebilecek olumsuzlukları düşündükleri için geri çekilirler. Burada da kaygı ve korku çocuğu teslim almıştır. Onu elleri kelepçeye, ayakları zincire, tini kaygıya tutsaktır.

Çocuğa bağırmayı eğitimin bir aracı sayan anneler, babalar, kardeşler, çevredeki diğer kişiler; ne yazık ki bunu toplum içinde de yaparlar. Toplum içinde bağırılan çocuğun tini, bin kat daha çok yaralanır. Bu yapılanı, bir insana düşmanı bile yapmaz. Bu, böyle biline! Çocuklara bağıranların buradan hareketle onlara düşmanlık yaptıklarını söyleyebiliriz.

Çocuklara karşı yapılan bağırmalar, yetişkinlerin kendi aralarında da görülmekte. Yolda, alışverişte, kaldırımda, parkta, apartmanımızda, mahallemizde en küçük anlaşmazlığı bağırarak çözmeye çalışan zavallılarla sıkça karşılaşırız. Çocukluklarında kendilerine bağırarak sorunun çözüldüğünü düşünmektedir bu kişiler. Bağırılarak yetiştirilen bu çocuklar, büyünce başkalarıyla olan en küçük sorunlarını bile aynı yöntemle çözmeye çalışmaktalar. Çünkü bildikler başka ve doğru bir yöntem yok! İşte, zavallılık dediğimiz budur.

Şimdi iyi düşünün anneler, babalar, akrabalar, öğretmenler, komşular, çocuklarla karşılaşan herkes; dünyamızın geleceğini kuracak olan çocuklara bağırılır mı?

                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                       5 Mayıs 2022

 

 


3 yorum:

  1. Şiddetin bir dil haline geldiği dönemde, en kolay hedef de çocuklar oluyor elbette.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çocuk anne baba elinde bir emanettir kalbi kıymetli bir cevher gibidir temiz bir toprak olan çocuk hangi tohumu içilirse onunla bir iyilik tohumu ekilirse iyilik olur.Çocuk anne baba elinde bir emanettir kalbi kıymetli bir cevher gibidir temiz bir toprak olan çocuk hangi tohumu içilirse onunla bir iyilik tohumu ekilirse iyilik olur.Çocuk anne baba elinde bir emanettir kalbi kıymetli bir cevher gibidir temiz bir toprak olan çocuk hangi tohumu içilirse onunla bir iyilik tohumu ekilirse iyilik olur.Çocuğun kendi kendini yöneten doyumlu bir bireyolarak gelişmesi için ona sağlanan fırsatlar ve anne babanın yaklaşımı önemlidir.Denetleyici yaklaşım içinde olan anne baba davranışlarının ortak özelliği çocuğun tutum ve davranışlarını değiştirme amacını taşımalarıdır .Denetleyici yaklaşım tehdit etmek ya da fiziki şiddet gösterme şeklinde olabilir saldırgan anne baba sözlü olsun fiziksel olsun çocuğa kızar ama anne babanın öfkesi her zaman çocuğa olmayabilir bazen anne baba arasındaki öfkeli davranışlarda çocukları etkileyebilir bunu çocuklarından çıkaran anne babalar, bunun sonucunda saldırgan , isyankar bireye dönüşür.Çocuklar hem davranış seçiminde kendini özgür görebilir hem de seçimleri hakkında kısıtlanacağından çekinmeden anne babasına danışabilecek bir duruma gelir.Aile çocuk ilişkilerinde anne babanın sabırlı olması gerekir.Çocukların ümit etmelerine ,çalışmalarına düş kurmalarına bazen de bu düşlerine imkan sağlamalıyız ,araştırıp keşfetmelerini ve deneyim kazanmalarına izin vermeliyizAdil hocam sağolunuz.✍️👏🌼🙏🏻📕📖🍀📚Fulya Kırımoğlu

      Sil
  2. Peygamberimizi çocuklarla iletişim kurma şekli,çocuğun seviyesine kadar çömelerek,göz teması kurması şeklindeydi.Bir sahabi kendisine çocuklarına sert davrandığını söylediğinde,"Allah merhameti kalbinden almışsa ben ne yapabilirim"şeklinde cevap verdi. Peygamberimizin bu sünnetinden şu neticeler çıkarılabilir. Bağırmak,çirkin söz,kişiyi değersiz hale getirir. Aslında insanoğluna tevazudan başkası yakışmaz. İnsana hürmeti artıran,cenneti alaya ulaştıran,şeref kazandıran alçak gönüllülüktür.Dostluğun sermayesi,cennetin anahtarı,yüksek mertebelerin süsü tevazuyla olur.Makam,mevki sahipleri alçak gönüllü olurlar.Tıpkı dalları meyve ile dolu ağaç misali.Dallar meyva ile doluysa yukarı doğru değil,yere doğru eğilir,sarkarlar;adeta herkesin hizmetine eğilir ve koşarlar.

    YanıtlaSil