CENNETTEKİ SU TAŞIYICILAR


Toplumlar, hayvanlarla ilgili türlü söylenceler geliştirirler zaman içinde. Bu söylencelerden bazıları giderek efsaneye dönüşür. Söylencelerin çoğu, toplumda inanç gibi algılanıp içselleştirilip geleneğe dönüşür. Bunlara dinsel dayanaklar bulunur. Bu söylenceler, dinsel inançmış gibi yıllarca yaşayıp gider. Bunların neredeyse çoğu olumludur. Bu da doğanın korunmasına katkı sağlar.

Halk, doğal dengeyi korumak için inanca dönüştürülmüş söylencelerle bireyleri etkiler. Dünyayı diğer canlılarla paylaşmaları gerektiğinin yaşamsal zorunluluğunu bilir.

Köyde nereye gitseniz adım başı bir karınca yuvasına rastlarsınız. Un gibi ufalanmış topraklar yığılıdır bu yuvaların ağzına. Yuvaların ağzı güneye bakar. Bu da insanların doğada yol bulmasına, yön belirlemesine yardımcı olur. Ufalanmış topraklar, kuzey yana daha çok yığılır. Amaç, kuzeyden gelen soğuk rüzgârları engellemek ve bu rüzgârların yıkıcılığından korunmaktır. Güneyden esen yeller sıcaktır. Sıcak yeller, yuvayı nemden ve soğuktan korur. Böylece yuvalarda sağlıklı bir yaşam ortamı oluşur. Kim bilir, belki de atalarımız “Güneş girmeyen eve doktor girer.” atasözünü karıncalardan öğrenmiştir? Ne dersiniz?

Karıncaları ve onların yuvalarını korumak için büyüklerimiz: “Yuvalarını bozmayın! Karıncaları sakın öldürmeyen! Onlar, cennette size su taşıyacaklar.” deyip uyarırlardı bizleri. Bu deyiş, karıncaları korurdu. Çocuklar da birbirlerini uyarılar yaparlardı bu konuda. Böylece karıncalar geniş, güçlü, aşılmaz bir koruma kalkanıyla çevrelenirdi.

Karıncaları korumakla kalmaz, onların beslenmesine ve yiyecek biriktirmelerine de yardımcı olurduk. Ekmekleri, yuva ağzına yakın yerlerde ufalardık. Uzakta ufalamazdık. Yorulmasınlar ekmek kırıntılarını taşırken yoksa yorgun karıncalar, cennette bize yeteri kadar su taşıyamazdı. Bu da bizim, cennette susuz kalmamıza neden olabilirdi.

Karıncalar, halkın bir inanışıyla kutsal bir konuma erişmişti gözümüzde. Onlar dokunulmazdı. Zaten her yerde vardılar. Toprak yollarda, bahçelerde, tarlalarda, avlularda, ağaç gövdelerinde, ev içlerinde…

Karıncalar ilginç canlılar… Bir yerde bir yiyecek kırıntısı ya da bal, reçel, helva, şeker gibi tatlı şeylerin döküntüsü olsa birden onlarca karınca doluşmakta oraya. Apartmanın kaçıncı katı olursa olsun fark ediyorlar bunu. Şaşılacak şey… Onlara haber uçuran gizli güçler mi var? Birisi geldi, diyelim rastlantıyla. Diğerleri nasıl toplaşmaktalar birden. Demek ki bu güzel canlılar arasında bilinmez, anlaşılmaz bir iletişim var. Toplu çalışmayı, üretmeyi vazgeçilmez bir yaşam alışkanlığı durumuna getirmiş bu canlıların arasında bir iletişimin olmaması olanaksız.

Son yıllarda bir çevrecilik ve doğa korumacılık sözü almış yürümüş. Hem de doğayı kirletip yok edenlerce. Oysa Doğu Karadeniz’in köylerinde küçücük bir canlı olan karıncayı korumak, onu doğada var etmek için inanca dönüşen bir söylence gelenek süregelir yüzyıllardır. Toprağın sahipleri, toprağı korumayı da bildiler. Ürettiler, ancak doğayı yok etmediler. Doğaya, kurda kuşa, börtü böceğe saygı duyarak topraklarına bağlandılar.

Yetişkin oldum. Babayım. Aynı zamanda yeğenlerim de var. Şimdi onlara öğretmekteyim karıncalarla ilgili söylentileri. Onlarla ekmek ufalamaktayız karınca yuvalarının yakınlarına. İçimde hiç yok etmediğim çocukluğumla saatlerce karıncaların yiyecek taşımalarını izlemekteyim çocuklarla. Bu iş için yer ve zaman çok da önemli değil…

                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                       3 Mayıs 2022

                                                              

 

1 yorum:

  1. Bu eşsiz canlıları izlemek için çocuk olmak gerekmiyor ki... Evim dördüncü katta , nereden ve nasıl geldiklerini tam kestiremiyorum ama mutfağımda müstesna bir yere sahipler .Boş bir düzeltme açıklığı var şimdilerde oradan tek tek süzülüyorlar .Kendilerinin kaç katı büyüklüğündeki bir kırıntıyı ısrarla ve büyük bir düzen içinde taşıyorlar , saygı ve hayranlıkla izlemekten başka yapacak birşey yok açıkçası...

    YanıtlaSil