İSTANBUL TÜRKÇESİ KONUŞMAK


Geçen hafta birkaç arkadaşla Bostancı’da, akşamın serinliğine aldırmadan bir kıraathanenin önünde söyleşiyorduk. Dostluğun sıcaklığı, bizi öylesine ısıtmıştı ki akşamın serinliğini duyumsamadık bile. Hava çoktan karamıştı. Bunu bile fark etmemiştik dostluk odunun yandığı yürek ocağında.

Söyleşimiz sürerken arkadaşlardan biri, bana dönüp: “Senin konuşmanda niye aksan yok?” diye sordu. Çünkü ülkemizde bazı yörelerde doğup büyüyenler başka yere gidip yerleşseler de toprağının kokusundan olacak memleketinin aksanı, dillerinden yitip gitmez.

Benim doğup büyüdüğüm yer, Trabzon’un Hayrat ve Of ilçeleri. O topraklarda yaşadığımda Hayrat, Of’un bir bucak merkeziydi. Doğu Karadeniz ağzı, kolay kolay yitmiyor insanlarının dilinden. Ancak benim doğup büyüdüğüm Gülderen ve birkaç çevre köyde konuşma, diğerlerine göre İstanbul Türkçesine daha yakın. Yakın demişsem yanlış anlaşılmasın, diğer köylerle karşılaştırıldığında bu farklılık ancak anlaşılır.

Arkadaşımın sorusunu yanıtlamaya başladım. Öncelikle annemin Oflu olmadığını, Denizlili olduğunu söyledim. Babamın köy enstitülü bir öğretmen olması nedeniyle evimize her gün en az iki gazete girdiğini, ayrıca aylık çıkan birkaç dergiye sürdürümcü olduğumuzu belirttim. Küçük yaştan beri kitap okuma alışkanlığım olduğunu da ekledim sözlerime. Bunların yanına babamla yaşadığım bir anımı anlattım onlara.

Liseyi bitirip eğitim enstitüsü Türkçe bölümüne girmiştim. Henüz birinci sınıftaydım. Babam ve arkadaşlarının olduğu bir çay bahçesine gittim. Babamın öğretmen arkadaşlarından biri, beni masaya çağrınca oturdum. Çay söylediler bana. Söyleşimiz başladı. O masada bulunan babamın arkadaşlarının çoğu yöresel ağızla konuşuyordu. Ben de onlara uyum göstereyim dedim gençlik heyecanıyla. Daha çok onlar soruyor, ben yanıtlıyordum onları. Babam, aslında ortamdan mutlu. Masadakilerin beni, arkadaş yerine koyup değer vermelerinden içten içe bir sevinç duyduğunun farkındaydım. Ancak dilimin yöresel ağza kaymasından memnun olmadığını da anlıyordum. Onun yanlış karşısında susmayacağının da bilincindeydim.

Söyleşinin tam ortasında bana dönüp: “Bak oğlum, Türkiye’de herkes, özellikle de aydınlar, yöresel ağızla konuşursa dil birliğimiz nasıl sağlanır? Türkçemiz ulusal birliğimizin en önemli etkeni. Dil giderse ulus gider. Bu nedenle aynı zamanda kültür dilimiz olan İstanbul ağzıyla Türkçemizi konuşup yazmak, her yurttaşın görevi. Hele senin gibi Türkçe öğretmeni olacak birinin bu konuda öncülük etme gibi bir sorumluluğu da var. Bu nedenle insanlara hoş görünmek için dilini değiştirme, doğru Türkçeyi konuş.” diyerek beni uyardı. Babamın bu tür uyarılarına alışık olduğum için kırılıp gücenmedim. Aslında babam bu uyarıyı, “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla.” deyimi uyarınca benim üzerimden çoğu öğretmen olan arkadaşlarına yapmıştı. Dil, onun en duyarlı olduğu konuydu. Öğrencilerini bu anlayışla yetiştirdiği için onun sınıfında okuyanlar, toplum içinde fark edilirdi.

Babamla ilgili anıyı anlatınca arkadaşlarımın yüzü güldü. Aslında babam, büyük bir öngörü ile bugünleri görmüştü. Anımı dinleyen dostlarım, onun bu duyarlılığına övgüde bulunup günümüzle bağlantısını kurdular.

Dil, üzerinden ulusal birliğimizin nasıl paramparça edilmeye çalışıldığını gördükçe babamın ve onun Türkçe konusundaki duyarlılığı usuma gelir.

Şimdiler de öğretmenlerin çoğunda dil konusunda duyarlılık uçup gitmiş. Yöresel ağızla konuşmayı bir beceri sanmaktalar. Koca koca üniversiteler bitirmiş, ancak doğru düzgün Türkçe konuşmayanlara baktıkça hep babamı düşünürüm. Bu tür kişileri dinlemekten sıkılırım. Bir kişi hangi ulustan olursa olsun, hangi ülkede yaşarsa yaşasın kendi dilini doğru yazıp doğru konuşmalı.

Dil, dil kültürün temeli değil mi? Kültürel gelişmenin itici gücü dil. Dil varsa kültür ve toplumun geleceği için ülkülerimiz var. O yok olduğunda ulusal kimliğimiz de yok olur. Bunun için doğru ve özenli Türkçe, diyoruz.

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  28 Ekim 2024

2 yorum:

  1. Şimdi arapça moda olmuş sadece ezberi var anlamınıı anlamadan.

    YanıtlaSil
  2. Aynen katılıyorum. Hele bir öğretmenin yöresel aksanıyla konuşmasının affedilir yani yok Suleyman

    YanıtlaSil