İSTANBUL’DA AFGANİSTANLI BİR TÜRK, EMİN


Emin’i, arada sırada uğradığım bir aşevinde tanıdım. Ne zaman karşılaşsam güler yüzlü… Ne zaman görsem sıcak bakışlı ve sevecen… Ne zaman konuşsam öğrenme isteğiyle dolu… Aşevinde oturup çay içtiğimde çevremde dolanır, gözünü bardağımdan ayırmaz. Çayım bittiğinde anında yenisini getirir. Çay içerken bakışlarından benimle söyleşmek istediğini anlarım. Ben de bakışlarıyla verdiği iletiye uyarım.

Ülkemizde çok sayıda Afganistan’dan gelen insan var. Bir kısmı Türk kökenli... Emin, Afganistan’ın kuzeyindeki Cevizcan vilayetine bağlı Altıhoca köyünde doğup büyümüş bir Özbek. Yaşadıkları bölge; türlü meyve ve sebzenin, tahılın, bakliyatın, pamuğun yetiştiği bir yer… Ancak savaşın yıkıcı etkileri üretimi de pazarlamayı da oldukça etkilemiş. Bu bereketli topraklarda yetişen ürünlerin satışı çoğu zaman olanaksız olmakta. Çünkü ülkenin neredeyse tamamında devlet otoritesi yok! Yıllardır devletin yerini birtakım siyasal oluşumlar ve çeteler almış. Ülkede etnik, siyasal bölünmeler oluştu yıllarca süren savaş ortamında. Kendi tarihinin yanı sıra Türkiye tarihini de iyi bilmekte. Üst düzeyde Atatürk hayranı…

Emin, 2002 doğumlu… Afganistan’da 1980’den beri süren savaşın içinde doğmuş. Dokuz kardeşin en büyüğü… Bu nedenle sorumluluğu çok… Babası, savaş çıktığında bebekmiş, o da savaşsız bir ülkede yaşamanın nasıl bir şey olduğunu bilmiyor. Birbiri ardı sıra süren savaşlar; ekonomiyi, toplumsal yaşamı, siyasal düzeni, kültürel ve sanatsal gelişmeleri felç etmiş durumda. İnsanlar bombaların düştüğü, mermilerin yağmur gibi yağdığı topraklarda yaşam savaşı vermekteler. Üretim nerdeyse yok! Bu nedenle yoksulluk üst düzeyde...

Emin, ergenliğe girdikten sonra Türkiye’ye gelme yollarını aradı uzun süre. Yaşadığı köyden Türkiye’ye gidip gelenler vardı. Onlardan Türkiye hakkında çok olumlu sözler duydu. Kalkınmış, gelişmiş, ileri, iş bulma olanakları yüksek, çalışanların kazançlarının Afganistan’a göre oldukça çok olduğunu işittikçe onlardan, bir an önce yola çıkmaya can attı. Ayrıca Türk dizileri izlemekteydi boş zamanlarında. Dizilerde gördüğü ülkede yaşama isteği her geçen gün çoğalmaktaydı. Bir de kültürel yakınlık onu çekti Anadolu topraklarına. “Dilini bildiğim, iletişim ve anlaşma zorluğu çekmeyeceğim bir ülkeye gitmekten başka bir kurtuluş yolu var mı benim için?” diye soruyordu kendine.

Türkiye’ye gidip gelmiş köylülerinden nasıl ve hangi yollarla gidebileceğini öğrendi. Lisede okurken bu nedenle derslerine önem vermedi. Çünkü onun niyeti Afganistan’da okumak değil, Türkiye’de çalışmaktı hep. Bu nedenle insan kaçakçılarına vereceği parayı kazanmaya çalıştı. Kaçakçılar, bin dolara yakın para alıyorlar adam başına. Afganistan koşullarında bu parayı bulmak ya da biriktirmek olanaksız bir şey. Bu nedenle aile içinde bu paranın hiç olmasa bir bölümünü karşılamak için türlü yollara başvurdu. Çünkü bu parayı kazanmak için ülkesinde çalışacağı bir iş yok! Var olan işler de boğaz tokluğuna…

İnsan kaçakçıları genellikle Afganistanlı. Onları bulmak çok kolay. Çünkü burada yaşayan gençlerin neredeyse yüzde doksanı başka bir ülkede geleceğini aramayı kafasına koymuş. Bu nedenle bir iş koluna dönüşmüş insan kaçakçılığı.

Bir gün dedesi, Emin’i eski bir dostuna domates fidesi almaya gönderdi. Genç adam, fideleri almadan geri döndü ve dedesine: “Osman Dayı, para istedi fideler için. Parayı ver, gidip alayım fideleri.” dedi. Dedesi: “Ne parası bu? Ne oldu da yıllarca arkadaşlık ettiğim Osman benden para istemeye başladı? O, benden para istemez bu iş için…” diyerek öfkeyle koştu arkadaşına. Yanında torunu da var. Arkadaşı, dedenin öfkeyle geldiğini görünce durumu anlamış ve Emin’e dönerek: “Ben, sana para sözü ettim mi?” diye sorunca delikanlı çok utanmış. Dedesi, gerçeği öğrenince birazcık kızmış ona. Fideleri alıp birlikte geri dönmüşler. Böylece kaçakçıya vereceği paraya az da olsa katkı yapacak ilk denemesi başarısızlıkla sonuçlanmış.

Emin, vazgeçmeyip yeni çözümler bulmaya çalıştı. Dedesi hayvancılıkla uğraşmakta. Yaşadıkları bölgede en çok keçi yetiştirilmekte. Kaçakçıyla anlaştılar hangi gün yola çıkacakları konusunda. Yola çıkacakları Kasım 2019’un bir gününün sabahında dedesinin keçilerinden birini alıp sattı. Keçi parası onun yol harçlığı oldu. 750 doları da Türkiye’ye varınca çalışarak ödemeyi kabul ettiriyor insan kaçakçısına. Cebindeki harçlıkla Kabil’e giden otobüse biniyor. Bu yolculuk dokuz saat sürdü. Kabil’den Kandahar’a giderken savaşın, çatışmaların içine düştü. Bu nedenle aktarma yapmak zorunda kaldı. Bu yolculuğu, iki gün sürdü. Kandahar’dan Nimruz’a sekiz saatlik yolculuk yaptılar yanındaki kaçaklarla. İlk gidecekleri yer Pakistan. Çünkü Pakistan sınırından İran’a geçmek çok kolay…

Aynı köyden dokuz kişiler… Başlarında otuz yaşlarında Abuzer adında yerdeşleri var. Nimruz’dan başka kaçaklar da katıldı onlara. Eski, küçük bir kamyonete otuz kişi doluşup iki günde Pakistan sınırına geldiler. Nasıl mı? Dört kişi sürücünün yanına, sekizi sürücünün arkasındaki kapalı alana, on sekizi de kasaya sıkıştılar. Sınır bölgesi düz, çölümsü, kumlu bir arazi… Burası, Belucilerin yaşadığı bir yer…Yürüdüler karşıya geçmek için. Pakistan-İran sınırında önce dikenli tellerin altından geçtiler. Sonrasında sekiz metre derinliğinde bir hendek var. Bu hendeği birbirleriyle yardımlaşarak aştılar. Burada liderleri olan Abuzer’in ayağı çıktı. Arkadaşlarına yardım etmek zorunda kaldılar. Bu da onları, az da olsa yavaşlattı. Burada İranlı bir kaçakçıya teslim edildiklerinde tam tamına beş yüz kişi oldular. Kaçakçılar arasındaki iletişim, eşgüdüm, örgütlenme olağanüstü.

Yürüdüler bir süre. Sonrasında başlarındaki insan kaçakçısı, onları Tahran’a götürmek için binek taşıtlara bindirdi. Arabanın yüklüğünde tam beş kişilerdi ve kıpırdamadan, ses çıkarmadan yol aldılar. Ancak ne yapacaklarını, nereye gideceklerini söyleyip yönlendiren Afgan kaçakçı. Tahran’a gelinceye dek birçok yerleşim yerine uğradılar. Her yerleşim yerinde onları yönlendiren insan kaçakçısı ve onları taşıyan araba değişti. Tam on iki günde Tahran’a ulaştılar. Buraya gelene dek kaçakçılara adam başı 100 dolar verdiler. Büyükçe bir evde beş yüz kişi kaldılar bir süre. Tahran’ın bir ilçesinde dört ay inşaatlarda çalıştı.

Aynı köylü üç arkadaş, 2020 baharı geldiğinde bir insan kaçakçısıyla kişi başına 750 dolara anlaşıp yola çıktılar. Ancak Emin’de dört aylık kazancından biriktirdiği paradan başka para yok sayılır. Kaçakçıya, Türkiye’ye gidince çalışıp bu parayı ödemeyi önerince o da kabul etti. Bulundukları yerden Tahran’a gitmek için yola çıktılar. Tahran İstiklal Meydanı’ndan Tebriz’e hareket ettiler. Bir binek arabaya on altı kişi bindiler. Tebriz’den Urumiye’ye… Buradan dağ yollarına saptılar yürüyerek Türkiye sınırından geçmek için 10 genç Afgan ve 30 aileden oluşan bir toplulukla yola çıktılar. İçlerinde bir de Lübnanlı aile var. Ellişer kişilik kümelerle iki gün yürüdüler kaçakçının kılavuzluğu eşliğinde. Türk sınırını koruyan hendeği, yüksek duvarı jiletli tellere rağmen aştılar. Tam sınır karakolundan kurtulup rahatladıkları sırada Lübnanlı ailenin bebeği ağlamaya başladı. Sınır görevlileri sesi işitince elli kişiyi birden yakaladı. Sınır karakolunda iki gün kaldılar. İşlemleri yapılıp sınır dışı edildiler. Ancak kılavuzları tutuklandı.

Sınır dışı edildikten sonra biraz oyalandılar İran yanındaki dağlarda. İki gün sonra gecenin birinde yine sınırdan geçtiler ve sınırda nöbet tutan askerlerce yakalanıp bir gece alıkonulup yine İran topraklarına gönderildiler. Bir gece dağlarda kaldıktan sonra üçüncü denemelerini yapmaya karar verdiler. Sınırı geçtiler sağ salim, ancak sınır görevlilerince yakalandılar bu kez de. Yine bir gece karakolda kalıp sınır dışı edildiler.

İran dağlarında kaldılar bir süre. Sınırdan dördüncü kez geçmeye karar verdiler. 150 kişiler… Bu kez aileler yok yanlarında. Onların ayak bağı olduklarını düşündüler. Gündüz 16.00’da yola çıktılar. Saat 19.30’da tam sınırı geçerken İran askerleri ateş etmeye başladı. Can havliyle kaçtılar kurşunların altında. Kırk üç kişi önce duvarı, sonra hendeği geçti. Artlarına bakmadan yürümeye başladılar. Sabahın beşinde Van’ın bir köyüne ulaştılar. Köylüler, anladı kaçak olduklarını. Ekmek istediler köylülerden. Onlar da verdiler. İranlı insan kaçakçısı, onları Türk kaçakçıya teslim etti burada. Türk kaçakçı kırk üç kişiyi teslim aldığını Afganistan’daki kaçakçıya anında bildirdi.

Kırk üç kişi, bir dolmuşa doluşup Van merkezine geldiler. Dört daireli bir evin önünde indiler. Orada Pakistan, Bangladeş, Afganistan ve İran’dan daha önce gelmiş mültecilerle yedi yüz kişi oldular. Burada kaldılar bir süre. Yiyecek sorununu kaçakçı hallediyordu. Burada, ucuz besinlerle beslendiler bir süre. En büyük sorun ayakyoluna gitmek. Ayakyoluna gitmek için adlarını yazdırıp sıraya girmek zorundaydılar.

Van’da dört gün kaldılar. Kişi başı 300 dolara anlaşıldı yeniden. Van’ın bir köyüne götürüldüler. Yeni bir kılavuz verildi onlara. Burada kaldıkları 4. Gece yola çıktılar 45 kişi bir dolmuşa binerek. Arabayla yarım saat gittiler. Ardından yürümeye başladılar. Dağları, ovaları yürüyerek geçtiler iki gün boyunca. Bu sırada geçtikleri köylerden yemek dilendiler. Tatvan’a geldiler. Otogar çevresinde iki gece geçirdiler. 50 dolar fazladan vererek bir taksi tutup Erzincan’a gittiler. Burada Afgan kaçakçıya teslim edildiler.

Emin, Erzincan’a gelince rahatladı. Çünkü isteğine ulaşmış, Türkiye’de sınırdan uzakta bir yerdeydi. Van’da kalsaydı sınır dışı edilme tehlikesi çok büyüktü. Artık yaz mevsimiydi. 300 dolar arkadaşın, 350 de kaçakçıya borcu vardı. Olsun, çalışıp öderdi nasıl olsa. Yoldaki giderlerini arkadaşı karşılamıştı. İki gün dinledikten sonra inşaatta çalışmaya başladı. İki ay boyunca Afgan patronlara çalıştı. Bu süre içinde kazandığıyla Afgan kaçakçıya olan borcunu ödedi.

Çalıştığı yerden ayrılarak Türk yapsatçının yanına geçti. Dört ay da burada çalıştı. Burada kazandıklarıyla da arkadaşına olan borcunu ödeyince rahatladı. Türk yapsatçı her öğlende çalışanlarına tonbalığı yediriyordu. Emin, her gün balık yemekten bıkmış. Bir gün işverenine: “Her gün tonbalığı yemekten bıktık, başka yiyecek yok mu?” diye sorar. O günden sonra tonbalığının yerine domates, salatalık yemeye başlıyorlar. Bu kez de sürekli domates, salatalıktan bıkıyor. Bunu anlatınca gülüyor.

Emin’in Erzincan günlerinden unutamadığı bir anısı daha var. Bir gün işvereni ona: “Git, aşağıdan eşeği alıp gel” der. O da iner aşağıya eşek yok! 18 dairelik yapının her yanını dolaşır eşeği bulamaz. Yapsatçının yanına gelip eşeği bulamadığını söyler. Yapsatçı ve diğer çalışanlar uzun süre gülerler bu duruma. Ardından işvereniyle aşağıya inip eşeği alıp gelirler. Eşeğin canlı değil, ona öykünerek yapılmış basit bir yapı tezgâhı olduğunu öğrenir. Burada fayansçılığı meslek edinir.

Borçlarını ödeyince İstanbul’a gelmek ister. Bir arkadaşıyla Erzincan otogarına gelirler. Kimliği olamadığı için ondan bilet ederinin iki katını isterler. Arkadaşının kimliği, oturma izni olduğu için ona normal bilet keserler. Uzun süre pazarlık ederler ve yine de fazlaca para ödeyerek İstanbul’a gidiş biletini alıp İstanbul’un yolunu tutar. Kağıthane’de oturan yerdeşlerinin yanına sığınır. Ertesi gün arkadaşı Ali’nin aracılığıyla Beyoğlu’ndaki bir aşevinde iş bulup çalışmaya başlar.

Emin, sınırlardan geçip Türkiye’ye gelmeye çalışırken Afganistan’da rejim değişir. ABD askerleri ülkeden çekilir. Taliban iktidar olur. Yollarda debelenirken ülkesindeki siyasal gelişmeleri de izliyor.

İstanbul’da çalışmaya başladıktan sonra dedesine, keçisinin parasını fazlasıyla  gönderdi. On iki kişilik ailenin tek çalışanı. Ailesine düzenli para göndermekte. Parayı, ülkemizde oturma izni olan arkadaşlarının kartları üzerinden gönderiyor. Gönderdiği her yüz dolara iki dolar komisyon ödüyor.

Afganistan’ın durumuna üzülüyor. Kızların kesinlikle okumasından yana. En büyük düşü ise bir gün Türkiye’de oturma izni alırsa kendisinden küçük kız kardeşlerini yanına alıp okutmak. Kızları okumayan toplumların adam olmayacağını söylemekte.

Kendini, Türkiye’nin yerlisi olarak görmekte. İran, Afgan ve Türk işverenlerin yanında çalıştı. “Türkler hak yemiyor. Paranı zamanında öderler eline. İnsan değeri verirler bize.” diyor. Onu en çok çeken de ülkemizin toplumsal düzeni. “Kadın, erkek herkes çalışıyor burada. Ayrım yok! İnsanlara çok değer veriliyor.” diyor. Oturma izni olmadığı için düşük ücretlerle çalıştırıldıklarının farkında. Ancak bundan çok da rahatsız değil. Ev ve işinin arasında mekik dokumakta her gün. Hiçbir yere gitmiyor. Giderse de ona bir baba şefkatiyle yaklaşan işvereniyle gidiyor. İşvereni ise düzenli kitap okuyan gerçek bir Türk aydını. Ayrıca ülkemiz kalkınmasına katkıda bulunmak için arayış, çalışma içinde olan bir yurtsever.

Emin, Peştun ve Tacik kökenli Afganistanlıları ülkemizden şakacıktan kovuyor. Onlara: “Ne işiniz var Türkiye’de? Memleketinize gidin!” diyor. Onlar da: “Senin ne işin var burada?” diye sorunca o: “Bu ülke, bize Atatürk’ten miras kaldı. Onun için buradayım. Ben Atatürk’ün torunuyum, siz kimsiniz?” diyerek yanıtlıyor onları. Bunları her anlattığında kahkahalara boğuluyor. Timur ve Atatürk’ü önder olarak bellemiş. Raşit Dostum’a, sevgi ve saygısı sonsuz... Onu büyük kahraman olarak görmekte. Onun çalıştığı yere gittiğimde ve işi olmadığında bana Atatürk’le ilgili sorular soruyor. Türk abecesiyle okumayı bilmiyor. Farsça eğitim görmüş. Şimdi ona bizim dilimizde okuma yazma öğretmeyi, öğretmen arkadaşım Süleyman Ay’la iş edindik. Okumaya başladığında onun okuması için şimdiden kitaplar aldım. Okumayı tez sökeceğinden eminim. Ayrıca Emin, Afganistan’da Atatürk ile Emanullah Han’ın dostluğunun bir fidanı.

Emin’in yaşadıklarından anlaşılacağı üzere Afganistan’dan ülkemize gelen insanlar ellerini, kollarını sallayarak sınırdan geçmiyorlar. Bin bir türlü zorluğu aşarak ülkemize ulaşmaktalar, hem de canları pahasına. Mülteciler üzerinden siyaset üretmek çok yanlış... Bunun adı ırkçılık… Ancak savaşlardan kaçıp ülkemize sığınan insanların yurtlarından kopmamaları için hükümetlerin doğru siyasetler izlemeleri gerekir. Emperyalizmin saldırganlığına çanak tutulmamalı. Bu saldırganlıkla uzlaşılmamalı. Ülkesinde erinç ve barış içinde mutlulukla yaşayan insanlar, doğup büyüdükleri toprakları terk etmez. Ülkeler barış içinde olursa herkes kendi ülkesinde işe ve aşa kavuşur. Bundan da iyisi olur mu?

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  10 Ekim 2024

 

2 yorum:

  1. Değerli Adil Öğretmenim , Emin bey’ i her yönüyl takdir ettim. Sizin de betimlemeniz , onu görüp tanıyor hissini verdi. Azimli , dürüst, çalışıp ekmeğini kazanan genç yaşında hayatın iyi , kötü yanlarını görüp doğru yolda ilerleyen yüce Atatatürk sevgisiyle Türk olmuş.Emin beye hayat şansınız açık olması dileğiyle sevgiler, selamlar .Emekleri karşılıksız kalmasıninşallah🙏🏻🍀Ellerinize , yüreğinize sağlık👏🧿📚♥️🌺
    SaygılarımlaFulya Kırımoğlu👩

    YanıtlaSil
  2. İnsanları çaresizliğe sürükleyen sistemin mağlupları fazlasıyla mevcut yazık ki.
    Güçlü güçsüzü ezer olgusu tarihler boyunca var. Birilerinin hayatı üzerinde söz sahibi olma düşüncesi insanlık dışı elbette.
    İdeolojiler dünya ve toplumlar için faydalı ise güzeldir. Eziyet eden, sömüren, gasp eden, hak yiyen düşünce topluluğu insanlığa vurulan kötektir.
    İnsanları anlamakta çok zorlanıyorum artık. Ne aklım alıyor, ne yüreğim onaylıyor. Korkunç ve dram dolu bir filmi seyreder gibi seyretmek de zoruma gidiyor doğrusu... 😢😢

    YanıtlaSil