ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ VE AÇILIM


AKP, 14 Ağustos 2001’de kuruldu. Kuruluşundan sonra ilk kez girdiği 3 Kasım 2002 seçimlerini kazanıp hükümet kurma hakkını elde etti. 18 Kasım 2002’de Abdullah Gül başkanlığında ilk AKP hükümeti kuruldu.

AKP, küresel emperyalist sistem eliyle oluşturulan bir ekonomik bunalımın yarattığı siyasal karışıklığın toz dumanında seçimleri kazandı. Ekonomi bozuktu, ancak terör son soluğunu vermekteydi. PKK lideri Abdullah Öcalan yakalanıp yargılanarak gerekli cezaya çaptırılmıştı. Bölücü örgüt, şaşkınlığın yarattığı bir dağınıklık içindeydi. TSK’nın kararlı tutumu, bölücü örgüte peş peşe darbeler indirdi. Diyebiliriz ki AKP, terörün bittiği bir Türkiye’de iktidarı teslim almıştı.

2007 seçimlerinden sonra Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı, R. Tayyip Erdoğan’ın başbakan olduğu bir dönem başladı. 2002’den beri hükümetin eylemsel ortağı ve bürokraside etkili gücü FETÖ idi. FETÖ’nün Türk medyası üzerindeki yönlendirici gücünü belirtilmeliyiz. Ayrıca bu ihanet örgütü, ABD’nin ülkemizdeki eliydi. Sırtını FETÖ’ye, dolayısıyla ABD’ye dayayan AKP, anayasa değişikliğini gündeme getirdi. Bu konu, FETÖ medyasınca köpürtüldü. PKK severlerden destek buldu. “Özgürlükçü anayasa” ve “12 Eylül’ün darbeci anayasasından kurtulmalıyız.” söylemleri öne çıktı. Anayasa değişikliğine koşut olarak “Demokratik (Kürt) Açılım”ı başladı. Legal ya da illegal terör örgütü üyeleri ekranlarda görünmeye başladı.

Anayasa değişikliği ve açılım söylemleri yükselirken TSK, Vatan Partisi (O zamanki adıyla İşçi Partisi) yönetici ve üyeleriyle yurtsever aydınlara operasyonlar yapıldı. Başta Ergenekon ve Balyoz adı altında tutuklamalar başladı. Terörle savaşan, MİLGEM projesinde yer alan subaylar; darbecilik suçlamasıyla tutuklandı. Yurtseverler, gün ışımadan evlerinde gözaltına alındı.

Televizyonlarda Atatürk, Kemalizm, Türklük, cumhuriyet değerleri aşağılandı. Medyada ve bazı siyasetçilerin söylemlerinde Türk kültürü, dili, tarihine kara çalınmaya çalışıldı adeta yarışırcasına. Akla hayale gelmeyecek iftiralarla ulusumuzun ortak değerleri karalandı. Zaten terörist olarak nitelenen yurtseverlerin örgütünün adı, Ergenekon’du. Bu da Türk tarihine yönelik büyük bir saldırıydı. Liberal ve bölücü anlayış, kamuoyunu emperyalizmin amaçlarına uygun duruma getirmeye çalıştı. Bu süreçte bölücü örgütle ilgili rezalet denecek olaylar yaşandı.

Açılım sürecinde, terörle savaşım unutuldu. Bölücü örgüt, düşünü bile kuramayacağı bir özgürlük ortamına sahip oldu. Özellikle İmralı’da yaşam boyu tutsak olan Öcalan’ın mektubunun Diyarbakır’da Erdoğan’ın da bulunduğu halka açık toplantıda okutulması bölücü örgütte özgüven patlaması yaptı. Ellerindeki belediyelerin olanaklarını da kullanarak hendekler açıldı. Buralara bombalar, mayınlar döşendi. Yönettikleri kentleri kurtarılmış bölge yaptılar kendilerince. Ne yazık ki bunlar yapılırken AKP hükümeti, olan bitene göz yumdu. Bu sırada bir kaset komplosuyla CHP’de genel başkan değişikliği oldu. 1 Mart (2003) tezkeresinin intikamı hem Deniz Baykal’dan hem de CHP’den alındı ABD tarafından. Böylece ana muhalefet de açılıma uygun bir duruma getirildi. Cumhuriyetin kurucu partisi, ülkemizin kuruluş felsefesine aykırı bir yola sokuldu yeni genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından. Böylece hem FETÖ hem de PKK, kendilerine uygun bir alan buldu.

Deniz Baykal’a yapılan kaset komplosu ilk değildi, son da olmadı. Bu kez kasetlerle MHP yöneticilerine saldırıya geçildi. MHP, CHP gibi kaset komplosuna teslim olmayıp direndi.

Yargı, emniyet, TSK ve devlet yönetiminde güçlenen FETÖ, devletin tamamını istediğinden ve açılım sürecinin hızlanmasından yana olduğundan AKP’den kurtulmak istiyordu. Doğaldır ki bu, ABD’nin isteğiydi. 17 Aralık 2013 günü düğmeye bastı FETÖ. Bu kez kasetlerle saldırdığı ortağı AKP idi. 25 Aralık’ta yeni bir kaset saldırısı başladı. Bu saldırılar karşısında AKP yönetimi şaşkındı. FETÖ’ye tavır almakla birlikte kaset saldırısının arkasındaki asıl güç olan ABD ile ilişkileri de açılımı da sürdürdü. Oysa ABD, iki terör örgütüyle (PKK ve FETÖ) ülkemiz saldırmaktaydı. Bu gerçeği fark edemedi ya da etmedi iktidar partisi. Bu nedenle ne PKK ne de FETÖ ile hesaplaşmaya girişti. FETÖ eliyle Kemalistlerin devlet kurumlarından türlü kumpaslarla sökülüp atılmasından, iftiralarla karalanmasından içten içe mutlu olduğu da söylenebilir.

Türkiye, 7 Haziran 2025 Pazar günü seçime gitti. Bu seçimde AKP, oyların % 40.87’sini aldı. Bu sonuç bir yenilgiydi. Önemli oy yitimi söz konusuydu. Bunun nedeni de açılım politikasıydı. Halk, AKP’yi uyardı bölünmeye giden süreçten dönmesi için. Erdoğan yönetimi, halkın iletisini aldı ve PKK hendeklerine savaş açtı. Bölücü örgüt bine yakın şehidimize karşılık ezildi. Sonrasında seçimler, 1 Kasım 2013’te yenilendi. Bu kez AKP, % 49.50 oy aldı. PKK terörüyle savaşan Tayyip Erdoğan, halkın desteğini yeniden kazandı böylece.

2024’e geldik ağır aksak. Yeniden anayasa değişikliği gündeme geldi yılla öncesinin söylemleriyle. Oysa anayasanın 12 Eylül’le bir ilgisi kalmadı. Neredeyse dörtte üçü değiştirildi. Ülkemizin temel sorunu olan ekonomik yıkım ve güneyimizde bir terör devleti kurulmaya çalışılırken anayasa değişikliğiyle kamuoyunu meşgul etmek niye?

Anayasa değişikliğinde amacın ne olduğunu önce TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, ardından da İstanbul Barosu’nun yeni başkanı İbrahim Kaboğlu dile getirdi. Amaç, anayasamızın değiştirilemez ilk dört maddesini değiştirmek. Ağızlardaki bakla çıkınca kamuoyu büyük tepki gösterdi. Bunun üzerine her ikisi de sözlerinin yanlış anlaşıldığını söylediler. Böylece ulus devleti ortadan kaldırmak.  Şunu söyleyeyim ki öteden beri anayasa değişikliği, ABD ve AB’nin isteği. Çünkü emperyalistlerin bu amaçlarının nedeni, Türkiye’yi bölerek II. İsrail’i kurdurmak. Bu amaç böylesine açıkken bazı devlet yöneticileri ile partiler niye bu tuzağa düşer?

Anayasa değişikliği ortaya atılır da açılım unutulur mu? Çünkü anayasa değişikliğinin tartışılmasının nedeni, açılımı yeniden gündeme getirmek. Yurt içinde terörist yok gibi. Irak’ın kuzeyindekiler, mağaralarından burunlarını bile çıkaramıyorlar. Ancak Suriye’nin kuzeyinde PKK devletçiği adım adım ortaya çıkarılmakta. Ne yazık ki AKP hükümetinin Suriye ile uzlaşmayı savsaklaması buna ortam hazırlamakta.

İlk açılım dönemine dek sürekli ad değiştiren PKK’nın siyasal uzantısı partilerin oy oranı yüzde beş civarındaydı. AKP’nin açılım politikası, bazı illerimizi bölücü örgüte terk etti. Bölücü örgüt, buralarda siyasal açıdan çok güçlendi. Ayrıca YCHP yöneticileri, PKK uzantısı partinin TBMM’ye girmesi için özel çaba gösterdiler. Üç oyu olanlar: “İkisi CHP’ye, biri HDP’ye…” diyerek bölücü partinin TBMM’ye girmesine yardım ettiler.  AKP ve CHP’nin gayretleriyle bölücü parti yüzde on oy oranına yükseldi. Bu nedenle yeni bir açılım, PKK’yı güçlendirir. Böyle bir aymazlığa Türk milleti izin vermez. PKK’nın yolunu açan siyasetçileri de partileri de halkımız siyaset çöplüğüne gönderir.

Yine terörün yurtiçinde bittiği bir zamanda, yine anayasa değişikliği ve açılım tartışmaları. ABD ve AB elbirliği etmiş, Atatürk’ün kurduğu ulus devletimizi yıkmaya çalışmaktalar. Devletimizin varlığını korumak için yapacağımız şey çok kolay… Emperyalistlerin istediği anayasa değişikliği ve açılım tartışmalarını, bölücü örgüte güç kazandıracak önerileri kapıdan bacadan kovmak.

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  5 Kasım 2024

YIKILMAZ KALE, EV (Pazar Yazıları)


“Aile” Arapçadan dilimize girip yerleşmiş bir sözcük… Türkçe karşılığı “ev”… Ne yazık ki yabancı gelince yerli olan unutulmuş. “Ev” sözcüğü, az da olsa Anadolu’nun bazı yörelerinde kullanılmakta.  O zaman bize düşen, unutulmakta olan “ev”i anımsatmak okuyucularımıza.

Ev, kan bağına dayalı sağlam bir yapı. Çekirdek evimiz anne, baba ve çocuklardan oluşan ve zapt edilmesi çok zor bir burç. Geniş evimiz ise bu kişilerin yanı sıra dede, nine, amca, dayı, hala ve teyzelerin olduğu adeta büyük bir kale.

Sosyal dayanışma, yardımlaşma, işbirliği, işbölümü, güven, sevgi, özveri, paylaşma, elseverliğin ve zorluklarla birlikte savaşmanın yeridir ev. Sorunlara kolayca çözümlerin bulunduğu tinsel bir sağaltımevi. Ev, ortak yaşamın en güzel örneği. Evde ben, sen, o yok; biz var. Biz dediğimizde ev, ev olur.

Her birey, kendi mutluluğunun evin diğer üyelerinin mutluluğundan geçtiğini bilir. Bu nedenle bu kutsal çatı altında mutsuzluğun kaynağı olmak bağışlanamaz bir suç. Ev içindeki uyumu, dayanışmayı, ortak düşünüp duymayı bozmanın büyük yıkımlara neden olacağı hemen anlaşılır. Böyle bir durum, evin gücünü kırıp azaltır. Azalan güç, dağılmanın belirtisi. Dağılan evin bireylerinin ayakta durması zorlaşır. Tek başlarına yaşam, onların özgüven yitimini de getirir. Özgüven yitimi ise başarısızlığın, mutsuzluğun asıl nedeni.

Atalarımız: “Yuvayı dişi kuş yapar.” demiş. Ne güzel bir söz… Bu saptamadan da anlaşılacağı gibi evin tüten ocağı, anne. Anne, yani evi yapan, çocukları doğuran kadınların bazıları, çok az da olsa sorumluluklarını bilmez. Evdekilerin erinç içinde yaşamasına bilerek ya da bilmeyerek zarar verir. Çocukluk ve gençliğinin geçtiği baba evinde yanlış davranışlar edinir. Uzlaşma yerine, kavgayı seçer. Hoşgörü yerine, yanlışı yinelemede ayak diretir. “Dediğim dedik, çaldığım düdük.” uyarınca davranır. Farklı düşünene, söyleyene anlayış göstermez. Eleştirinin insanı geliştirici paha biçilmez, çok değerli bir pırlanta olduğunu fark etmez hiçbir zaman. Böyle olunca da yapması gereken yuvayı yıkıp darmaduman eder.

Baba, evin direği… Çatıyı tutan çok sağlam bir direk… Direk olmayınca çatı çöker. Zaten çatısız bir ev olmaz. Çatıyı hem somut hem de soyut anlamda düşünmek gerek. Çatı, evin mahremiyetini sağlar. Çatı, sığınaktır. Çatı, evdekilerin başını altına soktukları güvenli yerdir. Evin erkeği, babalık sorumluluklarını yerine getirmediğinde çatı çöker altında yaşayanların üstüne. Sorumsuzluk, genellikle büyüklerden öğrenilen bir davranış.

İnsanlar hangi yaşta, hangi sosyal konumda olursa olsun zaman zaman aynaya dönüp bakmalı. Söylediği sözlerin, yaptığı davranışların çevresindekilere zarar verip vermediğine bakmalı. Yanlışı gördüğünde de özeleştiri yapmalı. Bu özeleştiri, evin ayakta durması için zorunlu bir durum. Evin içerden çöküp dağılmasına izin verilmemeli. Ev, içerde sorun yaşarsa dışardan gelecek saldırılara direnemez.

Ev, toplumu oluşturan en küçük sosyal birim. Bir toplumun olmazsa olmazı. Ev çöküp ocak söndüğünde toplum da yok olur. Toplumları çökertmenin yolu, evleri parçalamakla olanaklı. Bunun da yolu; bireylerin duygu, düşünce ve davranışlarını dış etkilerle değiştirmek. Bunu da türlü yol ve araçlarla yapar düşman. Son yıllarda bu iş için iletişim ve haberleşme araçları kullanılmakta sıkça.

Doğaldır ki ev, çöküş belirtileri gösterdiğinde kapısı bacası dış etkilere açık duruma gelir. Demek ki kapıyı bacayı dış etkilere karşı sağlam tutmalı. En küçük sorumsuzluk, üyelerini yaşam boyu mutsuzluğa, hatta felakete sürükleyebilir.

Aykırı ve sıra dışı ilişkilerin, ters davranışların özendirildiği diziler, anlatımlara rastlamaktayız televizyonlarda, sosyal medyada. Bu da kişinin özgürlüğü olarak sunulmakta topluma. “Her birey, istediği gibi düşünüp davranabilir.” denmekte. Bu tür sözleri sıkça işitmekteyiz. Ne yazık ki bu tür sözlerin özgürlük değil, bozgunculuk çağrısı olduğunu birçok kişi fark etmemekte. Bu bozgunculuk, aileyi içerden vurmakta. Onun içten içe çürütmekte. Bu da topluma yansımakta. Oysa başkasının özgürlüğünün başladığı yerde senin özgürlüğün biter. Bu da insanların sıkıntısız yaşaması için uzlaşmasını zorunlu kılmakta.

Her toplum, küresel güçlerin önce evleri çürütüp dağıtma saldırısına karşı önlemler almalı. Bu da evleri duygu ve düşünce, ülkü bakımından bir yapmakla olur. Mutluluk, erinç, sevgi, saygı, özveri, güven temelinde evlerimizin neşesi hiç eksilmesin. Böylece toplumumuz sonsuza dek dimdik ayakta kalsın.

                                                         Adil Hacıömeroğlu

                                                         3 Kasım 2024

İYİLİK NEDİR, İYİ İNSAN KİMDİR?


“İyilik” sözcüğünün asıl anlamı, iyi olma durumudur. İyi olmaksa erinç içinde bir tinsel yaşamdır, diyebiliriz. Erinç içinde olmanın en önemli etkeni de kişinin hem kendisiyle hem de başkalarıyla barışık yaşaması. Barış içinde yaşamanın yolu da çevremizde bulunan kişilerle aramızda olan ve içimizi kurt gibi kemiren sorunlardan kurtulmak değil mi?      

İyilik, karşısındakine erinç vermek, kendisinin de erinç bulmasını sağlamasıdır. Erinç olmadan, mutluluk olmaz. Erinçsiz bir yaşam, insan için giderek yaşamdan bıkkınlığa dönüşür. Bu da tatsız tuşsuz bir yaşamın sürmesine neden olur.

Karşılık beklenmeden yapılan yardıma, iyilik demekteyiz. Ne yazık ki günümüzde bazı kişiler, birine iyilik yaptığında ondan karşılık bekler. Daha da kötüsü, yaptığı bu iyiliği kişinin yüzüne vurup başkalarının yanında söyler. Bu durum, iyiliği iyilik olmaktan çıkarır. İyilik söylenmez, onun üstünden toplum içinde saygınlık sağlamaya çalışılmaz. İyilik yapılan kişinin yaşamı boyunca kendisine minnet duymasını beklenmemeli.

Bir kişinin eğinsel ve tinsel sağlığının yerinde olması, büyük bir iyiliktir hem kendisine hem de çevresine. Çünkü sağlıksız olmak, önemli bir sorun. Sağlıksız olmak, bir kişiye özgü olarak düşünülmemeli. Çünkü sağlığı olmayan kişinin bu sorunu, en yakın çevresinden başlayarak herkesi etkilemeye başlar. Bu da toplumun iyiliğini bozar.

İyilik, sevmektir karşılık beklemeden. Yalnızca sevmek mi? Sevgiye sahiplenmektir sonuna dek. Sevgi suyunun içine bir toz düştüğünde ahlanıp vahlanmak değil. Sevgiden vazgeçmek hiç değil. İyilik, sevgi okyanusunun içindeki tozu bulup çıkarmaktır. Yoksa bir toz yüzünden okyanustan vazgeçmek değil. Sevginin omuzlarında yükselen iyiliği, bir toza feda etmemektir önemli olan.

İyilik, güvenmektir insanlara. Bu, aslında kişinin özgüveninin de bir göstergesi. Güvenin temelini oluşturan şey, olumsuz düşünmemek. Olumsuz düşünmek, duyumsamak iyiliği yok eden bir virüs. Kişi; olumsuzluklara, kötü düşünce ve duygulara gönül kapısını sıkıca kapamalı. Güven duygusu, toplumda hem insanlık yapısını sağlamlaştırır hem de iyilik çınarının köklenmesini sağlar. Güven, iyiliğe giden yolun temel taşı, iyi insanın hamurundaki maya.

İyilik, bir beklenti olmadan karşısındakine bağlanmaktır. Bağlanmak; ölçülü olmalı, bir sayrılığa dönüşmemeli. İnsan, bağlandığı kişi için özveride bulunmalı. Özveri, insanoğluna doğanın bağışladığı en büyük değer. Bu değerin içimizdeki insanlığı oluşturan hamur olduğu unutulmamalı.

İyilik, gülümsemektir. İyi insan; yumrukları sıkılı, kaşları çatık, yüzü asık dolaşmayan kişidir. İyilik, gülümseyerek karşısındakinin sevgisi kazanmak ve onun gönül defterindeki mutluluk yapraklarını çoğaltmaktan başka bir şey değil.

Sevecenlik, iyiliğin en belirgin özelliği. Sevecenlik, insanlık dolu davranış değil mi? Acıyarak, koruyarak sevmenin adıdır sevecenlik. Düşkünün, zor durumda olanın, insana gereksinim duyanın, çoğu zaman bir çift tatlı söz ya da sevgi dolu bir yardım eline gereksinim duyan kişinin yanında olmaktır iyilik.

İnsan sevginin yanına acıma, üzülme duygularını da koymalı. Üzülene üzülmek, zor durumda olana acımak insan olmanın gereği. Doğuştan var olan insan olma duygularını yok etmemeli kişi. İçindeki merhamet duygusu yok olmuş biri, işe yaramaz bir kayadan başka bir şey değil.

İyilik, düşünmeyi gerektirir. Hem kendin hem de karşındaki için düşüneceksin. Karşındakinin davranışlarının nedenlerini düşünerek içselleştireceksin. Onun neyi, niye yaptığını anlayacaksın. “Düşünceli davranmak” diye bir söz vardır güzel Türkçemizde. Düşünceli davranmaktır iyiliğin de iyi insan olmanın gereği. Düşüncenin olmadığı yerde anlayış, hoşgörü olur mu?

İnsana değer verir iyi kişi. İyiliği yücelten etkendir değer. Karşısındakinin değerini bilmeli. O değere, değer katmanın özelliğidir iyilik. Değer verme; hak edildiği zaman övgüyü, beğeniyi belirtmek değil mi?

İyilik; kimi zaman karşısındakini yalnız bırakmak, kimi zaman da yanında olmaktır. Öyle anlar vardır ki insan, yalnız kalıp kendini, iç sesini dinlemek ister. Kimi zaman da bir insana ivedilikle gereksinimi olur. Başkasının yüreğinden gelen sese kulak vermek ister. Bazen ses bazen de sessizlik ilaç olur gönül yaramıza.

İyilik, içtenliğin dışa vurumu. Hangi düşünce ve duygu olursa olsun içtenlik olmadan insanlar arasında köprüler kurulmaz. İçtenlik, insanlar arasında sarsılmaz güveni oluşturur. İçtenlik iyiliğin de iyi insanın da ortaya çıkmasının itici gücü. İçtenlik insan yüreğinden taşarak karşısındakinin gönlünü fetheder. İçtenlik yoksa insanlıktan, iyilikten, iyi insandan söz edilebilir mi?

                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                       1 Kasım 2024