Mustafa
Kemal ve arkadaşları; Erzincan’dan mutlu, umut dolu ayrıldılar. Halkın
kurtuluşa olan inancı, onları çok mutlu etmiş ve umutlandırmıştı. Erzurum’dan
yüklendikleri umudu, Erzincan’da çoğaltıp yolculuklarını sürdürüyorlardı.
“Erzincan’dan
ayrılalı bir saat kadar olmuştu ve Erzincan boğazına girmek üzereydik. Bu
sırada uzaktan birtakım işaretler verildiğini dürbünle görüyorduk. İşaret
verenlere biraz daha yaklaştığımız zaman bunların jandarma zabit ve neferleri
olduğunu gördük. Kendilerine iyice yaklaştığımız zaman:
-Durunuz...
Dediler.
Durduk. Koşa koşa Paşa’nın otomobiline giden jandarma zabitinin telaşlı telaşlı
bir şeyler anlattığını ve eli ile boğazı, etraftaki yalçın dağları gösterdiğini
müşahede ediyorduk. Merak ettik. Arabadan inerek, Paşa’nın yanına gittik.
Jandarma
zabitinin söylediği kısaca şuydu:
-Müsellâh
(silahlı-AH) Dersimli çeteler boğazı kapattılar. Boğazı geçmek imkânsızdır. Merkezden
kuvvet istedim. Kuvvet gelir gelmez hemen eşkıya üzerine hücum edip boğazı
açacağım. Ancak bundan sonradır ki kafilenin emniyetle boğazı geçmesi mümkün
olabilir. (Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, 1.
Cilt, Türk Tarih Kurumu Basımevi-Ankara, İkinci Baskı: 1986, s. 199)”
Durum
ciddiydi. Dersim çeteleri, Kurtuluş Savaşı başlamadan boğmak istiyordu. Halkın işgalcilere
karşı ayağa kalkması karşısında emperyalistlerin safında yer alıyordu bu
çeteler.. Görev ertelenemezdi. Hele eşkıyaya hiçbir biçimde ödün vermek
düşünülemezdi bile. Atatürk ve arkadaşları, kurtuluş için gemileri yakarken bu
yola baş koymuşlardı bir kere. En küçük kararsızlık; yurdun her köşesindeki eşkıyayı,
bozguncuları, işbirlikçileri yüreklendirirdi. Bu nedenle Kemal Paşa, tehlikenin
üstüne yürüdü yaşamı boyunca yaptığı gibi. Jandarma subayını can kulağıyla
dinledi. Sonrasından arabadan inerek sordu:
“-Eşkıyanın
miktarı hakkında malumatınız var mı?
Zabit:
-Kat’i
malumatım yok...
Cevabını
verdi. Müteakiben Paşa’nın sualleri ve zabitin cevapları şöylece devam etti:
-Eşkıya
boğazın neresinde mevzi almış?
-Usulleridir.
Boğazın içine girmeye müsaade ederler. Kafilenin sonu geldiği zaman yolun iki
tarafını birden kapatırlar.
-Yani
biz boğaza gireceğiz, çıkmadan yolumuzun kapatıldığını ve arkamızın kesildiğini
göreceğiz, öyle mi?
-Evet…
-Fakat
ne eşkıyanın miktarı, ne de nerede pusu kurduğu hakkında sahih malumatınız yok.
-Müşahadeye
müstenid malumatımız yok. İstihbaratımızı arz ettim.
-Merkezden
ne kadar kuvvet istediniz?
-Bir
tabur istedim. Bir iki bölük de gelse olur!
-Gönderdiğiniz
haber kaç saatte buraya gelebilecek?
-Kıt’a
hemen yola çıkarılırsa yarın burada olur.
-Boğazı
temizlememiz ne kadar sürer? (Aynı yapıt, 200)” Mustafa Kemal’in astlarıyla
konuşmasındaki kullandığı dilin, dilindeki inceliğin ilgi çekmemesi olanaksız.
İnsanın mevkisi, işi, rütbesi ne olursa olsun oun varlığına saygı gösteriyor
Ulu Önder. Jandarma subayı, son soruya yanıt veremez. Subayın söyledikleri
varsayım. Oysa Kemal Paşa varsayımlara değil, olgulara göre davranır.
Mustafa
Kemal Paşa:
“-Arkadaşlar,
bu izahat ve telkine nazaran, Erzincan’a dönmemiz, eşkıyanın temizlenmesi ve
boğazın açılması için günlerce beklememiz lazım geldiği anlaşılıyor…
Diyerek,
mülakaatına devam etti:
-Biliyorsunuz
ki işimiz acele. Sivas kongresine gününde yetişmek mecburiyetindeyiz. Yol
programımızı değiştiremeyeceğimiz gibi, Kongre’nin açılmasını da geciktiremeyiz.
Gecikmemiz, bilhassa yollarda eşkıya var, diye gecikmemiz Kongre’yi felce
uğratır ve çığ halinde büyütülerek şayialarla Sivas’ta siyasi bir panik olur.
Ben, her ne pahasına olursa olsun vaktinde Sivas’ta bulunmak icap ettiği
kanaatindeyim. (Aynı yapıt, s.200-201)” Kemal Paşa, kararını vermiştir. Padişah
fermanlarını dinlemeyen devrimci, eşkıyanın tehdidine mi pabuç bırakacak?
“Paşa
sözlerinin bu noktasında sesinin tonunu biraz daha yükselterek ve
heyecanlandırarak:
Otomobilin birinde hafif mitralyözler var.
Osman Bey [O zaman yüzbaşıydı. Generalken öldü. Osman Tufan merhum] ve birkaç
arkadaş mitralyözleri ateşe hazır bulundurarak önden ilerlesin. Bizim arabalar
da kendisini takip etsin. Etraftan gelecek ateşlere ehemmiyet vermeyerek
otomobillerimiz bütün süratleriyle ilerlerler. Fakat önümüze eşkıya çıkar ve
yol kapatılmış olursa o zaman da hemen otomobillerden atlayarak ve derhal birer
mevzi edinerek mukabil ateşe başlarız.
Müsademe
sonunda ya muvaffak oluruz yahut da ölürüz. Ancak, tavsiyem şudur ki, böyle bir
hal vukuunda aramızda yaralanan ve ölenler bulunursa onlarla asla meşgul
olmayacağız. Sağ kalanlar için tek kişi dahi olsa hedefi Sivas’a ulaşmak teşkil
edecektir.
Dedi
ve gözlerimizin içine bakarak:
Benim
kararım bu, sizler de kabul ediyor musunuz?
Diye
sordu. İstisnasız:
-Tabii
Paşam…
Dedik.
Arabalara atladık. Paşa jandarma zabitine de şu emri verdi:
-Biz
gidiyoruz. Allaha ısmarladık. İsterseniz siz de boğaza doğru mevcut
kuvvetinizle ilerleyiniz. Biz bir müsademeye tutuşursak, belki bizi takviye
edebilirsiniz. (Aynı yapıt, s. 201)” Burada Kemal Paşa’nın dilindeki inceliğe
dikkat ediniz. Jandarma subayını buyruğundaki birlikle kendilerine katılıp
ölümü göze alması için zorlamıyor. Ayrıca aldığı karar konusunda arkadaşlarının
onayına başvurması da övgüye değer.
Mustafa
Kemal ve yanındakiler ölüme meydan okuyarak kurtuluş yoluna çıktılar. Tehlikelerin
üstüne gitmeden ve ölümü göze almadan kahraman olunmaz. Atatürk ve arkadaşları
ulusun sonsuza dek yaşamasın için ölümü göze aldıkları için kahramandırlar.
Kimse
karşı çıkmıyor Atatürk’ün bu kararına. Herkes silahını eline alıp ölümü göze
alarak eşkıyanın üstüne gitti. Boğazdan kimsenin burnu kanamadan geçildi.
Atatürk, bu kararında da haklı çıktı ve kazandı. Onu Atatürk yapan da ulusunu varlığını
tehlikeye düşürecek konularda gözünü budaktan sakınmaması ve yurdu için canını
vermeye hazır olması değil mi?
Adil
Hacıömeroğlu
16
Kasım 2024
Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal kurtarıcımiz kurucumuz baş komutanımız baş öğretmenimiz her şeyimiz aziz ATATÜRK huzurunuzda huşu içinde eğilir saygılarımı sunarım ne mutlu Türk'üm diyene
YanıtlaSil