TÜRK SUBAYI OLMAZSA TÜRK VATANI DA OLMAZ


Yemin töreninden sonra kılıç çatan, yıllardır okunup gelenekselleşen bir asker andını okuyan, ardından da topluca “Mustafa Kemal’in askerleyiz” diye bağıran içlerinde dönem birincisi Ebru Eroğlu’nun da bulunduğu teğmenler: İzzet Talip Akarsu, Serhat Gündar, Deniz Demirtaş ve Batuhan Gazi Kılıç Türk Silahlı Kuvvetlerinden ihraç edildi Millî Savunma Bakanlığı’nın buyruğuyla. Ayrıca Alay Komutan Vekili Albay Alper Topsakal, Tabur Komutanı Yarbay Halit Türkoğlu ve Bölük Komutanı Binbaşı Murat Öztürk’ün de görevlerinden ayrılmalarına karar verildi. Gerekçe de disiplinsizlik…

Atatürk, 31 Temmuz 1920’de Afyonkarahisar Kolordu Dairesi’nde Subaylara Hitaben yaptığı konuşma, tarihsel nitelikte. Bu konuşma, Türk subayının değerini, Türkiye için vazgeçilmezliğini anlamak için önemli.

“Arkadaşlar! İngilizler ve yardımcıları milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermişlerdir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve atıfetine borçlu değildir. Hiç kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete hürriyet ve bağımsızlık vermez. Milletlerde tabiaten ve yaratılıştan mevcut olan bu hak, milletlerce kuvvetle, mücadele ile mahfuz bulundurulur. Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkûm ve esir vaziyettedir. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp olunur.

Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lazımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder. Kuvvet ordudur. Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan vicdani imanıdır.

İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden alamaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar.

Her halde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz.

Bu hakikat karşısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti, ehemmiyeti ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkar. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 9, Kaynak Yayınları, Birinci Basım: Ekim 2002, s. 112)” Bu konuşmadan anlaşılacağı üzere emperyalistler; ülkemizi işgale, bölüp parçalamaya yeltendiklerinde ilk saldırdıkları Türk subayı ve ordudur. Subay olmadan ordu olmaz. Bu nedenle Türk subayı, ordunun belkemiğidir Atatürk’e göre.

Günümüzde de durum değişmedi. Balyoz ve Ergenekon kumpaslarıyla bu kez ABD emperyalizmi, ordumuzu çökertmeye çalıştı. Bu nedenle de birçok başarılı ve yurduna bağlı subayımız türlü iftiralarla görevlerinden çıkarıldı. Bağımsızlığımızın güvencesi ordumuzun kolsuz kanatsız bırakmak için saldırıya geçmişti emperyalizm ve onun içerideki işbirlikçileri. Bu saldırılar kısmen amacına ulaştı. Komuta kademesindeki Atatürkçü subayların yerine ABD/FETÖ’nün kiralık askerleri geldi ve ardından da 15 Temmuz gibi ülkemizin emperyalistlerce  işgaline yeltenen bir hain kalkışmaya tanıklık ettik.

“Dolayısıyla kuvvetin, ordunun vücudu için lazım olduğunu söylediğim kaynak -ki milletin vicdani imanıdır- mevcuttur. Ordu ise, arkadaşlar, ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulur. Malum bir askeri hakikat, felsefi hakikattir: ‘ordunun ruhu subaylardadır’. O halde subaylarımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu tamir edecek ve canlandıracak ve ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir.

Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce olan vazifesi budur.

Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır. Subaylar, izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve ferasetleriyle, giriştiğimiz bağımsızlık mücahadesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedirler.

Şahsi ve özel hayatları itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıflarının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler. Çünkü düşmanlarımız herkesten evvel onları öldürürler. Onları aşağılar ve hor görürler. Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzetinefisini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır. Şerefini korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına almaktır.

Dolayısıyla subay için ‘ya istiklal, ya ölüm’ vardır. Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız. (Aynı yapıt, s. 113)” 

Düşmanın subayımızı hedef aldığı koşullarda, ülkemizde hükümet edenlerin bu kervana katılması anlaşılamaz. Özellikle daha önce Ergenekon ve Balyoz kumpaslarında basın-yayın organlarında gördüğümüz linç kampanyası, şimdi de teğmenlerimizle ilgili yapılmakta. Ekranlara çıkan kimileri, genç subayları ordudan attırmak için seferber oldular. Bu kişilerin çoğu FETÖ kumpasları sırasında ekranlardan emperyalistlerin yalanlarıyla TSK düşmanlığını yayan kişilerdi ne yazık ki. Bu denli bir rastlantıya şaşırmıyoruz.

Kurtuluş Savaşı’mızın başından beri bölücüler, liberaller, dinciler (dini kullanarak ekonomik kazanç ve siyasal güç elde etmeye çalışanlar) ve vatansızlar sürekli Türk ordusuna saldırmaktalar. Emperyalizmin hizmetindeki bu güruhun Türk vatanını koruma gibi bir dertleri yok! Onların kişisel çıkarları, milletin yüksek çıkarının üstünde nedense. ABD isteğiyle yapılan her açılım döneminde Atatürkçü subaylara kıyılması rastlantı olmasa gerek. Bölücübaşı Öcalan, TBBM kürsüsüne çağrılırken vatanına bağlı genç teğmenlerin subaylık görevlerine son verilmesi büyük çelişki.

Atatürk’ün yolundan giden teğmenlerimizin ve Harp Okulu’ndaki yönetici konumundaki üç subayımızın yanında olmak vatanseverlik görevimiz. Bu görevden kaçmak olur mu hiç?

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  1 Şubat 2025