Dinçer
ve Esin, Muğla’nın bir köyünde yaz dinlencesini geçirmekteydiler. Bir gün
annesi, babası, ninesi, dedesi ve komşularıyla kır gezisine çıktılar. Komşu çocukları
da gelince gezi daha da neşelendi. Gittikleri yer, çam ormanıydı. Sık ağaçlı, koyu
gölgeli bu yerde yelin esintisini duyumsayıp yaz sıcağından biraz olsun
kurtulmaktı amaçları. Serin bir yerde konakladılar.
Büyükler,
yaygıları yere yaydı. Yiyecekler, sepetlerden çıkarıldı. Çocuklar da büyüklerine
yardım ettiler. Elbirliği, yardımlaşma olunca işler kolaylaştı. Büyükler, yaygılara
oturdular. Çocuklar ise ormanın güzelliğiyle büyülendiler. Bu nedenle ormanı tanımak
ve ağaçların, burada yaşayan canlıların dilini, özelliklerini öğrenmek için
gezintiye çıktılar.
Dinçer,
ilk kez böyle güzel bir ormana geliyordu. Bu nedenle de çok heyecanlıydı. Önce
kuş seslerine kulak kabarttı. Kuşlar, bir yandan öterken diğer yandan da daldan
dala uçup konuyordu. Onların bu devinimleri, çocuğun ilgisini çekti. Kuşları izlemek
ayrı bir mutluluktu onun için. Her yan böcek doluydu.
Çocuklar
bir yandan çamların yere düşmüş kozalaklarını topluyorlar, diğer yandan da söyleşiyorlardı
gördükleri canlılarla ilgili. Hiç durmadan öten bir böcek korosu Dinçer’in
ilgisini çekti. O, çocuklara sordu bu güzel ezgiyi söyleyen böceğin adını.
Duygu, gülümseyip yanıt verdi ona: “Bu böceğin adı, ağustosböceği…” dedi. “Yaz
boyunca saz çalıp en güzel ezgileri söyler ormana.” diyerek sürdürdü sözlerini.
Dinçer,
Duygu’ya: “Sağol!” dedi tüm içtenliğiyle.
Esin:
“Ben, bu ağustosböceğinin adını duymuştum. Annem bana bir kitap almıştı. Orada ‘Ağustosböceği
ile Karınca” öyküsünü okumuştum. Kitabın yazarı da anımsadığıma göre La
Fontaine idi. Yaz boyu saz çalıp ezgiler söylediğinden ve çalışmadığından kış
için yiyecek biriktirememişti. Bu yüzden kışın soğuk günlerinde acıktığında
karıncadan yiyecek istemeye gitmişti.” dedi. Çocukların çoğu, onun bu
anlatımını destekledi. “Biz de okumuştuk ağustosböceğinin bu acıklı öyküsünü.” dediler
hep bir ağızdan.
Çocukların
konuşmasını dinleyen yanında durdukları ağacın kabuğu üstündeki bir karınca,
ağzında taşımakta olduğu yiyeceğini ön ayaklarıyla tuttu düşmemesi için: “Dedikleriniz
doğru değil!” dedi. “Size, bunu yanlış anlatmışlar. Ağustosböceği, hiçbir zaman
kışın yiyecek istemek için benim kapımı çalmadı. Zaten onun toprak altındaki
beslenme kaynağıyla benim yuvamdaki yiyecekler çok farklı.” dedi konuyu
aydınlatmak için.
Çocuklar,
karıncaya verdiği bilgi nedeniyle teşekkür ettiler. Ancak tam olarak aydınlanmadılar
Bu nedenle konuyu ayrıntılarıyla öğrenmek istediler. Görkemli bir ağacın
dibinde durdular. Ağacın neredeyse her dalından bir ağustosböceğinin büyüleyici
sesi işitiliyordu. Sesler, hep aynı ezgiyi seslendiriyordu. Seslerin uyumu,
olağanüstüydü. Bu da çocukları ve ormandaki tüm canlıları büyülemekteydi.
Dinçer,
bir süre can kulağıyla dinledi ağustosböceği korosunu. Ardından başını yukarı
kaldırıp: “Ağustosböceği kardeş, karıncanın az önce seninle ilgili bize
anlattıkları doğru mu?” diye sordu.
Ateşböceği
yukarıdan: “Evet, doğru… Karıncanın söylediklerinin fazlası yok, eksiği var.” dedi.
Çocuk:
“Çok sağol! Benim adım Dinçer, sizin adınızı öğrenebilir miyim?” diye sordu.
Ateşböceği:
“Benim adım, Derin Sevi… Sizinle tanıştığıma çok mutlu oldum.” diyerek yanıtladı
onu.
Esin:
“Benim de adım Esin… Dinçer’le kardeşiz. Sizi tanıdığıma çok sevindim.” dedi gözleri
parlayarak.
Duygu
da kendini tanıttı sevinçle.
Esin:
“Adın niye Derin Sevi; bunun bir anlamı var mı?”
Derin
Sevi: “Olmaz mı adlarımızın anlamı hiç? Nasıl sizin adlarınızın bir anlamı ve
aile geleneklerinizle bir bağı, dünya görüşleriniz açısından bir önemi varsa
bizim adlarımızın da yaşamımız, yaşama biçimimiz, doğduğumuz yerle ilgili bir
anlamı var.”
Esin:
“Peki, senin adının Derin Sevi olmasının nedeni ne?”
Derin
Sevi: “Adımın konmasının nedenini anlatayım sizlere.”
Çocuklar
gözlerini dört, kulaklarını on dört açarak dinlemeye başladılar.
Derin
Sevi: “Annemiz Yüce Özveri, yumurtalarını yumurtlama borusuyla ağaçların taze
sürgünlerinin yarıklarına bıraktı. Altı hafta sonra yumurtalardan ben ve
kardeşlerim çıkmaya başladık. Ben ve kardeşlerim topluca doğduğumuz ağaç
gövdelerinden aşağı indik. Toprağı kazarak içine girdik. Burada ağaç köklerinin
özsularını emerek beslendik yıllarca.”
Duygu:
“Yıllarca, dediniz. Uzun süre toprağın altında mı kaldınız yoksa?” diye sordu
merakla.
Derin
Sevi: “Evet yılarca toprağın altındaydım. Tam tamına dört yıl toprağın altında
yaşadım. Dünyanın bazı yerlerinde ağustosböcekleri daha uzun süre kalıyorlar
toprağın altında. Örneğin, Amerika’daki türdeşlerimizin toprağın altında yaşama
süreleri on yedi yıl… Toprağın altında kaldığımız süre içinde yalnızca ağaç
köklerinin özsularıyla beslendim. Sabırla toprağın üstüne çıkacağım zamanı
bekledim. Bu süre içinde güneşi, yağmuru, fırtınayı duyumsamadım doğru düzgün.”
Dinçer:
“Peki, bu kadar uzun süre niye kaldın toprağın altında?”
Derin
Sevi: “Büyüyüp yetişkin olmayı bekledim. Olgunlaşıp sevgilime, eşime kavuşmak
için sabrettim orada.”
Dinçer:
“Toprağın altından çıkış zamanını nasıl anlayıp ayarladın?”
Derin
Sevi: “Büyüdüğümü fark ettim doğal olarak. Ergenlik dönemini geçirdim ve
yetişkin oldum. İçim, içime sığmıyordu artık. Yüreğimi bir sevi doldurdu. Sanki
ağaçlardaki dişi ateşböcekleri bizi çağırıyordu. İçimde durdurulamaz bir
devinim başladı. Bu devinimin getirdiği yüreklilikle ağaç gövdesinden tırmanarak
kendime uygun bir dala çıktım ve ötmeye başladım türümüze özgü bir ezgiyle.”
Esin:
“Söylediklerinizden anladığıma göre bu dallarda dünyanın en güzel ezgilerini
söyleyenler erkek ateşböcekleri, doğru mu?”
Dal
Güzeli, atıldı saklandığı yaprak kümesinin altından: “Evet, bu ezgileri
seslendirenler erkek ateşböcekleri. Bu ezgileri biz dişiler için söylüyorlar.
Bu güzel sesler, sevi ezgileridir. Bu ezgilerle bizim gönlümüzü kazanıp
yüreğimize girmeye çalışıyorlar. Bize ne denli sevi duyduklarını anlatmaktalar
durmaksızın. Günlerce yalvarıp yakarırlar bize. En sonunda biz, inanırız
onların sevilerine. Ben, Derin Sevi’nin sesine, söylediği sözlere hayran oldum
ve onu eş olarak seçtim bile.” dedi heyecanla.
Dinçer:
“Peki, Derin Sevi’yi seçtiysen neden bekletiyorsun onu. Niye şu yaz sıcağının
altında ona, bunu söylemiyorsun da sürekli ötüyor? Yazık değil mi ona?”
Dal
Güzeli: “Derin Sevi, benimle birlikte olduktan sonra yaşamayacak daha. Yaşamı
boyunca bir kez çiftleşecek ve yavruları yaşasın diye kendini feda edecek. Ben
ne denli naz yapıp birlikteliğimizi ertelersem o, o kadar çok yaşayacak. Hem de
bu zaman içerisinde tatlı ezgileriyle hem ormana hem de siz insanlara mutluluk
verecek.” dedi üzüntüyle ve az sonra yıllardır beklediği sevisini yitirecek
olmanın verdiği acıyla.
Esin:
“Ne kadar acı bir durum… Demek ki Derin Sevi, kendi yavrularının doğmasını
sağlamak ve sevisine kavuşmak için canını verecek öyle mi? Bu nasıl bir sevi
böyle?”
Derin
Sevi: “Öterken aynı dalda ya da ağaçta kalmayız. Biz uçucu böceklerden
olduğumuzdan ağaçtan ağaca uçarak uygun eş ararız. Boyumuz, üç ile beş santim
arasındadır. Bundan da anlaşılacağı gibi küçük böceklerdeniz. Boyumuza göre sesimiz
çok güçlü çıkar. Bu gücü de yüreğimizde yıllardır besleyip büyüttüğümüz seviden
alırız. Bizim için sevi çok önemli…”
Dinçer:
“La Fontaine adında bir yazar ateşböceklerini, tembelliğin simgesi olarak gösteriyor.
Bence bu doğru değil!”
Toprak
dile geldi konuşulanlar karşısında: “Ateşböcekleri tembel olur mu hiç? Yıllarca
benim koynumda ağaçların özsularıyla beslenip sevisini beklemek ne kadar zor ve
sabırlı bir iş. La Fontaine, doğayı iyi gözlemlememiş sanırım. Karınca,
biyolojik atıkları toplayarak kışın onlarla beslenir. Oysa ağustosböceği,
ağaçların özsularıyla yaşamda kalır. İkisi de benim yavrum… Karınca
çalışkanlığın, ateşböceği de sevinin simgesi. İkisini de koynumda büyütürüm. Birini,
diğerinden ayırmam.” dedi mutluluk duyarak.
Çam
ağacı söze girdi biraz da ivedilik gösterek: “Hem karınca hem de ateşböceği gezinir
dallarımda, gövdemde. Karınca gövdemdeki zararlıları toplayıp beni sağlığıma kavuştururken,
ateşböceği de güzel ezgilerle bana mutluluk verir. Özsularımı emerek biyolojik
dengemin sağlanmasına yardım eder. Üstelik o, bana zarar verecek özsuyu alır
köklerimden. Tıpkı siz insanların kimi zaman yaptığınız gibi... Arada sırada
kan verirsiniz değil mi? Kan vermeyi, bir bedensel yenilenme olarak görürsünüz
siz.”
Dinçer,
ağaca da toprağa da teşekkür etti verdikleri yararlı bilgilerden ötürü. Karıncaya,
Derin Sevi’ye, Dal Güzeli’ne minnet duydu çocukların hepsi. Yıllardır yanlış
bildikleri bir konunun doğrusunu öğrendikleri için çok mutluydular. Bu
mutluluklarını paylaşmak için koştular anne, baba, nine, dede ve komşularının
oturdukları gölgelik alana.
Adil
Hacıömeroğlu
30
Temmuz 2025
Adil hocam artık yazılarınız sadece gençlerin, yetişkinlerin değil çocukların bile ilgisini çekerek keyifle okuyacak yazılar.7 den 77 e herkesi yazdıklarınızla okutabilmek büyük bir hünerdir.Kaleminizin gücünü ve Türkçemize hâkimiyetini gösterir.Sizi tebrik ediyorum.İlgi ile yazılarınızı takip ediyorum.
YanıtlaSilBu arada hayvanların kendi arasında konuştuğu eserler çok okuduk.Siz hem hayvanları ateş böceği,karınca gibi hem de insanları konusturuyorsunuz.Artı toprak ve ağacı da eklemişsiniz.Enteresan ve ilgi çekici.Çok denenen bir metod değil sanırım.
Kalemine Efendi Kalan, Adil öğretmenim,
YanıtlaSilAğustos böceğinin yaşam döngüsünün doğal ve duygusal bir şekilde anlatılması ve çam ağacının kollarında buluşma metaforu.
🌿 Doğa Döngüsü ve Simgesel Buluşma
Ağustos böceği, gerçek hayatta yıllarca toprağın altında yaşar ve sadece kısa bir süreliğine yeryüzüne çıkar. Öykünüz ,bu biyolojik süreci edebi bir zarafetle işlemiş toprağın altında geçen yılların ardından çıkan böceğin “çam ağacının kollarında” buluşması, hem doğanın sürekliliğini hem de zamanın kıymetini simgeliyor.
Çam ağacı, burada yalnızca bir ağaç değil; aynı zamanda bir “sığınak”, bir “tanıklık mekânı” ve mevsimsel döngülerin sabit tanığı olabilir. Ağustos böceği ile karıncanın bu ağaçta yeniden karşılaşması, yaşam tarzları farklı olan iki karakterin “doğa” aracılığıyla yeniden kesişmesini simgeliyor.
Bu yaklaşım klasik masaldan farklı bir bakış açısı sunuyor: Biri çalışır, biri şarkı söyler değil; biri toprağın altında sabırla bekler, diğeri dallarda kışı karşılar. Zıtlık değil, doğal bir denge var. Bu yorum, hikâyeyi daha olgun, felsefi ve doğayla barışık bir çerçeveye yerleştiriyor.
Karınca, çam ağacında erzak toplayan bir varlık olarak “toprağa faydalı” olmak için çalışır; bu, üretkenliğin, çalışkanlığın sembolüdür.
Ağustos böceği, aynı ağacın dallarında şarkı söyleyerek “ruh kazandıran” sanatçı rolündedir; yani doğaya estetik katkı sağlar.
Zaman, iklim, çevre ve mevsim döngüsü sembolik olarak dalların arasında yaşanır, ve bu iki karakter bu döngüde birbirinden farklı ama tamamlayıcı roller üstlenir.
Çam ağacının dalları Doğal ortam, mevsim geçişi, yaşam alan sembolüdür ,
Karınca ve ağustos böceği çalışma sanat; üretkenlik vs estetik değer
Toprağa fayda vurgusu anlatılıyor.
Öyküyü keyifle okudum .Usunuza, yüreğinize sağlık👏👏🌿🌲🐦⬛🙏🏻🐞