ATACAN VE KARATAVUK


Atacan, doğduğundan beri her yaz zeytin ve üzüm diyarı Şarköy-Mürefte’ye dinlenceye gider. Fırsat buldukça denize girip yüzer. Kimi zaman da gezip dolaşır çevrede anne ve babasıyla. Doğadaki her şey onun ilgisini çeker: bitkiler, hayvanlar, köyler, dağlar, deniz, zeytinlikler, bağlar, özellikle de hayvan ve bitki ilişkileri…

Bir gün Mürefte’nin yukarısındaki Çınarlı Köyünde dolaşırken bir kuşla karşılaştı çalılıklar arasında Atacan. Kuş, çok ürkekti. Çalıların içinde saklanmaya çalıştı bir süre. Çocuğun, onu gördüğünü anlayınca gizlendiği yerden çıkıp kanat çırptı hızla. Yakındaki bir dut ağacına kondu. Yapraklar arasında tüyleri parlıyordu. Kuşun tüyleri, uçuşu ilgisini çekti onun. Kuş, kapkaraydı ve gagası parlak bir sarıydı. Gürültülü bir sesle öttü. Ötüşü çok ilginçti. Çocuk, kuşun yeniden ötmesini bekledi bir süre. Yeniden öttü bir daha. Ötüşünde ona “git” der gibi bir anlam vardı sanki. Bunu anlayan Atacan, onu ürkütmemek için devinimsiz kaldı bir süre.

Çocuktan zarar gelmeyeceğini anlayan kuş, yeniden öttü. Ancak bu kez ötüşünde bir dinginlik vardı. Çocuk, bu ötüşteki dinginliği görünce kuşla tanışıp konuşmaya karar verdi.

“Ben, senin gibi güzel ve devinimli bir kuşu ilk kez görüyorum. Senin türün ne? Bu arada benim adım Atacan, senin adını öğrenebilir miyim?” diye sordu daldaki güzelliğe.

“Benim türüme, siz insanlar ‘karatavuk’ dersiniz tüylerimin rengi nedeniyle. Böyle demekle haksız da sayılmazsınız. Benim adım ise Sarı Gaga…” diyerek yanıtladı onu kuş.

Konuşmaları işiten bir başka karatavuk gelip Sarı Gaga’nın konduğu dalın yanındaki dala kondu. Bunun gagası sarı değil, biraz soluktu sanki. Dikkatle baktı ona çocuk. Onun bakışını gören Sarı Gaga, çocuğa dönüp:

“Yanıma gelip konan kuşu merak ettin sanırım. O, benim eşim Boz Gaga. Yuvamızdaki üç yavrumuz uçmak üzere… Onların uçması için gün içinde arada sırada onları yalnız bırakıyoruz yuvada. Eskisi kadar yiyecek vermiyoruz ki onlara uçsunlar yuvadan. Artık onların kendi kanatları üstünde gökyüzünde durma zamanları geldi. Her yer börtü böcek kaynıyor. Meyve ağaçları, bizlere türlü türlü lezzetler sunmakta. Yavrularımız yuvadan uçarlarsa mevsimin bolluğundan iyice yararlanıp ve çok güçlenerek kışı, sağlıklı bir biçimde karşılarlar. Artık onlar, yetişkin sayılır. Boyuma erişmiş yavrularımız, kendi başlarının çaresine bakmalı değil mi?” dedi Sarı Gaga.

“Onların yuvadan uçmasını istiyoruz, ancak buradan onları gözetim altında tutuyoruz. Yavrularımızı, yuvadan ayrılıncaya dek korumak bizim görevimiz. Onları yalnız bıraktığımızı sanma.” diye konuya biraz daha açıklık getirdi Boz Gaga.

“Sizin anne ve baba olarak çocuklarınıza güvenmeniz, onlara özgüven kazandırmanız çok güzel… Bazı insanlar, sizin yavrularınızı yuvadan uçurmak için çabalamanızı yanlış anlayabilir. Onları, istemediğinizi düşünebilirler. Oysa siz, onlara yaşamda başarılı olmanın yolunu açıyorsunuz.” dedi Atacan düşünceli düşünceli.

“Yazın yiyecek bolluğu var doğada, dolayısıyla bu topraklarda. Doğadaki yiyecek ambarlarımızı keşfetmeli yavrularımız. Yoksa kışı geçirmek çok zor olur onlar için.” diyerek içini çekti Sarı Gaga.

Atacan: “Peki, yavrularınız doğada tek başlarına kaldıklarında neyi yiyip yemediklerini nereden bilecekler?” diye sordu.

“Onlara yumurtadan çıktıkları günden başlayarak bu topraklarda yiyebileceğimiz ne varsa sırayla getirip yedirdik. Yuvada olmalarına karşın, doğadaki yiyeceklerimiz konusunda epeyce deneyim kazandılar. Neleri yiyeceklerini görür görmez tanıyıp anlarlar.” diye yanıtladı onu Boz Gaga.

Atacan: “Yavrularınız yuvadan ayrıldığında dışarıda birçok tehlike ile karşılaşacaklar. Yırtıcı kuşlar, onları her an avlayabilir. Ayrıca kediler, ağaçlara tırmanıp onları yakalayabilir. Yılanlar hem yerde hem de ağaçlarda yavrularınızın yaşamını sonlandırabilir. Yavru kuşlar, yere indiklerinde köpekler büyük tehlike değil mi?”

Sarı Gaga: “Onlar doğdukları andan başlayarak bizler için tehlikeli olan canlılar konusunda uyarılır. Düşmanlarımız, yuvamıza yaklaştığında sessiz oluruz. Kimi zaman da onların dikkatlerini dağıtırız yuvamızın yerini belli etmemek için. Ayrıca yuvaya, yavrularımızın yemesi için getirdiğimiz yiyecekler de onlara dost ve düşman ayrımı konusunda deneyim kazandırır.” diye yanıtladı çocuğu.

“Desenize sizin yuvanız aynı zamanda bir okul, yani eğitim yeri… Orada yavrularınızı eğitiyorsunuz. Hem de verdiğiniz eğitim, yaşamda kalma eğitimi… Ne kadar güzel ve doğru bir eğitim…”

Boz Gaga: “Sizin anne ve babalarınız, size bizimkine benzer bir eğitim vermiyorlar mı?” diye sordu şaşkınlıkla.

Atacan: “Bazı anne ve babalar, çocuklarına çok fazla güvenmeyip yanlarından ayrılmasını istemez. Hele bazıları var ki yetişkin olsa bile çocuğuna güvenmez. Hep yanlarında olmalarını isterler nedense. Kimi anne ve baba, çocuklarının hangi mesleği seçeceğine, hangi spor ve sanat dalıyla ilgileneceğine karar verirler onlara sormadan.” diyerek yakındı.

Boz Gaga: “Böyle yetişirseniz başarısızlık sizin için kaçınılmaz olur.” dedi şaşkınlıkla karışık bir üzüntüyle.

Çocuk: “Zaten arkadaşlarımızın bazıları, şimdiden başarısızlığa tutsak oldular bile.” dedi üzüntüyle.

Atacan, sözlerini tamamladıktan sonra denize dönüp Marmara’nın güzelliklerine daldı bir an. Hava çok sıcaktı. Temmuz, içindeki yangını sanki doğaya püskürtüyordu. Toprak alev alev... Deniz bir buhar kazanı gibi... Karşı kıyılara sanki bir tül perde örtülmüştü. Marmara Adası, dev cüssesiyle ortada endam ediyordu. Yanı sıra Türkeli, Avşa ve Paşalimanı adaları denizin ortasında sıralanmıştı bir gerdanlık gibi.

Köyün alt yanındaki bir bahçede, sebze toplayan karı koca vardı. Belleri iki büklüm yeni olgunlaşmaya başlayan sebzeleri topluyorlardı. Az ilerdeki bir bağın içinde şapkalı biri, üzüm asmalarını kontrol ediyordu. Aşağıdaki zeytinlikte iki kadın, ağaç diplerinde bir şey arıyormuş gibi dolaşıyordu.

Karşıdaki erik ağacına bir karga kondu. Bir süre öttü, sonra çevresine bakındı ilgiyle. Sık dallı, bol yapraklı bir ağaçtan serçe topluluğunun ezgisi işitildi. Karatavuklar da bu ezgiye kulak kesildi Atacan’la.

Tembel bir köpek yanlarından geçti dili neredeyse bir karış dışarda, sıcaktan bunalmış, bitkin… Ne çocuğu ne de daldaki kuşları umursadı. Gitti, ineklerin yalağından dilini şaplatarak bolca su içti. Sonrasında evlere yakın, koyu bir gölgenin serinliğine attı kendini. Gözlerini kapayıp uykuya yattı öğlen sıcağında. Karasinekler; burnuna, gözkapaklarına, kulaklarına kondu. Önünden bir fare yavrusu geçti hızla, görmedi bile. Görse de yerinden kımıldayacak durumu yok!

Evlerin birinden bir horoz sesi işitildi. Ardından komşu evin önünde gölgede pinekleyen bir başka horoz uzun uzun öterek diğerini yanıtladı. Çok geçmeden bir tavuk gıdakladı ev sahibine çağrı yapar gibi. Belli ki yumurtladı.

Atacan, denizi izledi uzun uzun. Neleri düşledi bu sırada kim bilir? Marmara Adasının üstünden hafif bir poyraz serinliğiyle tenini okşadı bir anne şefkatiyle. Ona sıcağın altında soluk aldırdı. Mutlandı poyrazın serinliğiyle. Doğayı düşündü. Onun sayısız canlıya nasıl kucak açıp besleyip büyüttüğüne şaşırdı. Toprağın gücüne hayran kaldı. Tam da doğayla ilgili düşüncelere dalmışken Sarı Gaga’nın sesini işitti.

“Doğanın büyüsüne kapıldın sanırım arkadaşım.” dedi neşeli bir sesle. Ardından öttü tiz sesiyle. Sonrasında kanatlarını açıp kapayarak ve başını aşağıya doğru eğerek selamladı arkadaşını.

“Evet, doğru…” diyerek sürdürdü sözlerini: “Doğanın büyüsüne kapıldım.” deyip doğruladı arkadaşı kuşu Atacan.

Boz Gaga: “Biz de zaman zaman kapılırız doğa ananın büyüsüne. Konduğumuz daldan izleriz her yanı. Kimi zaman işe giden Çınarlı köylülerine bakarız. Onları ötüşlerimiz ve kanat çırpışımızla selamlayıp uğurlarız. Onlar da varlığımızdan, dostluğumuzdan memnun olduklarını gülümseyerek gösterirler bize” dedi kanatlarını açıp kapayarak. Sonrasında gagasını birkaç kez konduğu dala sürttü saygısı göstermek için.

Çocuk: “Siz, nelerle beslenirsiniz?” diye sordu kuşlara.

Boz Gaga: “Biz genel olarak meyve, salyangoz ve böceklerle besleniriz. Böcekleri yiyerek çiftçilere yardımcı oluruz. Bu böcekleri yemesek bu zararlılar, çiftçinin ürününün verimini düşürür. Birçok bitki sayrılığının yayılmasına yol açarlar. Bu nedenle insanların yaşamlarını kolaylaştırırız.” dedi biraz da övünerek.

Sarı Gaga, hafif bir zıplamayla kanatlarını açtı ve çocuğa daha yakın bir dala kondu. Heyecanla atıldı: “Boz Gaga unuttu sanırım. Biz karatavuklar, güz gelip de zeytinler olgunlaştığında bu güzel ve sağlık dolu meyveleri yeriz. Yani anlayacağın olgun zeytinleri bütün olarak yutarız. Sizin gibi çekirdeğini çıkarıp çöpe atmayız. Zeytinlerin etli kısımlarını sindiririz. Ancak çekirdekleri sindirmemiz olanaksız.  Çekirdeklerin sert, odunsu kabuğu, kursağımızda sert asitle ve küçük taşlarla biraz yumuşayıp incelir. İncelince çekirdeğin içindeki öz, rahatlar.  Yeryüzünde yalnızca bu çekirdekler, toprağa düşünce çimlenebilir. Bunun dışındaki zeytin çekirdekleri çimlenmez.” diye anlatırken sözünü kesti Atacan: “Onlar için zeytin ağacı oluyor mu, diyeceksin yoksa?”  

Doğanın çağrısına uyup dışkımızı yapmamız gerektiğinde özellikle geceleri yüksek tepelere, ağaçlara çıkarak içimizdeki zeytin ve başka meyvelerin tohumlarını doğaya bırakırız. Bırakma işini üstünkörü yapmayız. Çekirdeklerin birbirinden uzak noktalara düşmesine özen gösteririz. İşimizi doğru dürüst yapalım diye. Böylece o çekirdekler, zeytin ağacı olarak çiftçinin hizmetine girer. İnsanlar, bu fidelere “delice” der. Gelip aşılarlar onları daha çok verim almak, daha lezzetli zeytinleri üretmek için.” dedi gururlanarak.

Çocuk: “Bundan sonra her kahvaltıda zeytin yediğimde karatavukların tümüne teşekkür edip minnet duyacağım. Dünyanın en iyi, sağlıklı meyvesini üretmede sizin de katkınız var. Aslında siz bu çekirdekleri toprağa bırakırken kendinizin yemesi için de zeytin üretiyorsunuz değil mi? dedi.

“Evet..” diyerek doğruladı onu Boz Gaga.

Güneş boynunu büktü. Öğlen sıcağının etkisi azaldı. Miskince uyuyan köpek yerinden kalkıp havladı uzun uzun. Az sonra birkaç inek göründü otlamak için dışarı çıkan. Başlarında elinde değnekle bir çocuk vardı. Köpek arkalarından seğirtti.

Atacan’ın eve dönme zamanı gelmişti çoktan. Kuşlarla vedalaştı üzülerek. İki dosttan ayrılmanın üzüntüsü çöktü yüreğine. Kuşlar da üzüldü. Kanatları düştü, gözleri daldı. Onlara el salladı çocuk: “Hoşça kalın, yine görüşeceğiz. Fırsat bulursam, annemden ve babamdan izin alırsam sizinle söyleşmeye geleceğim ileriki günlerde.” dedi. Tam bu sırada bir erkek sesi işitti hemen yakınından. Bir adam gülerek yanına geldi. “Ben köy muhtarı Coşkun.” dedi gülerek ve sürdürdü konuşmasını: “Köyümüze gelip de bir tas ayranımızı ya da bir bardak sütümüzü içmeden gitmek olmaz.” diyerek konukseverliğini gösterdi muhtar.

Çocuk: “Benim adım da Atacan… Öneriniz, konukseverliğiniz için çok sağolun. Annemle babam da aşağıdaki ağacın gölgesinde beni bekliyorlar. Onlara bir sorayım.” dedi biraz da üzülerek.

Muhtar: “Sen üzülme yeğenim, onları da çağırırız. Gönlümüzde de evimizde de herkese yer var.” dedi mutlulukla.

Muhtarla gidip anne ve babasını çağırdı Atacan. Hep birlikte vardılar muhtarın evine.

Ev yakındı. Evin önüne konan sandalyelere oturdular. Muhtarın eşi konuklarına birer bardak ayran getirdi önce. Sonrasında ise birer tabak da meyve… Köyden birkaç çocuk da geldi tanışıp kaynaşmak için.

Gün kararmadan kalktılar yerlerinden. Vedalaşıldı istemeden. Atacan, eve geldi. Yatıncaya dek karatavuklarla zeytin ilişkisini düşündü. Gece düşünde karatavuklar, zeytin ağaçlarında daldan dala konuyordu.

                                                       Adil Hacıömeroğlu

 

 

 

 

 

1 yorum:

  1. Kalemine Efendi Kalan, Adil öğretmenim,


    Atacan’ın Karatavuk öyküsü, duygusal bir çocuğun hayvan sevgisini en saf haliyle yansıtıyor. Bu masalsı anlatım, çocuğun minik bir kuşa gösterdiği özen ve şefkatle, insan -hayvan arasındaki bağı yüceltiyor.
    Atacan’ın nazik yaklaşımı, duygudaşlık ve sorumluluk becerilerinin ne kadar güçlü olabileceğini gösteriyor çocuklar hayvanlara sevgiyle yaklaştıkça, kendi duygusal ve sosyal gelişimleri de destekleniyor .
    Karatavukla kurduğu içten bağ, sadece bir hayvanla değil, evrendeki canlılara karşı da nazik, koruyucu bir bakış açısı geliştiriyor çocukların doğa sevgisi ve empati yetisi böyle başlıyor.
    Kısacası, bu kısa ama etkileyici öykü minik bir yüreğin içindeki sevginin ne kadar güçlü, samimi ve öğretici olabileceğini gösteriyor. Atacan, Karatavuk’la kurduğu dostlukla bize; merhametin, şefkatin ve duygusal bağın önemini hatırlatıyor.Atacan gurur duyulası bir oğul ne mutlu size güzel yetişmiş👏
    Ruhunuza , yüreğinize sağlık.🙏🏻Kalemşnizle var olunuz👏🙏🏻🌿

    YanıtlaSil