BAŞKANLIK, TÜRKİYE’YE SİLAH ÇEKMEKTİR
İKİ TÜRK ŞEHİT: VOROVSKİ VE KARLOV
BU KAFAYLA MI TERÖRÜ YENECEKSİNİZ?
EY KONGAR, SEN KİMDEN YANASIN?
FETÖ’CÜLERİ SAVUNAN KILIÇDAROĞLU
MAYDANOZ HER ŞEYE KONUR, DEĞİL Mİ?
Pazar
günü… Evde uzun süredir sorun çıkaran onarım işleri var. Bense onarım işlerinde
oldukça beceriksizim. Beceriksizliğimden olacak, bu tür işleri hep ertelerim.
Anlaşılan bugün kaçış yok! Hanım sıkıştırıyor. El mahkûm, aldım çekici,
tornavidayı elime… Uzaktan bakanlar beni usta sanacak…
Önce
elektrik süpürgesiyle başladım işe. Uzun bir uğraştan sonra süpürgede kullanım
hatası(!) olduğunu belirledim. Ama yine de süpürge iş gördü. Şimdilik...
Bu
arada süpürge çalışmaya başlayınca evin temizlenip toplanmasında az da olsa
eşimle yardımlaştık. Atacan’ın kırdığı bir vazonun temizlenmesi özellikle benim
görevim oldu. Çünkü çocuğu ben şımarttığımdan(!) bu vukuatı işlediği kanısı
egemen olduğu için, vazo parçalarını elle yerden toplamak, ardından da süpürge
ile parçacıkları süpürmek benim işim doğal olarak...
Evin
temizlik işi bitince bir kapının onarımı işine giriştim. Ustalıktaki
beceriksizliğim çok belirgin. Ben, işe girişince Atacan da elinde çekiç, pense,
tornavidayla yardımıma koştu. Ben, çekiçle kapıya tıklayınca o da tıklatıyor
çekicini. Ben, tornavidayla vidaya yüklenince o da bir yerlerden vida sökmeye
çalışıyor. Benim yetersiz olduğumu sandığı yerde, tornavidamın yanında onun
tornavidası bitiyor anında.
Ben
zorlanınca bir vidayı sökmede, Atacan: “Bırak Adil, ben sökeyim onu.” diyor
boyuna posuna bakmadan. Vah Adil, vah düştüğün duruma bak! Bacak kadar çocuk,
senin beceriksizliğini anlamış durumda. Bir de bunu yüzüne vuruyor.
Neyse
Atacan’la onarım işini dostça sürdürüyoruz. Ama bir yere kadar… İş, bir yere
geliyor, gerçekten zorlanıyorum. O yetişiyor uzman edalarında. “Ben yapayım.”
diyor. Ben de: “Her yere maydanoz olma!” diyorum, hafif bir gülümsemeyle.
Beş
buçuk yaşındaki Atacan, bana yanıt veriyor: “Maydanoz her şeyin içine konur,
değil mi Adil?” O da hınzırca gülüyor karşımda.
Ergenlik
öncesindeki çocukların soyut kavramları kavraması zordur. Çünkü çocuklar, somut
düşünür her şeyi. “Her şeye maydanoz olmak” bir deyim... Deyimler, genellikle
değişmece anlamlı... Değişmecelerde soyutlama söz konusu... Benim sözüme bu
kadar çabuk karşılık vermesi hoşuma gidiyor. Ben de gülüyorum ve onu
kucaklıyorum. Onarım işi bitiyor. “Her şeye maydanoz olmak” deyimi ile ilgili
konuşuyoruz birazcık. Birazcık diyorum, çünkü annesinin yemek yedirme faslı
başlıyor. Ben de bilgisayarın başına
geçiyorum, günün özetini yazmak için…
4 Aralık
2016
BUGÜN PAZAR
Bugün
pazar… Evden çıkmama kararımız var. Haftanın altı günü büyük bir koşturmaca
içindeyim. Eve, az zaman ayırdığımın farkındayım. Bu da içimde bir yara…
Güzel
bir aralık sabahı… Sabahleyin erkenden uyandım. Öncelikle çayı demledim. Ben
çayla uğraşırken Atacan, kalkıp geldi. Az sonra da eşimin sesini işittim.
Kahvaltı elbirliğiyle hazırlandı. Kahvaltı masasına oturduk. Atacan, televizyon
izlemekte bir yandan. Tabi ki çizgi film… Günümüz annelerinin birçoğunun
yaptığı gibi eşim de Atacan’a beş kişilik yemek yedirme peşinde.
Atacan:
“Doydum.” diyor. Eşim: “Ne yedin ki?” diye karşı çıkıyor. Ben ise “Her canlı
kendini doyurur. Çocuk, acıkınca yer. Israr etme!” diyerek çocuktan yana tavır
alıyorum. Eşim: “Sana kalırsa bu çocuk acından ölür.” diyerek kızıyor. Atacan
ise uzattığım yardım eline sarılıyor.
Bilmiyorum
ilginizi çekti mi hiç? Günümüz annelerinin neredeyse tümü, çocuğunun yemek
yemediğinden yakınmakta. Aldığı kilolar nedeniyle soluk almakta güçlük çeken
bazı çocuklarının anneleri bile çocuğunun iştahsızlığından dert yanıyor. Bu
duruma güler misiniz, ağlar mısınız? “Çocuğumun iştahı yerinde.” diyen anneye
çok seyrek rastlamaktayız.
Çocuklarının
sürekli aç olduğunu düşünen anneler, nerede olurlarsa olsunlar tabak, çatal
ellerinde dolaşmaktalar. AVM’lerde, doğum günü partilerinde, düğünlerde, aile
ziyaretlerinde, parklarda, yemekli toplantılarda, plajlarda… usunuza gelen her
yerde çocukların peşlerinde çatal, kaşık, tabakla koşturan anneler...
Çocuk
oynayacak arkadaşlarıyla parkta. Olanaksız bu... Tam kaydırağın orta yerinde
ağzına bir çatal uzanmakta. Çocuk, arkadaşlarıyla çayır çimende koşup
enerjisini boşaltacak... Arkasından bir el çekiştirip ağzına bir şeyler
tıkıyor. Çocuk, mayosunu giymiş denize girecek. O da ne? Annesi yetişiyor
arkasından, köfteyi tıkıyor ağzına.
Dinlence
yörelerinde yabancı gezginlerle karşılaşıyoruz. Çocuklu yabancı aileler hep
ilgimi çeker. Bir Avrupalı annenin çatal, tabak elinde çocuğunun peşinde
koşturduğunu görmedim. Yurtdışına gittiğimde de böyle bir duruma rastlamadım.
Şimdi insanın usuna şu soru geliyor: “Bu yabancı ailelerin çocukları aç mı
geziyor?” Oysa onların çocukları daha gürbüz, daha hareketli... Özellikle
Avrupalı ailelerde ebeveynlerle çocuklar arasında bir şeyi yapma/yaptırma
konusunda bağırış, çağırış neredeyse yok.
Yabancı
gezginlerin çocuklarında ilgimi çeken bir noktada şu. Çocuklar yerlere çöp
atmadıkları gibi atılan çöpleri de toplamaktalar. Bu durum, bizim “Üzüm üzüme
baka baka kararır” sözünü anımsatıyor bana. Anne-baba yere çöp atmayınca çocuk
da çöpünü, çöp kutusuna atıyor. Ne yazık ki bizler toplum olarak öğüt vermeyi
çok seviyoruz. Doğru davranışı çocuklarımıza öğütlüyoruz, ancak
davranışlarımızla doğru örnek olamıyoruz onlara. Çünkü hâlâ “Hocanın dediğini
yap, yaptığını yapma!” sözü, toplumda geçer akçe.
Annelerin
çocuklarını doyurma telaşından ötürü gidilen davetten de geziden de tat
alınamıyor. Ne yazık ki çocuklar, masaya oturup yemeklerini yiyemiyorlar
anneleri yüzünden. Yemek yeme konusu, günün neredeyse tümünü kaplamakta. Bu
nedenle de çocuklarımız belli, birkaç tür yiyecekle beslenmekteler. Bu
tekdüzelik yüzünden çocuklarda damak tadı gelişmiyor.
Yaşı
kırkı geçmiş bir tanıdığım var. Birden çocuğu olan bir baba bu kişi. On, on beş
gün bir arada kalsanız üç gün kahvaltı ve akşam yemeğini aynı sofrada
yiyemezsiniz onunla. Çünkü annesi, ona ekmek arası özel yemek hazırlar. Kırk
yaşını aşmış bu “çocuk”, hâlâ bu yaşında “Onu yemem, bunu yemem!” diyerek naz
niyaz yapar. Çevremizde bu tür kişilere ne yazık ki çokça rastlamaktayız.
Çocukların
özgüvenlerinin gelişmesi için annelerin tabak, çatal, kaşık elde onların
peşinde dolaşmaktan vazgeçmesi gerek. Ne yazık ki annelerin hiçbir zaman
doymayan(!) çocukları, yaşamları boyunca yemek yemeyi öğrenemiyorlar.
Özgüvenleri gelişmiyor bu çocukların. Onların yaratıcılıkları bu yolla
törpülenmekte.
“Çocuğumun
iştahı yerinde.” diyen anneleri seyrek de olsa gördüğümde onları kutlayasım
geliyor. Elinde yiyecek dolu tabaklarla çocuk kovalamayan anneler gördüğümde
çok mutlu oluyorum, çocukların gelecekleri adına.
Evet,
bir pazar günümüz Atacan’ın yemek yemesiyle geçti. Kaç öğün mü? Bir öğün… Sabah
başladı yemek, akşama kadar sürdü; kısa aralarla. Atacan mı? Hep direndi,
tehditlere aldırmadan. Allah’tan şişman değil. Çok da hareketli…
Hep
şu soruyu soruyorum kendime: Acaba bu yemek yedirilmek için kovalanan çocuklar
ne zaman doyacaklar?
4 Aralık
2016