DOSTLUK MU, KORONA MI ÖNEMLİ?


Bugün Atacan’ın (9) dışarıya çıkma günü… Hava çok güzel… İstanbul’u kaplayan, görünmez kılan sabahki sis dağılmış, her yan günlük güneşlik... Gökyüzü pırıl pırıl… Neredeyse gün doğumundan gün batımına dek güneş alan evimiz sımsıcak. “Güneş girmeyen eve, doktor girer.” atasözünün gereğince camlarımızın çoğu açık…

Sonbaharın son günlerini yaşamaktayız. 21 Aralık’ta kış başlayacak. Aynı zamanda 21 Aralık’ta en uzun geceyi yaşayacağız. Kış gündönümü yaklaştığından güneş iyice yatay olarak vurmakta camlarımıza. Böyle olunca da sabahtan akşama dek güneş ışınları evimizin içinde.

Atacan, sabah dokuzdan beri altı derse girdi. Kimi zaman gönüllü, kimi zaman ise gönülsüz katılmakta derslere. Gün boyu evde oturmaktan sıkılmakta. Dört duvar arasında kalmak, onu devinimsiz kılmakta. Gezip oynayacağı, okula gidip sosyalleşeceği, boş zamanlarında İstanbul’u adım adım keşfedip ekinsel gelişim sağlayacağı, arkadaşlarıyla düşler kurup imgelemler oluşturacağı bir dönemde salgının çevremizi kuşatması, insanlarımızı aramızdan koparmasıyla zorunlu ev tutsaklığında ne yazık ki. Bu nedenle dışarı çıkması için her gün dört saati var. Bunun bir bölümünde dersler var. Bu nedenle dışarıya çıkıp gezeceği süre yaklaşık bir buçuk saat kadar…

Saat on dörde doğru dışarı çıktık. Hem alışveriş yapacağız hem de yürüyeceğiz mahalle arasında. Sokaklarda, velileriyle dolaşan çocuklar göze çarpmakta. Neredeyse herkes alışveriş telaşında… Atacan, yaptığım ufak tefek alışverişlerde bana yardımcı olmakta. Çocuk yaptığımız her işten, attığımız her adımdan sevinç duymakta, mutlu olmakta.

Henüz Bostancı’dayız. Sahile doğru yürümekteyiz. Yolda bir arkadaşımla karşılaştık. Selamlaşıp hal hatır sormadan sonra Atacan’la konuşmaya başladı arkadaşım. Tanışırlar ve mahallede karşılaştıkça söyleşirler. İyi anlaştıklarını söyleyebilirim. Konuşmalarının tam ortasında Atacan: “Siz kaç yaşındasınız, neden dışardasınız?” diye sordu.

Arkadaşım: “Altmış yedi…” dedi.

“Siz kurallara uymuyor, yasalara karşı geliyorsunuz. Dışarı çıkmamanız gerekirdi. Çünkü bu saatler çocukların zamanı. Sizi, ihbar etmek zorundayız.” sözleri, biraz da sesini yükselterek ağzından çıktı. Çevremiz kalabalık… Her yan insan kaynamakta… Hafta sonu yapılacak sokağa çıkma yasağı nedeniyle koşturmaca içinde herkes. Ben, “Sessiz konuş, arkadaşıma ayıp ediyorsun.” diyerek uyarmaktayım çocuğumu. Ancak o uyarılarıma kulak asmamakta, ses tonunu giderek yükselterek kızgınlığı artmakta. Arkadaşım birden zor durumda kaldı Atacan’ın bu tavrı karşısında. Arkadaşım: Biraz geciktiğimin farkındayım, bir tane ekmek alıp eve döneceğim.” dedi.

Çocuğu biraz sakinleştirdikten sonra arkadaşımla vedalaşıp ayrıldık. Hemen ardından Atacan: “Sen ne duruyorsun, ihbar etsene onu?” dedi bana.

Ben: “Arkadaşımı niye ihbar edeyim? Böyle bir şey yaparsam ayıp olmaz mı? Üstelik o, sana şaka yaptı, onun yaşı altmış beş yaşın altında.” dedim.

Çocuk: “Arkadaşlık mı önemli Kovid 19 mu? Dostluk mu, hastalık mı? Kurallar, yasalar mı önemli; yoksa tatlı birkaç söz mü?” diyerek “Arkadaşın, üstelik ergen taklidi yaparak yaşını gizliyor.” tümcesini ekliyor sözlerine. Az sonra kaşlarını çatarak: “Sen, yasalara niye saygı göstermiyorsun?” sözcükleri döküldü dilinden.

Yürüyüşümüzü sürdürdük. Yürürken usuma, Hz. Ali’nin “Gerçeğin hatırı, dostun hatırından üstün tutulmalıdır.” sözü takıldı. Yol boyunca yakamı hiç bırakmadı, hiç susmadı, takılmış plak gibi söylenip durdu iki saat boyunca.

Eve geldik sonunda. Kafamdaki soru: “Atacan mı haklı, yoksa ben mi?” sorusu…

                                                           4 Aralık 2020

 

 

2 yorum:

  1. Bence siz haklısınız. Benim de usuma iki gündür takılan soru şu: Toplum mu, hukuk mu? Bir toplumu salt hukuk kurallarıyla, hiçbir beşeri ilişki ve paylaşım gözetmeden bir arada tutabilir miyiz? Elbette toplumun oluşmasında da bir sözleşme unsuru olarak hukuk vardır. Hukuksuzluk da toplumun dağılmasına yol açar, ancak sanırım ölçünün kaçmaması için örf, gelenek, dostluk ve aile bağları gibi bağlar belli bir dengenin kurulmasında önem arz eder. Bunu biz nörobilimsel olarak beynin empatik ve semiyotik farkındalıkları olarak kategorize ederiz. Sizin tutumunuzda zihnin empatik kısımları baskın olmuş, Atacan'ınkinde semiyotik kısmı. Mesele bu iki zihin durumunun bir ahenk içinde çalışması. Buradan topluma çıkarsak, yazılı kurallar ile sosyal bağlar bir denge halinde yürümeli.
    Ülkemizde üzülerek görüyorum ki, bir hukuk fetişizmi var. Her derde deva olarak hukuk görülüyor. Ekonomiden sanayiye, sağlıktan eğitime bütün sorunlarımıza çözüm olacak reçetelerin orasına burasına hukuk serpiştiriliyor. Çocukların da bunu duyması ve bundan etkilenmesi mümkün.

    YanıtlaSil
  2. Atacan'ı kutluyorum , uyulması gereken kuralları benimseyip , uygulamakta kararlı davrandığı için ... Yeni nesil ya da belli yaşa kadar doğrularından asla vazgeçmiyorlar , kural varsa kayıtsız şartsız uyulmalı taviz yok .Aslında arkadaşınıza değer verdiği için de bu kadar tepki vermiş olabilir . Doğruları söylemekten çekinmeyen kararlı kişilikleri kabullenmekten başka çare yok .Bizlerin çocukluğu ile karşılaştırınca şaşıyor insan .Bizler boynumuzu eğip ağzımızı bile açamazdık. Ama gençlerin özgüvenli davranışları karşısında dostluk biryana sağlık daha önemli demekten başka çare yok.

    YanıtlaSil