“BU TUVALET KAĞIDINI DENEDİNİZ Mİ?”

 

        Koşuyolu’nda güzel bir cumartesi öğleni… Güneş arada sırada bulutlarla kucaklaşmakta. Güzden kalma bir gün…

        Anneler, çocuklarıyla gelmiş parka. Babalar çok az… Onların hep işi olur zaten. İşi başından aşkın adamlar çocuk gezdirir mi buralarda?

        Halı sahalarda, Koşu Yolu Spor Kulübünün minik futbolcuları umutla çalışmakta. Tel örgülerin dışı anne ve babalarla dolu. Kimi dayanamayıp çocuğuna bağırıp onu yönlendirmekte. “Topu iyi sür!” demekte belki de yaşamında topa ayak sürmemiş biri.

        Öte yandan bir anne: “İşini ciddiye almıyorsun oğlum!” diye çığlık atmakta.

        Bir başkası: “Arkadaşını gör, arkadaşını. Görmezsen nasıl pas vereceksin?” diye inlemekte.

        Giyimiyle kendini ünlü bir teknik direktöre benzeten adam; bir eli montunun cebinde, tespihli diğer eliyle bilmiş bilmiş seslenmekte oğluna: “Kafayı kaldır oğlum, kafayı.” Tel örgü boyunca yürümekte sürekli. Bu yürüyüş çift kale maçın ritmine göre. Çocuklarla gidip çocuklarla geri dönmekte.

        Ne diyelim? Umut yüklenen çocuklar…

        Köpeklerini gezdirenler, ilgi çekici…Kimi köpeklerinin ardından dışkılarını toplamakta ellerindeki poşetlerle. Dışkı toplayanlar arasında genç erkekler de var. Kendi çocuğu olsa altını temizleyip bezler miydi bu gençler?

        Parkı çevreleyen yeiçler, neredeyse dopdolu. Ekonomik bunalımın üst düzeyde olduğu bir dönemde ateş pahası bu kahvaltı, nasıl da insanların midesine oturmaz hayret etmekteyim. En az iki kişi var masalarda. Çoğu masalarda dört beş kişi bulunmakta. Birbiriyle konuşan az. Bir ellerinde çatal, diğerinde cep telefonu. Gözler ekranlarda. Be kardeşim birbirinizle konuşmayacak, ekrana kilitlenecektiniz de niye geldiniz buralara? Yoksa evinizde su mu çıktı?

        Birkaç aile parktaki büfede tost yaptırmış. Ağaçların önündeki oturaklarda ellerinde çay ve ayranlarla kahvaltı etmekteler. Böylece kahvaltıyı ucuza getirmekteler. Çocukları, yanlarında hem oynuyor hem de tostlarından ısırtıyor anneleri. Buradakiler, kendi aralarında söyleşmekteler.

        Susadım. Parktan yukarı doğru yürüdüm. Ünlü bir market var yolun karşısında. Döner kavşaktaki yaya geçitlerinden ağır adımlarla geçtim. Marketin önünde sebze ve meyveler bulunmakta. Portakal, indirimli... Kaçırmayayım. Bir torba aldım elime ve seçmeye başladım. Görevli bir genç geldi. Yeni portakallar getirdi. Onları koymadan eskilerin kasalarına bakıp sinirlendi. Kasaların bulunduğu blok beş altı santim öne doğru kaymış. Bir kişinin tutarak kaldırıp itmesi zor. Çünkü epeyce ağır görünmekte. Ama o, müşterileri suçlamakta. “Bak, ben yeni geldim. Ellemedim senin kasalarına.”

        “Yok abi, sana söylemedim. Sen yapmazsın!”

        “Nereden bu kadar eminsin benim yapmadığıma?”

        “Ben bilirim abi. Akşama dek bin bir türlü insanla karşılaşıyorum. İnsan sarrafı oldum. Bazı tipler vardır, onlar yaparlar böyle şeyleri.”

        Markete girip çıkanlara bakıyorum çoğu orta yaşın üzerinde. Birçoğu yürümekte zorluk çekmekte. Bu kişilerin bu kasaları çekmesi olanaksız.”

        “Bak yakışıklı adam, istersen suçlama insanları. Onların günahını alma. Belki de sen bu kasaları buraya koyarken hafifçe kaydırmışsındır yerinden.”

        “İşte, bu olmaz abi! Ben sabah erkenden gelip bunları tek tek yerleştirdim. Benim yapmam olanaksız. Ben işimi düzenli, dikkatli yaparım.”

        Artık söylenecek bir şey yok! Portakalları torbaya doldurup içeri girdim. Beş şişe su aldım. Kasaların birinin önündeki sıraya girdim. Önümde orta yaşlı süslü püslü bir kadın. Kasada güzel, bakımlı denecek genç bir kız. Kız, işini yapmakta ivedilikle. Kadının aldıklarını teker teker geçiriyor kasadan. Kadının ivediliği yok! Oldukça rahat… En son tuvalet kâğıdı geçti kasadan. İndirimli bir ürün… Kadın, paketi evirip çevirdi, bakıp inceledi. Sonrasında kasadaki kıza derin bir sesle: “Siz, bunu daha önce denediniz mi, nasıl?” diye sordu.

        Kız ne desin? Şaşkınca “Denemedim. Nasıl olduğunu bilmiyorum.” dedi.

        İçimden gülmekteyim. Belli etmemeye çalışıyorum. İçimden “A be kadın, bu markette çalışanlar, satılan ve özellikle de indirimli her ürünü nasıl denesinler? Diyelim ki denedi. Ne diyecek sana?

        “Bak Hanım Efendiciğim, bunu denedim. Kullandığımda eşsiz ve tanımsız bir haz vermekte. Bedenimi de tinimi de mutlu etmekte. Sizin yerinizde olsam birkaç paket alırım.” Böyle bir yanıt verseydi kasadaki kız, mutlu olacak mıydı kadıncağız acaba?

        Ah, kentimin yalnız insanı… Kahvaltı eden de çocuğunun büyük bir futbolcu olacağı umudunu her gün yükselten de köpeğinin dışkısını toplayan da tuvalet kağıdının niteliğini soran da nasıl bir yalnızlık, boşluk, amaçsızlık içinde.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       14 Ocak 2023

       

3 yorum:

  1. Adil bey merhaba…
    Bahsettiğiniz insan tipleri hiç şaşırtmadı beni, çünkü öyle sık rastlıyoruz ki bunlara. Ve maalesef her yerdeler her yerde.
    Elinde tespih, çocuğuna direktif veren baba (bence yumurta topuk ayakkabısının arkasına da basmıştır), müşteriye kızan görevli gibi…
    Ben yaşadığım şehiri çirkinleştirmek için elinden geleni yapanları ! eklemek isterim. Sokakta eşine bağırıp çağıranlar, marketten aldığı kasa fişini dışarı çıkar çıkmaz caddeye atan kadınlar-erkekler, okul etraflarında çocuklar tarafından yerlere atılmış cips ve çikolata kağıtları ve bu çöpleri hiiiç önemsemeyip, okul duvar diplerinde teneffüs sırasında sigara içip yerlere atan öğretmenler, yöneticiler. Ek olarak ikaz edenlere şiddetli tepki gösterenleri de unutmayayım.
    Haa bir de cübbe, sarık ve sakal üçgeni var.🥴🥴

    Çocukların evde öğrenemediğini, okulda öğreten cânım öğretmenlere selam olsun…

    Şükran Balekoğlu Yamak

    YanıtlaSil
  2. Hepsinin sebebi Suriyeli, Afgan, sakallı üçgeni! Bu üçgen maalesef AKP iktidarı ile peydâ oldu. Eskiden yakışıklı yeşilçam jönlerimiz Kartal Tibet bıyıklarıyla köşe bucak Anadolu'nun kültürünü ihya etmişlerdi. Redingotlu çobanlarımızın saksafon, abiyeli çiftçi hanımlarımızın viyolonsel çaldıkları, sokaklarda cıvıldaşan çocukların "old McDonald's had a farm" söylediği sıcak, huzurlu, gülsuyu kadar temiz, Robespierre kadar devrimci yıllar...

    YanıtlaSil
  3. Kaleminize sağlık Hocam. Ne güzel anlatmışsınız geldiğimiz ve getirildiğimiz toplumsal çöküntüyü.

    YanıtlaSil