8 NİSAN UTKUSU


                                                          
     Ellerinde molotof, sapan, sopa, taş yoktu. Ellerinde Türk Bayrağı, Atatürk posteri, ait oldukları partilerin ve derneklerin flamaları vardı.
      Yüzleri bezlerle kapalı değildi; çünkü korkup saklayacakları yaşamları, onları sonradan utandıracak eylemleri yoktu. Yüzleri aydınlık ve güleçti.
      Ceplerinde su şişesi ve limon vardı; biber gazına karşı ilaç olsun, diye. Ekmekler, azıklar paylaşılıyor, yedek yağmurluklar, ıslananlara veriliyordu.
     Bağırışlarında küfür, hakaret, ulusal değerlere saygısızlık, bölücülük yoktu. Yüz yıllardır halkımızı birleştiren türküleri coşkuyla söylüyorlardı. Türkülerde yedi bölge, dört mevsim vardı.
   Dillerindeki adalet haykırışı, demokrasi isteğiydi. Haksızlığa karşı hakkın sesi olmak için çırpınmaktaydılar. Uydurma delillerle, yalancı tanıklarla Silivri kalasında tutsak edilen yoldaşlarına destek olmaktı amaçları.
    Kimi akşamdan, kimi de gecenin kör karanlığında tarlalardan yağmur çamur demeden yürüyüp gelmişti geç kalmamak için. Kimileri ise kilometrelerce uzaktan çıkmıştı yola. Gecenin uykusuzluğuna, ayazına karşın gözlerinin içi gülüyordu.
       Gençler, göğüslerine “Tam Bağımsız Türkiye!” yazmıştı. Yılların özlemiydi bu.
       On binler “Atatürk’te birleştik!” diyordu inançla.
     Bariyerler kuruldu önlerine, Silivri Kalasına yaklaşmasınlar diye. Bariyerlere yürüdüler, dillerinde özgürlük, bağımsızlık ve adalet sloganları. Kolluk güçleri sıra sıra dizildiler. Mahkeme salonunda kargaşa. Görevli savcı ve yargıçlarda kaygı, korku.
     Diktatör emretti. Bariyerlere yürüyenlerin üzerlerine yağmurla yarışırcasına gaz bombası yağdı. Gözler yandı. Soluklar kesildi. Yere düşenler oldu. Düşenlerin imdadına arkadaşları koştu. Kadın, erkek, genç, yaşlılar yere düşerken ellerdeki bayraklar havaya kalktı. Ya yerdeki çamur al bayrağa değerse, lekelenirse şehidimin son örtüsü, nasıl yaşarım bundan sonra başım dik, diye düşündüler.
       Tazyikli su, yağmuru unutturdu. Sırılsıklam olanlar, az sonra üşümeye başladılar. Bariyerler yıkılınca kömür ateşinde demlenen çayı içercesine ısındılar. Yerde yatanla ayaktaki dostlar göz göze gelip gülümsediler mutlulukla. Ellerdeki bayrak kan kırmızısı ve sıcaktı. Dillerdeki şarkı umut yüklü bir bulut oldu. Silivri rüzgârıyla tüm ülkeyi dolaştı. Selamlar götürüp selamlar getirdi, memleketin dört bir yanından nazlı bulut.
Bariyerlerden coşkuyla geçtiler. Bayrağa, Atatürk’e, dostlarına minnet duydular sonsuza dek.
Gaz o kadar çoktu ki göğe sığmadı, rüzgâra karışmadı. Uçtu, uçtu mahkeme olmayan mahkemenin salonuna girdi, adaleti aradı. Sanıklar güldü, tanıklar hapşırdı, savunmanlar şaşırmadı, yargıç kurulu gözlerini ovuşturup kaçtılar topluca. Gazın binde birinin zekâtından kaçanlar geri dönmedi. Onları soluksuz bırakan, dizlerindeki dermanı kesen aslında adalet isteyen gök gürültüsüydü, gaz bahane…
Yurtseverler, Silivri çayırlarında gelincik oldular, güvercin olup kanat çırptılar maviliklere… Bulutlar gözyaşı döktü olanlara. Yuva yapan kuşlar dondu kaldı adaletsizlik karşısında. Guguk kuşu hukuksuzluk karşısında dilini yuttu. Gökyüzünde kanat çırpan martılar olanlara şaşırarak “Kara, hava, denizin de bir hukuku var. Bundandır ki biz balıklarla besleniriz.” dediler.
Yargıçlar kaçtı, savcı sıvıştı. Yere düşen kalktı. Limonlar şişedeki sular umar oldu canlara. Yağmur dindi, güneş bulutların arasından ufacık bir gülümsemeyle köşesine çekildi.
Diktatör tazyikli suyun ve biber gazının bir milim bile geriletemediği aydınlık yüzlü insanları düşündü. Sağına, soluna döndü, arkasındaki koruma ordusuna baktı, herkesin suratı asıktı. Titrek ve boğuk bir sesle: “Silivri’de yürüyenlere gaz ve su neden etki etmiyor?” sorusunu sordu oradakilere. Herkes şaşkınlıkla çevresine bakındı utangaç ve şaşkın. Kimse bu soruya yanıt veremedi. Diktatör, kara kara düşünmekte o gün, bu gündür… Bu gidişle de daha çok düşüneceğe benzemekte…
                                               Adil HACIÖMEROĞLU
                                               9 Nisan 2013

3 yorum:

  1. Harikasınız. Elinize, yüreğinize sağlık Adil bey.

    YanıtlaSil
  2. Bir şeyleri bilmek, görmek, farkında olmak mutlaka ki, çok önemli. Ama bunlardan çok daha önemlisi yürek herhalde. İşte o gün orada olanların bizlerden farkı belki de buydu. Biliyorlardı, görüyorlardı, farkındaydılar ama bir o kadar da yürekliydiler. Oraya gittiklerinde kendilerini neyin beklediğini bildikleri halde gene oradaydılar, yüreklerini ortaya koyarak. Yurtseverlik bizim yaptığımız gibi pc başında ahkam kesmekle olmuyor maalesef. Yüreğinizi ortaya koyamıyorsanız, o meşakkati göze alamıyorsanız sizin yurtseverliğiniz olsa olsa masal yurtseverliğidir. Bize onlardan çok miktarda lazım. İnönü'nün deyişiyle namuslular artık en az namussuzlar kadar cesur olmalı bu ülkede.

    Adnan Yiğiter

    YanıtlaSil
  3. Oradaki manzara ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi.

    YanıtlaSil