Doğu
Karadeniz köylerinde sonbahar güzel ve hızlı geçer. Mısır, fasulye, kabak, elma
ve kış armutları çabucak toplanır. Çünkü yağışların en uzun sürdüğü mevsimdir.
Toplanan ürünler ivedilikle yerleştirilir.
Güz
rüzgârları insanı esrikleştiren bir ılıklık taşır. Rüzgâr, en güzel kokuları
getirir. Kurumuş sebze, meyve ve ot kokusu insanın başını döndürür.
Kış
hazırlıkları bitime yaklaşırken güz yağmurları başlar. Hava kapanır, günlerce
açmaz. İnsanlar güneşe özlem duyarlar. Yağmur; tembel tembel, acelesiz yağar.
Yağmurların kesintisiz yağması, havayı ılıklaştırır. Hava yavaşça soğumaya
başlar. Kış, göz kırpar muzipçe. Bacalar daha yoğun tütmeye başlar. Kışlık
giysiler, çıkarılır elma kokulu sandıklardan.
Dağlar,
sırt sırta vermiştir adeta. Güneye doğru bakıldığında dağlar, sanki boy
sırasına girmiştir. Alçaktan yükseğe doğru sıralanırlar. Dağlardan inen
akarsular, evimizin bahçesine oturulunca fark edilirdi. Sular, koyu yeşil
örtüyü elleriyle yırtmış gibi sevgilisi denize koşar akar, akar, akardı.
Üç
mevsim yemyeşil olan dağlar, kış geldiğinde beyaza bürünür. Kar, önce en arkada
kalan, en yüksek dağın tepesine yağar. Gökyüzüne değen başı, ak duvakla
örtülür. Ak duvak, onu daha gururlu yapar. Duvağın yanlarından iki kol çıkar
ortaya. Önündeki dağı kucaklar, sarılır ona aşkla. Hele kaçamak bir güneşin
ışıltısında oluşan ak bulutlar da gelip oturdu mu dağın üstüne görünüm
eşsizleşir. Ak duvak büyür, daha da heybetlenir. Aklık, yeşili soğuktan koruyan
bir yorgan gibi yayılır tepelerin üstüne...
Bir
haftaya kalmaz, kar aşağıdaki tepelerin üstüne de konar ak güvercin gibi.
Birkaç hafta sonra dağların tepelerinde ak güvercinler kanatlanır. Arkada
bulunan yüksek dağlar tamamen beyaza kesilir. Yaylalar, kar altındadır artık.
Biz
çocuklar, her sabah erkenden uyanıp cama koşardık ilk yağan karı görmek için.
Bu, bir yarıştı. Karı gören çocuk, zamanın erken olduğuna bakmaz avazı çıktığı
kadar karı muştulardı ev halkına. Karın yağması, bir bayram havası estirirdi.
Sevinç ve heyecan doruğa çıkardı. Bu bayrama büyükler de katılırdı. İlk yağan
karla kartopu oynanırdı eller şişip dudaklar morarıncaya kadar. Ayaklar mı?
Onların yazgısı hep aynı olurdu. Ayakkabılar su çekerdi, ayaklar soğuktan
uyuşurdu.
Kartopu
oyunu bittikten sonra herkes aşhananın başında toplanırdı. Kalabalık ailelerde
ateşe sokulmak zorlaşırdı. Küçükler, büyüklerin bacaklarının arasından
ellerini, kollarını uzatırlardı ateşe. Az sonra ateşe yakın olanların üzerinden
buharlar çıkardı. Keten kokusu yayılırdı ortalığa. Islanan giysiler, böylece
kururdu.
Bir
şeyler yiyip dinlendikten sonra kardan adam yapmak için dışarı fırlardık.
Kardan adam yapılıp bitince kardan kaymak için herkes ne bulursa getirirdi:
Leğen, ağaçtan yapılan çamaşır teknesi, talika, muşamba, peyke örtüleri, okul
çantası...
Çocukluğumda
çay bitkisi yaygınlaşmamıştı daha. Mısır, fasulye tarlaları kışın bomboş
olurdu. Kar altında kalan karalahanaların oluşturduğu tümseklere takılırdık
kayarken kimi zaman. Çoğu zaman hızını kontrol edemeyen aile bireylerinden
biri, tarlanın aşağısından geçen küçük dereye düşüverirdi. Buz gibi sudan
çıkarılan kişi, hızla ocağın başına oturtulur, ısınması sağlanırdı. Yaş giysiler
hızla çıkartılır. Buz gibi sudan çıkarılan kişinin çenesi takır takır
takırdardı. Dişlerin hızla takırdaması yüzünden konuşamazdı bile.
Kış
gelince doğaldır ki hamsi de çıkardı piyasaya. Kışın tarımsal ürünü kıt olan
bir bölgede, hamsi çok önemli bir besin kaynağıdır. Köyümüzün yolu kışın çoğu
zaman kapalıydı. Zaten köyün tek taşıtı da kamyondu. Kamyonun çamurlu yolları
aşması oldukça güçtü.
O
zamanlar camilerde hoparlör yoktu. Duyurular, caminin tahta minaresine çıkarak
yapılırdı. Gür sesli biri “Yalı’ya hamsi geldi.” diye bağırırdı. Duyan,
duymayana haber verirdi. Tepelere, vadilere mısır tanesi gibi serpiştirilmiş
evler çabucak işitirdi hamsinin geldiğini. Dağınık yerleşim olmasına karşın,
iletişim çok hızlı olurdu. Bir haber, evden eve kuş olur uçardı. Köyün bir
başından öteki başına anında ulaşırdı haber kuşu.
Genç
kızlar, gelinler; delikanlılar, ayağından takati kesilmemiş orta yaşlı erkekler
yola koyulurlardı hemencecik. Sepetler, talikalar alınır. Zeytinyağı tenekeleri
sepetlerin içine konurdu.
Yalı
(Eskipazar) dediğimiz yer nedir ki, topu topuna on, on bir kilometrelik bir
yol. Giderken bayır aşağı neşeyle gidilir. Herkes birkaç kasa hamsi alırdı.
Kiloyla almazdı kimse Karadeniz’in bu bereketli balıklarını. Kasalar talikalara
yüklenir. Sepetle gidenler, hamsi kasasını zeytinyağı tenekesinin içine
boşaltır. Hamsiler sırtlanır. Yol uzadıkça yükler ağırlaşır. Çamurlu yokuşlar
aşılır teker teker. Evlere ulaşılır akşam kararırken. Hamsiler, bir çırpıda
ayıklanır. Evde herkes bir şey yapar. Kendiliğinden bir iş bölümü oluşur.
Nineler,
hamsili ekmek yapmak için kolları sıvar. Anneler bakır tavaların içinde mısır
unuyla hamsi pişirir. Çocuklar odun taşır ateşe. Yetişkin erkekler, kiremitte
hamsi yapmak için bahçede düzenek kurup ateş yakarlar.
Hamsi,
pişmeye başladığında kokusu yayılırdı dalga dalga. Bu bir doğa toyudur.
Buzdolabı olmadığından hızla tüketilmelidir derya kuzuları. Akşam doyuncaya
kadar yenir. Sabahleyin kahvaltıda, akşamdan kızarmış hamsiler ıhlamur ve mısır
ekmeği eşliğinde mideye indirilir. Bu nedenledir ki hala bazı sabahlar
kahvaltıda balık yerim.
Öğlen
olunca hamsili ekmekler çıkar ortaya. Lahana çorbasına arkadaş olur. Lahana
yoksa pazarisanın (içyağı ile yapılan bir fasulye yemeği) yoldaşıdır.
Hamsilerin
bir bölümü tuzlanarak küplere yerleştirilir yaz için.
Köyde
kimin kapısının önünden geçseniz hamsi kokusu kaplar ortalığı. Kış, belki de
hamsi yüzünden kazasız belasız atlatılır. İlacın, otacının olmadığı bir yerde
hastalıklar uzak dururdu kış mevsiminde insanlardan.
Kışın
defalarca Yalı’ya hamsi almaya gidilirdi. İnsanlar hamsiyi taşımaktan da
yemekten de bıkmazdı. Her seferinde yeni bir lezzeti tadıyormuş gibi coşkuyla
oturulurdu sofralara. Hamsi kokusu, kötü ruhları kovardı sanki köylerden.
Hamsinin
karaya vurduğu devirlerdi o zamanlar. Denizler kirletilmemiş, balıklar zehirlenmemişti
daha. Balık balık kokardı. Deniz cömert bir ana gibi beslerdi çocuklarını.
Poyrazlar delişmen, lodoslar ılıktı. Toprak, kimyasal gübrelerle tanışmamıştı
henüz. Geceler uzundu, hem de çok. Ay ışığında yıldızları yakalamaya
çalışırdık.
Akşam
oldu mu, elektriksiz köylerimiz kış geceleri ay ışığında karın parıldamasıyla
aydınlanırdı. Sabah kuşlarla yarışırdık yataktan kalkmak için. Genellikle
güneşten önce doğardık sabahlara.
Şimdi
ağzımızın tadı mı bozuldu; yoksa balıklar mı eski lezzetinde değil? Koskoca kış
geçmekte doludizgin, ağız tadıyla bir hamsi yiyemiyoruz. Hamsiyi kokutmamak
için özel çaba göstermekte herkes. Kokarsa kötü bir şey olacakmış gibi köşe
bucak saklanmakta hamsiler. Evlerde kızartmak çoğu zaman mümkün olmuyor.
Dışarıda yenildiğinde ise varılmıyor tadına.
Çocukluğumun
hamsi kokan köylerini özledim. Dizimizdeki dermanı, beynimizdeki erkeyi veren o
hamsiler değil miydi? Karlı, çamurlu dik yamaçları bize aşıran hamsi değil
miydi?
Zaman
zaman Karadeniz kıyılarına gider dalarım düşlere. Azak’tan kopup gelen
hamsilerin sudaki yolculuklarını düşünürüm. İnsanların çölleştirmekte olduğu
Karadeniz’e yüreğim yanar derinden derinden. İnsanoğluna bin bir bereketi sunan
bu denize yapılan vefasızlığı düşündükçe kahrederim. Ey doğa ana! Ey uçsuz
bucaksız umman! Sen çölleşmeyi hak ettin mi?
Adil
Hacıömeroğlu
4
Ağustos 2014
Ya üstat çok damardan oldu yazınız. Gittim geldim memlekete. Ne yazık ki unuttuğumuz tatlar ve de keyifler. Geri gelmesi olanaksız gibi. Yazık gerçekten.
YanıtlaSilDoğu Karadeniz yöresinin kış mevsimine geçişi ; kış hazırlıkları ; ilk karın verdiği heyecan ve karlı eğlenceler ne güzel anlatılmış bu anı da ! Çevreyi betimleme tümceleri de sanatlı , imgeli güzel bir biçemle karşımızda :
YanıtlaSil''' Gökyüzüne değen başı, ak duvakla örtülür. Ak duvak, onu daha gururlu yapar. Duvağın yanlarından iki kol çıkar ortaya. Önündeki dağı kucaklar, sarılır ona aşkla. Hele kaçamak bir güneşin ışıltısında oluşan ak bulutlar da gelip oturdu mu dağın üstüne görünüm eşsizleşir. Ak duvak büyür, daha da heybetlenir. Aklık, yeşili soğuktan koruyan bir yorgan gibi yayılır tepelerin üstüne...'' İşte bu tümcelerde görülen titiz dil kullanımı tüm yazılarında var A. Haciömeroğlu'nun. Bu anıda HAMSİ ; geçmişteki güzel , doyumsuz tadı ile , türlü pişirme yöntemleriyle yazının başlığında da yerini bulmuş. Geçmişteki kirletilmemiş doğaya ve denize özlemi de yüreklerimize kazımakta bu yazı . Teşekkürler Sn. A. Haciömeroğlu
ÖZGEN KARA
Adil bey merhaba..
YanıtlaSilOralarda doğmamış, yaşamamış biri olmama, talika ve pazarisanın ne olduğunu bilmememe rağmen, yazdıklarınızı kalbimin derinliklerinde hissettim. -2,5 yıldır rahatsız olan anneciğime sorsam da cevap alacağıma emin değilim-
Annemin, yaşamından örnekler vererek anlattıklarını, bu yazınızda tekrar, tekrar boğazımda bir yumru ile okudum..
Dediğiniz gibi maalesef, artık çoğu evde hamsi kızartılmıyor.
Şanslı bir kuşaktık, o yoktan var eden annelerimiz sayesinde, mahrum kalmadık biçok şeyden.. Biz de ondan gördüğümüz gibi fasulye turşularını, hamsi tuzlamalarını eksik etmiyoruz yaşamımızdan..
Elbette eski tatlarını hafızalarımızda yaşayarak..
Şükran Balekoğlu Yamak
Zaman yolculuğu yapar gibi oldum Sevgili Adil hocam. Ne güzel zamanlarmış...Ben en son 2013'te gittim Doğu Karadeniz tarafına. Hidroelektrik santraline karşı verilen tepkilere,kuruyan nehirlere, asırı mutsuz insanlara sahit oldum. Bu muazzam güzelliği yok etmeye calışanlar, nasıl büyük bir günaha bulandıklarının farkında değiller.
YanıtlaSilGürcistan sınırından Artvin'e,oradan da batıya ilerlerken içim acıyarak yolculuğu tamamladım. Yaylaların,dağların kudreti nefesimi keserken, icimden hep bu toprakların zarar görmemesi için Allah'a dua ettim..
Keyfim iyiden iyiye kaçmıştı.
Uzungöl'de yediğim hamsiden dahi keyif alamadım. Samsun'daki Bandırma müze gemisini gezip keyiflenen ruhuma Sinop mantısı eşlik etti. Oradan da ver elini İstanbul...