Antalya otogarına indik. Dışarısı yanıyor. Hava çok sıcak. Bu
nedenle içeri girdik. İçerisi biraz serin. Sırayla ayakyoluna gittik. Önce
zorunlu gereksinmeleri karşılamak gerek.
Ayakyoluna giriş üç lira. Para peşin… İçeri girmeden ağır bir
idrar kokusu yayılmakta her yana. İçerdeki koku, insanı daha çok rahatsız
etmekte. Üç lirayı alıyorsun, ancak sidikliklere bir teneke su dökmüyorsun gün boyu,
belki günlerce. İnsanların rahatlayacağı bir yerde, bu koku çekilmez. Büyükşehir
belediyesinin bu tür yerlerde denetimlerini artırması gerek.
Yükçelerimizi, bizi Antalya’ya getiren otobüs firmasının
önündeki ayakkabı boyacısına teslim ettik dışarıda azıcık dolaşalım diye.
Çıktık dışarı, ancak sıcak yakamızı bırakmıyor, soluk aldırmıyor bize. Biraz
gezindikten sonra içeri kaçtık deyim yerindeyse.
Karnımız iyice acıktı. Çevrede aşevi aradık. Otogarın üst
katında var bir tane. Girdik içeri. Akşama olmak üzere olduğundan yemekler
azalmış. Çalışanlar, ertesi günün hazırlığında. Bakınca bir esnaf aşevinin
havası var içerde. Yemeklerimizi söyleyip bir masaya oturuyoruz. İvedilik
göstermeden aşevinin serinliğinde karnımız doyurduk. Aşevinden çıkıp yükçelerimizi
aldık bıraktığımız yerden. Boyacı arkadaşı memnun etmeyi de unutmadık.
Otogardan havaalanına giden metromsu tramvayın durağına
yürüdük. Uzunca bir tünelden geçtik. En sonunda ulaştık durağa. Bineceğimiz
taşıt geldi. Bindik. Biraz yavaş gitmekte. Uğradığımız duraklarda inenden çok
binen olunca vagonlar iyice kalabalık oldu. Zaten çok az vagon var (Sanırım iki
tane…). Binenlerin çoğu, işten çıkanlar… Antalya gibi sıcak bir yerde vagon
sayısı artırılmalı. Gerçi serinleticiler çalıştığı için içerisi serin. Ancak
kalabalığın oluşturduğu bir havasızlık ve sıkışıklık var.
Antalya’nın bir başında öte başına dek geçtik raylı taşıtla. Olsun,
gezip görüyoruz. Beni en çok heyecanlandıran ise askerlik yaptığım Topçular’dan
geçmemizdi. Durağa geldiğimizde nizamiyeyi görünce heyecanlanıp mutlu oldum. Zamanımız
olsaydı inip bir dolaşmak isterdim dört ayımı geçirdiğim yerde. Acaba o
görkemli dut ağaçları yerlerinde mi? Gölgesinde serinlediğimiz salkım söğütler
ve zeytinler oradalar mı? Bu sıcak temmuzda yine kanaletlerden serin sular
akıyor mu? O serin suların içine yatıp sıcaktan korunan askerler var mı?
Altıncı bölükte (Eğitimden kaçanların saklandıkları arka bölüm. Bu adı,
askerlik yapanlar verdiler buraya. Bu taburda o zaman beş bölük vardı.) karpuz
satılıyor mu acaba? Kantinlerin çayları eskisi gibi lezzetli mi? Hele eğitim
aralarında içtiğimiz o olağanüstü ayran…
Düşlemler içinde havaalanına geldik. Son durak burası… İndik
yükçelerimizle. İç hatlardan içeri girdik. Oldukça kalabalık bir havaalanı. Aramalardan
sonra her şey yolunda. Bu aramaların sıkılığı beni mutlu etmekte. Çünkü sıkı
arama demek, güvenlik demek.
Peki, biz Dalaman dururken neden Antalya’dan geri döndük? Bu
soru, herkesin usundan geçecek. Nedenini açıklayayım. Bizim dinlence izlencemiz
yaklaşık bir yıl öncesinde belli oldu. O günlerde korona kol geziyordu. Gezip
tozma işi neredeyse unutulacaktı. Güney’de oteller boştu. Uçaklar yolcu
bulamıyordu. İşte, böyle bir zamanda eşim her şeyi ayarladı. Parayı peşin
ödedi. Bana gezimizin tarihini söyledi. Ben de birazcık kızdım ona: “Parayı çok
mu buldun da çarçur ediyorsun? Salgının sürdüğünün farkındasın değil mi?”
dedim. O, bana aldırmadı. Zaman içinde unuttum bu işi. Haziran gelince yol
hazırlıklarına başladı eşim. Sonunda dinlenceye gittik. Otellerde neredeyse
üçte bir ederiyle kaldık. Uçak biletleri sudan ucuz oldu. Bu nedenle böyle bir
seçim yaptık. Olsun, hem de gezdik. Ayrıca dinlencemiz çok ucuza geldi.
Havaalanı içindeyiz. Kimi zaman oturmaktayız. Sonrasında sıkılıp
dolaşıyoruz. Bu arada Aydınlık gazetesini aldım marketten. Onu okudum. Yiyecek,
içecek ateş pahası. Burada acıkmayacaksın, susamayacaksın. Ederinde satılan bir
tek gazete. Havaalanlarında silahsız soygun var. Bire on, on beş, hatta yirmi
kazançlar var satılan ürünlerde. Kör tuttuğunu öper deyimini gerçek kılmakta
buradaki satışlar.
Uçağımızın kalkmasına bir saat kala gecikme olacağı
bildirildi bize. Ne zaman, zamanında kalktı ki bu P… havayolları? Bir kez
zamanında kalktı, onda da ben uçağı kaçırdım. Söylenen gecikme saati epey
geçildi, en sonunda uçak geldi. Bindik.
Uçağımız, gecenin karanlığında gökte süzülmekte. Atacan,
gidişte olduğu gibi dönüşte de kıstırık (sandviç) yedi. Bu çocuğun iştahı,
uçağa binince açılıyor nedense. Bir süre sonra kaptanımız, Sabiha Gökçen için
alçalmaya başladığımızı söyledi. Uçağımız birden sarsılmaya başladı. Karşı
koltukta oturan ve başka bir havayolunda pilot olan biriyle söyleşmekteydim
uçuş sırasında. Sarsıntının nedenini sordum. “Yalova üstündeyiz. Buradaki
rüzgargülleri nedeniyle sarsılıyor uçak.” deyince ben şaşırdım. Kocaman uçak,
rüzgargüllerinden nasıl etkilenir diye.
Pilot: “Antalya’daki seralar, Güneydoğu’daki tarla ve
bahçelerdeki aşırı sıcaklar nedeniyle olan buharlaşmalar da uçakları etkiler.” deyince
şaşkınlığım arttı. Olsun, bu sarsıntıların tehlikeli olmadığını öğrendim.
Ayrıca bilmediğim bilgileri dağarcığıma not ettim.
İstanbul’a geldik. Uçağımız gecikmeli kalkmasaydı belediye
otobüsüyle varacaktık evimize. Son otobüs çoktan kalktı. Tek seçenek taksi… Anlaşılacağı
üzere gecikme, yolculara ek giderle yüklemekte. Şansımıza güler yüzlü,
söyleşmekten hoşlanan bir sürücüyle karşılaştık. Türkiye’yi kurtara kurtara
evimize ulaştık. Gece yarısı olmuştu. Pencereleri açarak evin havalanmasını
sağladık. İlk işim balkonumdaki bahçeme bakmak oldu. Sulanmadıkları için
kuruyan salatalık, biber, maydanoz, marullara üzülerek baktım. Birkaç biberle
bir marul bu susuzluğa direnerek ayakta kaldı. Evdeki çiçeklerimizden kuruyan
olmadı. Bu güzel bir durum. Saksıları temizleme işini sabaha bırakarak yattık.
Yorgun ve yolculukla dolu bir günden sonra İstanbul’da,
evimizdeydik. Artık düş bitti. Günlük yaşamımızın gerçekleriyle yüzleşme
zamanı.
Adil
Hacıömeroğlu
1
Ağustos 2022
Bir yazıya askerlik anıları, havayolu işletmeciliğini eleştirel bakış açısıyla görmek, bilgi içeren söyleşiler kurmak sığar mı ? Söz konusu Adil Adalet Hacıömeroğlu olursa sığar. Teşekkür ederim Değerli Hocam
YanıtlaSil