14 Temmuz Perşembe günü… Dinlencemizin Fethiye ayağı da
bitti. Artık ayrılma zamanı… Kahvaltıya inmeden önce eşyalarımızı topladık.
Yükçelerimizi hazırladık. Kaldığımız odaya bir göz gezdirerek unuttuğumuz bir
şey var mı diye baktık. Her şey tamam… Üçümüz birer yükçe alarak ben de ek
olarak sırt çantasını sırtlayıp aşağıya indik. Yükçelerimizi otelin girişine
bırakıp kahvaltıya geçtik.
Havuza yakın bir masada oturduk. Kahvaltıyı sıkı yapmalıyız. Yolumuz
uzun… Otogara gidip oradan Antalya’ya geçeceğiz. Gece de Antalya’dan uçağa
bineceğiz. Geç kalmamalıyız. Otobüsümüz 13.15’te kalkacak.
Kahvaltıdan sonra biraz ayak sürüdük, söyleştik. Zaman
yaklaşınca otelin önünden geçen bir taksiyi durdurup bindik. Yol açık. Düşündüğümüzden
daha erken vardık Fethiye otogarına. Otobüsümüzün gelmesine daha çok var. Otogarın
yanındaki bir AVM’ye girdik nasıl olsa iklimdirmeler çalıştığı için serindir
diye. Dışarının kavurucu sıcağından kurtulduk böylece. Dolaştık biraz. Eşim, giyim
mağazalarına daldı sanki İstanbul’da yok bunlardan. Buradaki AVM’de yer alan
mağazalar, hep bilindik markalar. Özgün bir marka ve ürün yok!
Atacan’la ben serinliğin tadını çıkarıp dolaşırken çocuk, İskender
kebapçı gördü. Birden “Bana acıktın mı?” diye sordu. Ne demek istediğini
anladım. İskender yiyecek. Oturduk, kendine İskender ve içecek söyledi. O, yerken
benimle söyleşti. Ardından eşim gelince kalktık.
Otogardayız. Otobüsümüzün kalkış saati yaklaştı. Dışarıda
bekliyoruz söyleşerek ve ülkemizin farklı yerlerine giden yolcuları izleyerek.
Bu arada bir şeyden söz etmeden geçemeyeceğim. Oldum olası
kent, kasaba, köy, semt, mahalle, cadde, sokak adlarını merak ederim. Birçoklarının
adı tarihseldir. Bu adların tarihini öğrendiğimde çok mutlu olurum.
Fethiye’ye gittiğimiz ilk günden itibaren gördüğüm kişilere,
bu ilçenin adının nereden geldiğini sordum. Doğru yanıt veren iki ayrı dolmuşun
sürücüsü oldu. Çoğu kişi, yaşadığı yerin tarihi konusunda çok bilgisiz. Bu
konuda, yurttaş bilgilendirilmeli. İçinde merak duygusu uyandırılmalı. Soru sorma
alışkanlığı, çocukluk döneminde bireylere kazandırılmalı.
Likyalılar döneminde Fethiye’nin adı, Telmossos. Kent, tarih
boyunca birçok işgale uğramış, türlü uygarlıklarla tanışmış. Doğu Roma
döneminde buranın adı, Meğri (Makri) olmuş. 1282’de Menteşe Bey tarafından
fethedilmiş, ancak adı değiştirilmemiş. 1934 yılında adı Fethiye yapılmış.
Neden mi?
İlk Türk tayyarecilerinde Fethi Bey, silah arkadaşı Sadık Bey’le
8 Şubat 1914’te İstanbul-Kahire seferine çıkarlar. Konya, Ulukışla, Adana,
Humus, Şam üzerinden Kahire’ye gitmek için havalanırlar. Uçak, 27 Şubat 1914’te
Şam’ın Teberiye ilçesi Şimiriye bucağı yakınlarında düşer. İki havacımız şehit
olur. Havacılık tarihimizin ilk şehitlerindendir Fethi ve Sadık beyler. Cansız
bedenleri, Şam’daki Selahattin Eyyubi Türbesi haziresinde toprağa verilir. İşte,
ilk hava şehitlerimizden Fethi Bey’in adı verildi bu güzel ilçeye, analar Fethi
Bey gibi yurtseverleri doğurup yetiştirsin diye. Sadık Bey’in adı da İstanbul-Bakırköy-Yenimahalle’de
bir sokakta yaşamakta.
Otobüsümüz, gecikmeli olarak geldi. Yükçelerimizi, yüklüğe
koyup yerlerimize oturduk. Arabanın içi serin… Çok geçmeden Fethiye’den çıkıp
Antalya yolun girdik. Yol boyunca köyler var. Gelirken gördüğümüz köyleri
görünce tanıdık biriyle karşılaşmışım gibi seviniyorum. Bu kez yerleşim yerleriyle
ilgili daha ayrıntılı düşünmekteyim. Yaz sıcağına aldırmadan bahçelerde, tarlalarda,
seralarda çalışanları gördükçe otobüsü durdurup boyunlarına sarılmak geliyor
içimden. O üreten kutsal elleri öpmek istiyorum. Oturup onlarla yarenlik etmek ne
güzel olurdu…. Dert ortaklığımı acaba kabul ederler mi? Düşüncelerini,
düşlerini dinlemek isterdim. Onların kocaman yüreklerine dokunmak, benim için
ne büyük mutluluk olurdu.
Doğaya, köylere dalıp gitmişken otobüsümüzün mola verdiğini
işittim. Düşlerimi yollara bırakıp indim arabadan. Zorunlu gereksinmelerimizi
karşılayıp birer bardak çay içtik. Muğla'nın son yerleşim yeri Bekçiler’de. Denizden
epey yüksekteyiz. Hava çok sıcak değil. Tesisin yanındaki evde tavuklar var.
Biraz onlarla ilgilendik. Derken mola süresi bitti. Yolculuğumuz yeniden
başladı.
Söğüt’ten geçiyoruz Korkuteli’ne varmadan. Oturup bir Söğüt
kahvesinde çay içmek isterdim. Bir gün kendi taşıtımızla buradan geçersek bu
çayı içeceğim.
Tekerlekler durmadan dönüyor, bizi taşımak için. Korkuteli göründü
yalnız, kuru, yaslı. Yavuz Selim’in öldürtmeyeceğine söz verdiği halde kardeşi bilge
Korkut’u yakalatıp boğdurduğu yerdir bu topraklar. Burayı da gezmem gerek ilk
fırsatta. Korkut, boğulurken feryadından bir zerre kalmış mıdır diye
bakmalıyım, kulak kabartmalıyım dört bir yana. Sonrasında bilge adam Korkut’un
öldürülmesinden pişmanlık duyan Yavuz, buraya çok sevdiği, bilgisine, zekasına
hayran olduğu kardeşinin adını verdi. Kim bilir Korkut, onu affetmiş midir,
Tanrı bu günahını bağışlamış mıdır?
Değişik düşünceler uçuşmakta usumdan bir kuş gibi. Kimi
güvercin gibi… Kimi ise avını arayan kartal gibi… Düşünürken Antalya’ya
yaklaşmışız bile. Antalya girişindeki çam ormanlarında bir piknikçinin dumanını
görünce içim titredi. Otobüsümüz kente girdi. Çok geçmeden otogardaydık.
Zamanlı geldik. Karnımız doyuracak, zorunlu
gereksinmelerimizi karşılayacak kadar vaktimiz var. Hatta yeni düşler bile
kurabiliriz.
Adil Hacıömeroğlu
31
Temmuz 2022
Düşleriniz hiç bitmesin Hocam. Paylaşımlar ve yazılar ile bizlere de geçiyor. Köyler, ilçeler, iller hatta mezralar adlarını nereden almışlardır. Bu benimde çok ilgimi çeker. Hiç biri nedensiz değildir. Fethiye gibi. Fethi Bey'in ruhu şad olsun.
YanıtlaSil