FETHİYE’DEN AYRILIŞ (Dinlence Yazıları 20)


        14 Temmuz Perşembe günü… Dinlencemizin Fethiye ayağı da bitti. Artık ayrılma zamanı… Kahvaltıya inmeden önce eşyalarımızı topladık. Yükçelerimizi hazırladık. Kaldığımız odaya bir göz gezdirerek unuttuğumuz bir şey var mı diye baktık. Her şey tamam… Üçümüz birer yükçe alarak ben de ek olarak sırt çantasını sırtlayıp aşağıya indik. Yükçelerimizi otelin girişine bırakıp kahvaltıya geçtik.

        Havuza yakın bir masada oturduk. Kahvaltıyı sıkı yapmalıyız. Yolumuz uzun… Otogara gidip oradan Antalya’ya geçeceğiz. Gece de Antalya’dan uçağa bineceğiz. Geç kalmamalıyız. Otobüsümüz 13.15’te kalkacak.

        Kahvaltıdan sonra biraz ayak sürüdük, söyleştik. Zaman yaklaşınca otelin önünden geçen bir taksiyi durdurup bindik. Yol açık. Düşündüğümüzden daha erken vardık Fethiye otogarına. Otobüsümüzün gelmesine daha çok var. Otogarın yanındaki bir AVM’ye girdik nasıl olsa iklimdirmeler çalıştığı için serindir diye. Dışarının kavurucu sıcağından kurtulduk böylece. Dolaştık biraz. Eşim, giyim mağazalarına daldı sanki İstanbul’da yok bunlardan. Buradaki AVM’de yer alan mağazalar, hep bilindik markalar. Özgün bir marka ve ürün yok!

        Atacan’la ben serinliğin tadını çıkarıp dolaşırken çocuk, İskender kebapçı gördü. Birden “Bana acıktın mı?” diye sordu. Ne demek istediğini anladım. İskender yiyecek. Oturduk, kendine İskender ve içecek söyledi. O, yerken benimle söyleşti. Ardından eşim gelince kalktık.

        Otogardayız. Otobüsümüzün kalkış saati yaklaştı. Dışarıda bekliyoruz söyleşerek ve ülkemizin farklı yerlerine giden yolcuları izleyerek.

        Bu arada bir şeyden söz etmeden geçemeyeceğim. Oldum olası kent, kasaba, köy, semt, mahalle, cadde, sokak adlarını merak ederim. Birçoklarının adı tarihseldir. Bu adların tarihini öğrendiğimde çok mutlu olurum.

        Fethiye’ye gittiğimiz ilk günden itibaren gördüğüm kişilere, bu ilçenin adının nereden geldiğini sordum. Doğru yanıt veren iki ayrı dolmuşun sürücüsü oldu. Çoğu kişi, yaşadığı yerin tarihi konusunda çok bilgisiz. Bu konuda, yurttaş bilgilendirilmeli. İçinde merak duygusu uyandırılmalı. Soru sorma alışkanlığı, çocukluk döneminde bireylere kazandırılmalı.

        Likyalılar döneminde Fethiye’nin adı, Telmossos. Kent, tarih boyunca birçok işgale uğramış, türlü uygarlıklarla tanışmış. Doğu Roma döneminde buranın adı, Meğri (Makri) olmuş. 1282’de Menteşe Bey tarafından fethedilmiş, ancak adı değiştirilmemiş. 1934 yılında adı Fethiye yapılmış. Neden mi?

        İlk Türk tayyarecilerinde Fethi Bey, silah arkadaşı Sadık Bey’le 8 Şubat 1914’te İstanbul-Kahire seferine çıkarlar. Konya, Ulukışla, Adana, Humus, Şam üzerinden Kahire’ye gitmek için havalanırlar. Uçak, 27 Şubat 1914’te Şam’ın Teberiye ilçesi Şimiriye bucağı yakınlarında düşer. İki havacımız şehit olur. Havacılık tarihimizin ilk şehitlerindendir Fethi ve Sadık beyler. Cansız bedenleri, Şam’daki Selahattin Eyyubi Türbesi haziresinde toprağa verilir. İşte, ilk hava şehitlerimizden Fethi Bey’in adı verildi bu güzel ilçeye, analar Fethi Bey gibi yurtseverleri doğurup yetiştirsin diye. Sadık Bey’in adı da İstanbul-Bakırköy-Yenimahalle’de bir sokakta yaşamakta.

        Otobüsümüz, gecikmeli olarak geldi. Yükçelerimizi, yüklüğe koyup yerlerimize oturduk. Arabanın içi serin… Çok geçmeden Fethiye’den çıkıp Antalya yolun girdik. Yol boyunca köyler var. Gelirken gördüğümüz köyleri görünce tanıdık biriyle karşılaşmışım gibi seviniyorum. Bu kez yerleşim yerleriyle ilgili daha ayrıntılı düşünmekteyim. Yaz sıcağına aldırmadan bahçelerde, tarlalarda, seralarda çalışanları gördükçe otobüsü durdurup boyunlarına sarılmak geliyor içimden. O üreten kutsal elleri öpmek istiyorum. Oturup onlarla yarenlik etmek ne güzel olurdu…. Dert ortaklığımı acaba kabul ederler mi? Düşüncelerini, düşlerini dinlemek isterdim. Onların kocaman yüreklerine dokunmak, benim için ne büyük mutluluk olurdu.

        Doğaya, köylere dalıp gitmişken otobüsümüzün mola verdiğini işittim. Düşlerimi yollara bırakıp indim arabadan. Zorunlu gereksinmelerimizi karşılayıp birer bardak çay içtik. Muğla'nın son yerleşim yeri Bekçiler’de. Denizden epey yüksekteyiz. Hava çok sıcak değil. Tesisin yanındaki evde tavuklar var. Biraz onlarla ilgilendik. Derken mola süresi bitti. Yolculuğumuz yeniden başladı.

        Söğüt’ten geçiyoruz Korkuteli’ne varmadan. Oturup bir Söğüt kahvesinde çay içmek isterdim. Bir gün kendi taşıtımızla buradan geçersek bu çayı içeceğim.

        Tekerlekler durmadan dönüyor, bizi taşımak için. Korkuteli göründü yalnız, kuru, yaslı. Yavuz Selim’in öldürtmeyeceğine söz verdiği halde kardeşi bilge Korkut’u yakalatıp boğdurduğu yerdir bu topraklar. Burayı da gezmem gerek ilk fırsatta. Korkut, boğulurken feryadından bir zerre kalmış mıdır diye bakmalıyım, kulak kabartmalıyım dört bir yana. Sonrasında bilge adam Korkut’un öldürülmesinden pişmanlık duyan Yavuz, buraya çok sevdiği, bilgisine, zekasına hayran olduğu kardeşinin adını verdi. Kim bilir Korkut, onu affetmiş midir, Tanrı bu günahını bağışlamış mıdır?

        Değişik düşünceler uçuşmakta usumdan bir kuş gibi. Kimi güvercin gibi… Kimi ise avını arayan kartal gibi… Düşünürken Antalya’ya yaklaşmışız bile. Antalya girişindeki çam ormanlarında bir piknikçinin dumanını görünce içim titredi. Otobüsümüz kente girdi. Çok geçmeden otogardaydık.

        Zamanlı geldik. Karnımız doyuracak, zorunlu gereksinmelerimizi karşılayacak kadar vaktimiz var. Hatta yeni düşler bile kurabiliriz.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       31 Temmuz 2022

       

1 yorum:

  1. Düşleriniz hiç bitmesin Hocam. Paylaşımlar ve yazılar ile bizlere de geçiyor. Köyler, ilçeler, iller hatta mezralar adlarını nereden almışlardır. Bu benimde çok ilgimi çeker. Hiç biri nedensiz değildir. Fethiye gibi. Fethi Bey'in ruhu şad olsun.

    YanıtlaSil