Köylerde
yaşayanlar iyi tanırlar danaburnunu. Genellikle toprak altında yaşar. Toprağın
kazılması ya da sürülmesiyle gün yüzüne çıkarlar ve kuşlara, tavuklara yem
olurlar.
Danaburnu
sebzelerin, otsu bitkilerin köklerini kemirip yer. Köksüz kalan bitki sararıp
solar, çok geçmeden de kurur. Capcanlı olan bir sebze fidesinin birden kuruması
çoğu kez şaşırtır insanı. Kurumuş biber, salatalık, domates, kabak, kavun,
karpuz… fidesini tutup hafifçe çekersiniz yukarıya doğru, bakarsınız ki köksüzdür.
Kökü olmadığı için kurumuştur.
Ağaçların
kökleri kurtlandığında ya da hastalık olduğunda kurur koca gövdeler. Dal budak
salamaz gökyüzüne. Gölge de olamaz gelip geçene. Kuşlar yuvasız, böcekler evsiz
kalır. Köksüz kalmak ağacı kuruttuğu gibi birçok canlının yaşam alanını da
ortadan kaldırır.
Köksüz
ağaç, en küçük rüzgârda yıkılır. Fırtınalara dayanamaz. Sel sularına karşı
koyamaz, tutunduğu toprağı koruyamaz.
Kökleri
toprakla kucaklaşmış ulu ağaçlar, gelecek demektir. Her yıl çiçeklenip tohumlanırlar.
Meyveleri can, gölgesi mutluluktur insana. Her bahar yeni filizler, güneşe göz
kırpar. Gövde irileşip boy uzadıkça kökler, toprağın derinliklerine tutunur
güvenle. Derine giden her kök, ağacın ömrüne ömür katar. Sağlıklı gövde sağlam,
görkemli duruşuyla kökleriyle geçmişe bağlanırken dallarıyla geleceğe koşar.
Çiçekler, geleceğe bağlanan köprülerdir. Böylesi ulu ağaçları toprağından söküp
almak kolay değil. Kök, gövde, dal, çiçek, meyve, budaktaki kuş, kabuğun
altındaki birçok böcek direnir ölümüne.
Düşünce
ve insanlar da ağaç gibidir. Düşüncelerin kökü olmalı. Bir ayakları geçmişin
sağlam toprağına basmalı, diğer ayağı rekortmen bir koşucunun çevikliğiyle
geleceğe adım olmalı. Köksüz düşünce saman alevi gibidir. Birden hızlıca yanar,
kısa süre sonra söner. Geride yalnızca kül ve duman bırakır. Köz kalmaz ateşin
yandığı yerde. Köz, yeni ateşlerin yaratıcısıdır.
Tarihsel
kökleri olmayan, düşünceler tutunamaz bulunduğu toprağa. Filizlenecek bir vaha
bulamaz kendine. Gelecek için umut değildir kimseye. Toplumların geçmişinde
olmayan, geleceğinde de olmaz.
İnsanın
köksüzü, yabancıdır topluma ve erdemlere. Köksüzlüğü, onu yabancılaştırır
içinde yaşadığı topluma. Düşünce ve eylemleriyle çevresine zarar verir.
Köksüzlüğünün eksikliğini, topluma karşı intikam duyguna çevirir. Bu kişilerin
düşünceleri de kendileri gibi köksüzdür.
Köksüz
kişinin, geçmişi olmadığından gelecekle ilgili planlamaları, ülküsü de
yoktur. Günü yaşadıklarını söyler
böyleleri; ancak bugünü yaşadıkları da söylenemez. Mutlu olmak, mutlu etmek
kavramlarına yabancıdırlar. Kendi mutsuzlukları, sürekli bir öfkeye dönüşür.
İnsan, ağaca, toprağa, havaya, suya, kuşa, böceğe, cümle varlığa karşı bitmez
bir öfkenin taşıyıcısıdırlar. Pire için yorgan yakmak genel yaşam
anlayışlarıdır.
Hani
derler ya “Havadan nem kapar.” diye, işte tam da köksüz insana uyar bu tanım.
Sürekli öfke durumu, zamanla kine dönüşür. Kin, beden ve ruhu yer, bitirir. Kin
büyüdükçe beden ve ruhun çöküşü hızlanır.
Köksüzlük,
bedeni kurutur, ruhu öldürür. Köksüz bir bitki gibi sararıp solar.
Köksüz
kişi, yaşamak için çoğu zaman başkalarına dayanmak ister. Asalak bir yaşam için
toplumun sırtına kene gibi yapışır. Düşünceleri, onun zehridir. Kısa süreli de
olsa sağlam gövdelerde küçük hastalıklara neden olabilir. Sağlam bünyelere
köklerin taşıdığı özsu bu zararlı durumu ortadan kaldırır.
Toplum
yaşamında sorumluluk vereceğimiz kişilerin önce köklerine bakmalı. Kökün durumu
bize geleceğe ilişkin büyük veriler sunar.
Adil
Hacıömeroğlu
13
Ocak 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder